Sistem yıkılmamış ise yetişmiş eleman varsa...

Samanyoluhaber.com yazarı Abdullah Aymaz, Hizmet'e yönelik tahribatın nasıl restore edilmesi gerektiğini 2. Dünya Savaşı'nda yerle bir olan Almanya'dan örneklerle kaleme aldı.

Bamteli: ÜFLEMEKLE SÖNMEZ, SÖNDÜRÜLEMEZ!

Amerikan vatandaşı ve Amerika’da yetişmiş Mısırlı Ahmet Beyle görüşmemizde üç şey söylemişti: 

“Ben Hizmeti biliyorum… Türkiye’ye de gittim. Kimse Yok Mu'yu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nı, TUSKON’u, hastaneleri, üniversiteleri, kolejleri, esnaf ve mütevellileri gördüm, tanıdım, tanıştım. Bir Müslüman olarak çok sevindim ve iftihar ettim. 15 Temmuzdan sonra hepsinin yok edilmesiyle de çok üzüldüm. Ama kendimi şöyle teselli ettim… Hizmetin, meşru dairede çok güzel bir sistemi var ve yetişmiş, fedâkar güzel insanları ve elemanları var. Bu tasallutlar geçici şeyler. Hizmet kısa zamanda kendisini toparlar…” 

“Hem İkinci Dünya Savaşı'na girenlerden Almanya ve Japonya yerle bir edildikleri halde, kısa zamanda derlenip toparlandılar. Çünkü işleyen bir sistemleri, yetişmiş teknik ve teknolojiden anlayan insanları, bir de disiplinli bir hayatları vardı…”

Türkiye İkinci Dünya Savaşı'na girmiş miydi? Hayır. Peki neden hâlâ Almanya ve Japonya’dan geri?

Diğer iki meseleyi inşaallah sonra yazarım…

Şimdi merhum Ali Ulvi Kurucu Ağabeyin Hatıratını okurken, karşıma şu ifadeler çıktı: 

“YIKILAN MEMLEKET; MİLLET DEĞİL… Almanya’da hem merak, hem de hayret uyandıran şeylerden birisi de, İkinci Cihan Harbinde yıkılan, mağlup olan Almanya’nın yeniden îmarı… O günlerde okuduğum bir Bakanımızın hatıralarında şu satırları görmüştüm: 

‘Tedavi için Almanya’ya gitmiştim, yıl 1958… Beni gezdiren tercümana dedim ki: 

- Hep mâmur yerleri gezdirdin. Bir de Cihan Harbinden çıkan harap şehirleri gezip görsek… Dedim. O, 
- Hangi harap şehirler? Dedi. Ben 
– Canım, işte beş altı sene Almanya, dünya ile harbetti. Ruslar bir taraftan, Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar bir taraftan, on binlerce tayyare, senelerce bu memleketi bombalamadı mı? Dedim. 
– Evet. Dedi. 
– İşte o harabeleri göstersene? Dedim. 
– O harabeler, işte şu gördüğünüz yerlerdi. Hepsi yeniden yapıldı. Dedi. Tercümanın bu sözü tuhafıma gitti. 
– Canım, on sene içinde koca bir memleket nasıl imar edildi? Dedim. Tercümanın şu cevabı, bir vecize, bir düstur halinde gönlüme nakşedildi. Dedi ki: 
- Evet efendim, biz zannederdik ki, Alman milleti yıkıldı! Meğer yıkılan Almanya imiş, Alman milleti değilmiş… Eğer yıkılan millet  olsaydı, bu Almanya yeniden yapılamazdı… Binalar kolayca yapıldı. Asıl mühim olanı da, eskimiş, demode olmuş fabrikalar da yenilendi, otomatik oldu. Faraza yüz elli kişiyle çalışan eski hantal fabrikaların yerini, on beş kişiyle çalışan fabrikalar aldı.’

‘Tercümanın sözlerindeki asıl mühim nokta, meselenin can damarı şu sözlerdi: ‘Herkes Alman milleti yıkıldı, sanırdı. Yıkılan Alman milleti değilmiş. Almanya imiş!..’

“Okuduğum bu hatıra bana Mehmed Hasan Beşer Beyin vaktiyle bir kurs, bir çalışma için Beyrut’ta katıldığı konferanslarda işitip de bize naklettiği bir hadiseyi hatırlattı. Hasan Beşer Bey şunları söylemişti: ‘Beyrut’ta konferanslara katılıyoruz. Milletlerin geliri gideri, milli hâsılatı, kazancı, zamanı, hammaddesi, imâlâtı vesâire konuşuyoruz, dinliyoruz, öğreniyoruz. Sıra Japonya’ya  geldi. ihrâcâtı şu kadardır. Hammaddesi yoktur. Her şey hâriçten gelir ve Japonya dışarıdan aldığı hammaddeyi işleyip dışarı ihraç eder. İhrâcâtıyla da dünya ile rekabet eder. Avrupa’yı çoktan geçtiği gibi, Amerikan mallarıyla da boy ölçüşür ve zor duruma sokmuştur; hâlen de meydan okumaktadır. Konferans esnasında, herkesin zihninde bir suâl oluştu: Peki her şeyi dışarıdan alan bu Japonya’nın kendine has nesi var ki, bu kadar muvaffak olabiliyor? Japon ruhu var, çalışma azmi var, çalışma planı var; Allah’ın verdiği akıl daima ve yerinde kullanması var… Japonlarda ‘Anamız, babamız nasıl yaptıysa, biz de öyle yapar, gideriz.’ demek yok!..”

İşte can alıcı nokta bu… Yetişmiş insan… Çalışan eleman… Disiplin… Doğru ve düzgün sistem… İşine odaklanma…

Hep söylemiyor muyuz: İşimize bakalım… Müşteriler bekliyor…

Evet, Anadolu’nun güzelliklerini, gülümseyen yüzünü… Bunların da özü ve kökü olan güzel İslâmiyeti, güzel yaşamak, güzel temsil etmek… İslamın cibilli düşmanları bu güzellikleri yok etmek için bir takım terör örgütlerini sadece Suriye’ye, Irak’a, Türkiye’ye değil, bizzat Mekke’ye ve Medine’ye yerleştirip ‘İşte İslamiyet budur!..’ demek ve dünyada böylece İslâmî güzellikleri bitirmek istiyorlar. İyi niyetliler, İslamiyeti güzel yaşayan ve güzel temsil edenler ellerini çabuk tutarlarsa, bu yıkımı, bu felâketi önleyebilirler… Bunun için işlerine bakmaları, güzelliklere odaklanmaları gerekiyor… Yoksa birileri müşterileri ürkütürse, Allah korusun iş işten geçmiş olabilir… Allah göstermesin…

ABDULLAH AYMAZ / Samanyoluhaber.com
<< Önceki Haber Sistem yıkılmamış ise yetişmiş eleman varsa... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER