Fitnelere Karşı İçimizi Nasıl Koruruz?

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

25 Mar 2024 00:52
  • Her şeyin bir karpuz gibi bir içi bir de dışı vardır. Evinizin içindekilerle evinizin dışındakiler aynı değildir. Bu nedenle içimizi teşkil eden öze ve dışımızı teşkil eden dışa karşı muamelelerimiz farklıdır. İçeriye muhabbet ve sevgi; dışta ise durumuna göre sertlik, mücadele, korku, endişe olabilir. Bu işin doğasıdır. Her kabuk özünden daha sert olmak zorundadır. Çünkü özü muhafaza buna bağlıdır. 

    İç ve Dış
    Bunun gibi her sosyal yapının da bir içi ve bir de dışı vardır.  İçimizi dostlarımız, dışımızı da bizden olmayan düşmanlarımız oluşturur. Fetih Suresi’nde bu durum gayet veciz bir şekilde ifadesini bulur:
    “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler (Fetih, 29).  İçeride “bunyanu’n mersus” olabilmek, dışarıya karşı da bize düşmanlık yapmak veya zarar vermek isteyenlerin gönlüne korku(saygı) salabilmek gerekir.  Bu iki durum birbirini gerekli kılan   bir bütünün iki yanı, iki tarafı gibidir. 

    Evet, önce içimiz yani sosyal bünyemiz Saf Suresi’nde ifade edildiği gibi “bunyanun mersus” olmalıdır: “Bilin ki Allah kendi yolunda sağlam örülmüş bir duvar gibi kenetlenmiş saflar halinde çarpışanları sever.” (Saf Suresi, 4)
    Elmalı Hamdi Yazır “bunyanun mersus tabiri için;” kurşun” anlamına gelen “rasâs” kelimesiyle bağ kurularak– “kurşunlu, parçaları kurşunla kenetlenerek yekpâre bir cisim haline gelmiş olan muhkem bina” (Elmalılı, VII, 492)

    İstanbul'u fetheden Sultan Fatih’in halkının sağlam bir özü vardı. Fatih Sultan Mehmed Han bir gün yiyecek maddelerinin kalitesini ve narh durumunu kontrol etmek gayesiyle kıyafet değiştirip çarşıya çıktı. Bir dükkâna girip selam verdikten sonra; “yarım batman yağ, yarım batman peynir ve yarım batman bal veresiz!” dedi. Dükkân sahibi yarım batman yağı tartıp parasını hesap ettikten sonra; “Ağam, sair isteklerinizi de karşı komşudan alasız. Zira onun malı hem daha yeğdir hem de siftah etmedi” dedi. Padişah ikinci dükkâna varıp oradan da yarım batman peynir alınca, bu dükkân sahibi de; “Allah’a şükürler olsun siftahımı ettim. Hem de çocuklarımın nafakasını çıkardım. Bundan sonrası kârdır. Diğer isteklerinizi de komşumdan alasız. O daha siftah etmedi” deyince Fatih Sultan Mehmed Han; bu milletteki ahlâkî istikamet yok mu, ona dünyaları fethettirir. Milletin ahlâk-ı sâfiyetine halel getirenleri Allah kahretsin” dedi.

    Bir örnek de sahabeden verelim. Yemame Savaşı bitmiş ve zaferi İslâm ordusu kazanmıştı. Bir Sahabe elindeki su kabıyla yaralılar arasında dolaşıyordu. “Su” diye inleyen bir ses duydu. Sesin sahibi akrabasıydı. Sür’atle o tarafa koştu ve suyu içirecekken su diye inleyen başka bir ses duyuldu. Yerde yaralı bir halde yatan Sahabe “Suyu ona götürün.” dedi. O tarafa koştu, fakat daha ileride diğer bir Sahabe daha su diye inliyordu. İkinci yaralı Sahabe gözüyle işaret etti. “Ona götür.” Su dağıtan Sahabe ulaşıp o yaralının şehit düştüğünü görünce, ikinci Sahabeye koştu, o da şehit olmuştu. “Hiç olmazsa birinciye yetişeyim.” diyerek oraya koştu, ancak o da şehitlik şerbetini içmişti. Gözyaşları içinde elinde su kabı ile orada kalakaldı. İşte Sahabeler böyleydi. Ölürken bile kardeşini düşünüyor, kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih ediyorlardı.

    Sosyal bünyesi bu denli kuvvetli olan bir milleti bir yapıyı sindirmek kolay kolay mümkün olmaz; Akif’in dediği gibi:
    “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. 
    Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”

    İçte muhabbet ve fedakârlık veya Kuran’ın ifadesiyle “kardeşlerimizi nefsimize” tercih etme olunca kolay kolay düşmanlarımız bizi sindiremez. Özümüzde mayalandırdığımız birlik ve beraberliğimiz bizim için bir güven kaynağı, dışımızdaki düşmanlarımız için de korku sebebidir. 

    Kuran-ı Kerim’de sık sık vifak ve ittfakı övülen sahabenin başındaki Peygamberimize(sav) Allah önceki peygamberlere vermediği beş özellikten biri; bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmasıydı. (Buhârî, Teyemmüm, 1)

    Müslümanların taarruzları karşısında İstanbul surlarına kadar geri çekilen Herakliyus, Müslümanlarla çarpıştığından onları yakınen tanıyan bir komutanına Müslümanların durumundan haber vermesin istedi. O da  şöyle dedi:
     “Kıralım, Onlar gece ibadetinde arı kovanı gibi zikir ve okuma sesleri, gündüz de atların sırtında seferdedirler. Biz ölümden kaçıyoruz onlar ölümün üzerine atılıyorlar.”  Bunun üzerine Herakleios'un da der ki; “Eğer öyleyse onlar bir gün oturduğum şu topraklara hâkim olacaklardır.”  
    Herakleios'un oturduğu topraklar Konstantin'dir. 
    Daha sonra esnafıyla beraber bencilliği üzerinden atmış olan bir halkın Sultanı Fatih Mehmet Konstantin’i fethedecektir.   
    Cesaret
    Fakat düşman içimize sızdığında, isyan ve hercü merçler meydana getirdiğinde aynı cesareti göstermek zordur. Çünkü zalimlerin yanında masumların da yanması ve başkalarının haklarına girme ihtimali vardır. Bu bakımdan Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri içimizde birbirimize karşı cesaret ve kahramanlık göstermenin uygun olmadığını talebelerine tembihledi:
    "Hem bir adam, kendi başına cesareti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için, o şahsî cesareti istimal edemez."(Kastamonu Lahikası, 160. Mektup)

    Sadık insanlar ve Doğru Haber
    O zaman özümüze içimize fitnelerin sirayet ettiği dönemlerde ne yapmalı, nasıl davran malıyız?  Bu nedenle sosyal karışıklıkların olduğu dönemlerde sadakati sağlam insanlarla iş yapmak ve sağlam bir bilgiye dayanarak (istihbarat) hareket etmek gerekir. Sadıklarla beraber olmak gerekir. “vekunu meassadikin- sadıklarla beraber olun” (Tevbe, 119)
    Ve haberi tahkik etmek, her duyduğumuza balıklama dalmamak gerekir:  “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)

    Yalan haberin kaynağı Asr ı Saadet’te münafıklardı. Peygamberimiz(sav) Münafıkların vahyin yardımı ile yaptıklarından haberdardı. O münafıkların bir araya gelip konuştukları en küçük meseleleri bile Kuran, Peygamberimize(sav) haber ederdi.  Bundan dolayı çoğu zaman onların yıkıcı faaliyetlerine karşı gerekli önlemler alabiliyordu. Fakat buna rağmen münafıkları Peygamberimiz(sav) açığa vurmadı, cezalandırmadı da.  Hz. Ömer, Münafık olarak nitelediği Abdullah ibn Übey'i öldürmek istemiş, Peygamber de "Onu bırak, Peygamber ashabını öldürüyor, demesinler." demişti.

    Evet ya vahiyle ya da Allah'ın kalbine nur verdikleri insanlar tarafından ancak fesatçılar zalimler münafıklar tanınabilir, sezilebilirdi. Hani diyor ya Fetih Suresi’nde müminler için Kur'an-ı Kerim; “simahum fi vucuhuhim min eserissycud-Onları secde izlerinden tanırsın.” (Fetih Suresi, 29) Fakat basiretle tanınmanın tahakkuk edebilmesi için münafıklar dışındaki kalanların toplumda basiret ve firaset sahibi insanlar olarak bir ekseriyeti temsil etmeleri gerekir.

    Münafıklar ve Haber alma ve Yayma Kaynağını Ele Geçirme
    Karışıklığın olduğu dönemlerde münafıklar ilk önce haber kaynaklarını ele geçirmeye çalışırlar. Öyle haberler yayarlar ki selamette kalmaya çalışan her müminin aklını ve kafasını karıştırır fitneye körük çekerler. Münafıkların yaydığı haberlere göre taraf belirlemeye çalışan Müminlere de dostları düşman, düşmanları dost olarak gösterilir. Hakiki dostları hakkında şüpheye düşen müminlerde ittifak da ittihad da beraberik de zedelenir ve İslam toplumunun özü böylece bozulur.  
    “Münafıklar, kalpleri hasta olanlar ve yalan haberler yayarak Medine'de huzursuzluk çıkaranlar...” (Ahzap, 60)

    Bu bakımdan fitne ve karışıklık dönemlerinde de aklı eren müminlerin ilk yapması gereken şey haber kaynaklarına sahip olmaya çalışmak ve gelen haberlerin aslını astarını tahkik ederek halkın doğruları öğrenmelerine yardımcı olmaktır. Bu bakımdan 15 Temmuz darbesi olmadan fesat şebekesi ilk önce halkın doğru haberleri öğrenmelerine mâni olmak için işe ilk haber merkezlerimizi işgal ederek başlamaları düşündürücü değil midir?

    İster ilk büyük fitne Hz. Osman Efendimiz’n isterse 31 Mart vakasında II. Abdülhamitin halliyle sonuçlanan olaylara baktığımızda şer şebeklerin haber alma ve üretme üstünlüğünü ellerine aldıklarını, gündemi onların belirlediklerini görürüz.  Sanki haber alma üstünlüğünü ele geçirmeden fesat çıkarmaya başlamaz, adım atmazlar. 

    25 Mar 2024 00:52
    YAZARIN SON YAZILARI