Hırslara Kurban giden yıllar

Numan Yılmaz Yiğit

Numan Yılmaz Yiğit

19 Ara 2023 10:10
  • Türkiye’deki 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları ve akabinde gelişen toplumsal felaketler tarihe, basit insani bir zaafın nelere yol açabileceğinin, bir ferdi, bir aileyi ve bir toplumu nasıl yuttuğunun/yutabileceğinin bu çağda yaşanmış ibretamiz bir örneği olarak geçecektir. 
    İnsanın bir kısım şeylere karşı zaafı olduğu malumdur. Bu tabiatı gereğidir. Fakat meseleye bir mümin açısından bakıldığında, dini emir ve yasaklar çerçevesinde alınan iyi bir dini eğitim, terbiye, akıl, irade, ibret ve tecrübelerle bu zaafların dengelenebilir, yüzleri hayır istikametine yönlendirilebilir olduğu da muhakkaktır. İşte o zaman negatif pozisyonda görülen bu duygular pozitife dönüşür ve insan için fazilete yükseltici birer fonksiyon eda ederler.
    İşte insandaki bu en önemli zaaflardan biri de ‘hırs’ tır. Sağlıklı bir dini eğitim ve terbiye ile ‘hayırlı işerde yarışma’ ya kanalize edilebilen bu duygu, terbiye görmemiş eğitimsiz kişilerde oldukça zararlı ,yıkıcı bir faktör haline gelir. Bu zaaf  herkeste farklı farklı şekillerde tezahür eder. Bu bazen mala-mülke bazen mevki-makama bazen şan-şöhrete bazen karşı cinse bazen de hepsine birden olabilir. İnsanın iştiha duyduğu her şeyde ‘hırs’ bir  zaaf olarak  kendini gösterebilir. Bu yönüyle 17/25 Aralık sürecine kadar olan ve ondan sonra da devam eden bu talan ve yolsuzluk döneminin faillerinde, bu zaafın çok güçlü bir şekilde mevki-makam, mala-mülke düşkünlük noktalarında  hükmünü icra ettiği görülebilmektedir. İktidar ve ekibinin bu ihtirasları, maalesef  aydınlık bir dönemi karartmaya yetmiştir. Bir toplumdaki sıradan insanların hırsı cirimleri kadar tahribata yol açarken idareci ve grup  hırsının  tahribatının boyutunu kestirmek mümkün değildir, olmamıştır da.

    Hırs nedir? Muhteris kimdir?
    Hırs, kısaca “bir şeyi şiddetle arzu etme, ona aşırı derecede tutkun olma, şiddetli ve sonu gelmeyen istek, taşkın arzu, aç gözlülük’ olarak ifade edilebilir. Kelimenin kökeninde, ona, neden ‘hırs’ denildiğine dair ibretlik bir rivayet vardır. Develerin çölde çok sevdikleri bir diken vardır. İşte bu dikenli bitkiye “harasa” da denir. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar, keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider, böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa deve kan kaybından ölür. Arapça kökenli olan bu kelimeden hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri türemiştir. Hırs hastalığına yakalanan bir kişi yani muhteris, dünya adına doyma bilmez bir iştahla ‘Daha yok mu, daha yok mu?’ diyen ve bu uğurda bütün temel değerleri çiğneyip hem kendini hem de çevresini yıkıp geçen kişidir. İşte bugün bu hakikatin yaşandığı müşahede edilmektedir.
    Ticari bir hedefi yoksa, insana bir ev bir araba bir de meşru şekilde geçinebileceği bir maaş yeterli olduğu halde, yıllar önce, bir yüzükle başlanan bir siyasi hayatın, bugün ülke bütçesini iflasa götürecek boyutta bir yolsuzluğa dönüşmesi fevkalade ibretlik bir olaydır. Lüks ve israf içinde süren bir hayat, üst üste yığılmış dolarlar, sıra sıra dizilmiş araba ve koruma konvoyları, onlarca uçak, yazlık kışlık saraylar, sahip olunan mülk ve arsalar, oteller, marinalar, bildik bilinmedik mülkler ve hala devam eden doyma bilmez ticari faaliyetler, komisyonlar vs. vs. İçten, ‘Allah gözünüzü doyursun’ demek geliyor. Sadece bir kişi veya bir aile de değil. Bu zihniyetin hiyerarşik yapısına göre en üstekilerden en aşağıya kadar hemen hemen herkes -istisnalardan özür dilerim- seviye ve konumuna göre, bu tatlı, fakat zehirli baldan edinme. yeme, toplama ve biriktirme yarışında. O kadar ki ülke ve ekonomisi bu yükü kaldıramaz hale gelmiştir. Devenin kendi kanında boğulması gibi hem kendileri hem de toplum, bugün, bu muhteris kişilerin yaptıkları ile adeta boğulma noktasına gelmiştir. İnsanoğlunun doyma bilmez bir varlık olduğu defaatle ifade edilmesine rağmen bir gaflettir devam etmektedir. Efendimiz (as) insandaki bu zaafı “Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa, bir üçüncüsünü ister. Ademoğlunun karnını (gönlünü) topraktan başka birşey doldurmaz. Şu kadar ki, tövbe eden kişinin tövbesini Allah kabul eder.” (Tirmizi, Zühd 19) beyanıyla gayet veciz ve ibretlik bir şekilde ortaya koymuşlardır. Demek, hırs yolunda suç ve günahlara girme kesin ki, hadis, bu günahından dönen, tövbe edenin tövbesini Allah’ın kabul buyuracağını beyan etmektedir.

    İdarecinin hırsı ve zararları
    Sıradan insanların mevki makam hırsıyla dine verdikleri zarar ile yetkili konumda bulunan bir idarecinin dine vereceği zarar katiyen bir değildir. Efendimiz (as) bu hakikati bir misalle arz ederken “Mala ve mevkie düşkün bir adamın dînine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür.” (Tirmizî, Zühd 43) buyurarak bu zayıf karakterli kişilerin yol açtıkları/açacakları felaketlerin büyüklüğüne dikkat çekmektedir. 
    Sırf dünya için, dünyevi cazip şeylere karşı hırs gösterme, herkeste zararlıdır, fakat idarecideki hırs, toplum için yıkıcı ve öldürücüdür. İdarecinin kendine takdir edilen imkanlar dışında, konumundan istifade ile mal mülk edinmesi, mevzuata, kanuna uydursa da hem Allah hem de kullar nazarında onu şaibeli bir duruma, töhmet altına sokar. Çünkü hırs kişiyi, elde etmek istediği şeyi elde etmeye çalışırken gayr-i insani, gayr-i kanuni, gayr-i dini yollara sevk eder. Bunun dindeki adı ‘Gulül’dür ve büyük günahlardandır. “Emanete hıyanet etmek, bir peygamberin yapacağı iş değildir. Her kim hıyanet edip de ganimetten veya kamuya ait hasılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse(Gulül), kıyamet gününe o vebâlini aldığı şeyler, boynuna asılı olarak gelir. Sonra her kişiye kazandığı şeylerin mükâfat veya cezası eksiksiz ödenir Ve onlar asla haksızlığa uğratılmazlar.” (Al-i İmran, 161) Hukuktaki adı da ‘Yolsuzluk, nitelikli hırsızlık, rüşvet’tir ki hepsi de kanunen birer suçtur. Aslında basiretli bir topluma düşen vazife, içlerindeki, mevki-makama, mala-mülke, kadına ve dünyevi şeylere zaafı, hırsı olan kişileri sezerek onlara vazife vermemektir. Çünkü bu kadar hırs normal, sağlıklı bir durum değildir. Medeni ülkeler kim olursa olsun ne kadar başarılı olursa olsun herkesin bu kabil zaafları olabileceğini hesaba katarak seçilme, aday olma hakkına bir sınır getirmişlerdir. Hırsla yönetici olmak isteyen, ‘İlla beni seçin illa beni seçin’ dercesine hareket eden kimselerin bu hırslarının altında başka maksatlar güttükleri çok görülen bir vakadır. 

    Muhterislere karşı dikkatli olma
    Mevki makam sahibi kişilerin, mal mülk hırslarından dolayı ortaya çıkabilecek zararları engelleme adına birkaç hususu ifade etmekte yarar vardır.

    1- Bunlardan birincisi: İslam ahlakına, geleneğine göre idarecilik vazifesini talep eden kişilere idarecilik vazifesi verilmez. Ebû Musa (radiyallahu anh) da idarecilik vazifesi talep eden bir insana Rasûlullah aleyhisselâmın şu cevabı verdiğini rivayet etmiştir: “Allah’a yemin olsun ki, biz bu işe onu tâlep eden veya ona hırs gösteren bir kimseyi tayin etmeyiz.” (Buhârî, ahkâm 7; Müslim, imâret 14)
    Evet, riyâset, onu isteyip delicesine peşinden koşan kimselere verilmez. Çünkü, riyâset talep eden kimsede hırs var demektir. Hırs ise, istediğini elde etmek için insanı bazı hakikatleri feda etmeye sevkedebilir. Onun için, siyasette bir yere yükselme, bir mevkî ihraz etme ve bir makam sahibi olma gibi tutkular, insanları çok defa bazı hakikatleri görmekten alıkoyar. Çünkü, yükselme sevdalısı kimseler, sürekli daha üst bir rütbeyi ya da makamı düşünür ve o anki kredilerini hep yarınları hesabına harcarlar; o sermayeyi sadece hakkı tutup kaldırma adına kullanamazlar. Kullanmak isteseler bile bir yerde durmak zorunda kalırlar; zira, bir taraftan vazifenin hakkını vermeye çalışsalar da, diğer taraftan da sürekli ferdî ikballeri için yatırım yapma hususunda kendilerini mecbur hissederler. Kalemin bir yanıyla hak ve hakikate hizmet yolunda bazı şeyler çizseler de, diğer yanıyla da şahsî istikballerini garanti altına alabileceğini zannettikleri hususlarla alakalı imzalar atarlar. Dolayısıyla, tam bir hizmet insanı olduklarını söyleseler de, bu takıntıları sebebiyle hep yarım bir insan olarak yollarına devam etmeye mahkumdurlar.’(Kırık Testi)

    2- İdarecilik sosyal hayat için zaruri, gerekli bir müessesedir. Demokrasinin bir gereği olarak parti kurmak, lider olmak, dine siyasi yolla hizmet etmek.. pek tabi ki hizmet metotlarından bir metot olabilir. Hatta bugün Müslüman ülkelere ve dünyaya gerçek manada, siyaseti ekonomisi, hukuku, sanat ve bilimi, şahsiyet, karakter ve ahlakı ile Müslüman bir lider nasıl olur bunun gösterilmesinde de büyük fayda vardır. Fakat dini temsilen siyaset yapacak kişi veya kişilerin, İslam’ın ana maksatları doğrultusunda politikalar üretmesi, onlarla çelişecek uygulamalardan kaçınması, İslami ahlakla ahlaklanmış; mevki-makam-mal-mülk hırsından sıyrılmış, maddi manevi olarak iffet ve namusuna düşkün kimseler olmaya dikkat etmeleri gerekmektedir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü olan ülkelerde, idarecinin, konumunu, şahsi veya grup çıkarlarına alet edip-etmemesi konusu, kanuni sıkı bir takiple, toplumsal oto kontrolle sağlanmaktadır. Fakat henüz demokrasi ve hukukun yerleşmediği gelişememiş bazı İslam ülkelerinde -ki ülkemizde maalesef bu gruba dahil-, liderler ve etraflarında kümelenen menfaat gruplarının suiistimalleri her zaman söz konusu olabilmekte fakat ne yazık ki ne bir hukuki yaptırım söz konusu olabilmekte ne de bir otokontrol. Halbuki idareciler Müslüman dahi olsalar, onlar da insandır. Dolayısıyla onların da bir kısım insani zaafları olabilir. Bu açıdan lider ve kadrosunun hesap sorulabilir ve şeffaf olmaları, hukuki aynı zamanda dini bir vazifedir. İsmi bile bilinmeyen bir sahabenin, Hz. Ömer’e (ra) hutbede iken, üstündeki elbisenin hesabını sorması, anlatmak için değil, yaşanmak içindir.

    3- Müslüman toplumlar dinlerinin izzet ve şerefini korumak, ona zarar verecek tutum ve davranışlardan da kaçınmak zorundadırlar. Mevki ve makamını, alenen, şahsi hırsları adına kullandığı bilinen kişilere, kim olduğuna bakmaksızın, tıpkı Efendimiz (as)’in o kişilere vazife vermediği gibi, demokratik haklarını kullanmak suretiyle, vazife vermemekle ilgili bir sorumlulukları vardır. Bu Allah’ın o topluma yüklediği ‘Emr-i maruf nehy-i münker - İyiliği emretmek, kötülükten de sakındırmak’ çerçevesinde bir vazifedir. Geçmişte bunu hükümdarlara karşı toplumdaki söz sahibi gerçek alimler yaparlardı. Bazen de hükümdarlar ulema ve salih insanların (Harun Reşit’in Fudayl b. Iyaz’a gittiği gibi) ayağına gider, bizzat nasihat dilenirlerdi. Evet şu andaki iktidarın da şeyhleri hocaları ziyaret ettiği gözlemlense bile ne ziyaretçinin ne de ziyaret edilenin konumuzda geçtiği türden bir teatide bulunduklarına dair bir işaret müşahede edilmemektedir. 

    4- İslam hukukunun yürürlükte olmadığı bilhassa laik ülkelerde idareci konumunda bulunan ve Müslüman kimliğiyle hareket eden lider, idareci konumundaki kimselerin mer’i yürürlükteki hukukun dışında, dini de olsa başka ‘Paralel bir hukuk’la amel etmeleri o toplumu kaosa sürükleyecek bir uygulamadır. Zihninin arka planında ‘Laik düzeni yıkacağız, içini boşaltacağız’ düşüncesiyle hareket eden ve her türlü yolsuzluk, rüşvet ve komisyonu meşru ‘Ganimet’ olarak değerlendiren dini fetvalar bu iktidarın hırslarına yağ sürmüştür. Halbuki elde edilen sözde ‘Ganimetler!’ mevhum devletin değil, aslında halkın imkanlarıdır, yani kul haklarıdır. Devleti iç etmeye çalışmak aslında halkı hiç etmekten başka bir şey değildir. Çünkü vergisini ödeyen fakat ekonomik sıkıntılar altında ezilen halktır. Şayet milyarlarca dolar kamu bütçesindeki cari açık, yani ganimetler(!) bu halkın hizmetine veya İslam’a hizmet için kullanılmış olsaydı, ülkenin büyüme hızı, kişi başına düşen gayr-i safi milli hasıla gibi değerler şimdi tavan yapmış olmalıydı. Halbuki durum hiç de öyle değildir. Bu ganimetler(!) vatan ve millet yolunda kullanılmadığına göre hangi yolda kullanıldı?
    Bin bir komplo, hile ve iftira ile ademe mahkum edilmeye çalışılan Hizmet hareketi, kaynağı tamamen halkın ‘Himmet’i olan, oldukça sınırlı bütçelerle yaptığı yurtiçi-yurtdışı onlarca üniversite, yüzlerce kolej, binlerce yurt, ev, hastane, yardım kuruluşları, gazete, televizyon radyo vs. ile yetiştirdiği milyonlarca imanlı, ahlaklı, vatansever kaliteli vatan evladı geride bırakmışken, acaba hırslarına yenik düşmüş bu iktidar ve avenesi bu kadar ganimetle(!) geride milletine sosyo-ekonomik, dini, ahlaki, kültürel enkazdan başka ne bırakmıştır? 

    Evet, ülke tarihimizde bu dönem, bir kişi, bir aile ve bir grubun, din, dindarlık adı altında nasıl dincilik yaptıkları, dünyevi hırslarına yenik düşerek milleti nasıl aldattıkları, iktidar olma ve mal biriktirme hırslarıyla bir ülkeyi nasıl felaketlere sürüklediklerine dair acı, karanlık, ibretlik bir dönem olarak anılacaktır. 

    19 Ara 2023 10:10
    YAZARIN SON YAZILARI