DAYE

Harun Tokak

Harun Tokak

19 May 2024 11:03

  •  "Sükutum çığlıksı.. Boğazımda sözlerim.
     Söyle, avazlarımı duydun mu oradan Daye? 
    Denize gebe iki bulut şimdi gözlerim. 
    Söyle, avazlarımı duydun mu oradan Daye?
    Sürgün edebiyatının usta kalemlerinden Tuba Toprak’ın bu şiirini ilkin Ahmet Kurucan hocadan dinlemiştim.
    Kendi kanalında ilk defa bir şiir okurken görünce, herhalde bu şiirden çok etkilenmiş olmalı diye düşündüm.
    Sonuna kadar dinleyince bu şiirin hepimizin ortak hikayesi olduğunu anladım.
    Daye “süt anne” demekti. 
    Süt anne deyince de ortak hafızamıza hemen Peygamberimizin süt annesi Halime Hatun gelir.
    Geçtiğimiz Cuma Mütevazı kültür merkezimizdeki Cuma namazının sonunda; 
    “Hastanelerde, hapishanelerde hastalarımız var lütfen ellerinizi onlar için de kaldırın” dedim. 
    Zira her Cuma kültür merkezine birlikte yolculuk yaptığımız Beşir Beyin anası Halime Anne yoğun bakımdaydı. Birkaç defa araba da giderken telefon konuşmalarına şahit olmuştum.
     Yaşlı ana “oğul, oğul ne zaman geleceksin senin hasretin yaktı beni oğul” diyordu. Bir havar türküsü gibi dudaklardan dökülen sözler, gözlerden dökülen ılık damlalarla ıslanarak duman duman arşa yükseliyordu.
       Cuma namazı bitmiş herkes dağılmıştı.
    Birkaç kişiyle her cuma sonrası yaptığımız rutin oturmalardan birini yapıyorduk.
    Beşir Beyin gözü kulağı telefondaydı.
    Beklediği telefon gelmiş olmalı ki sohbetin ahengini bozmamak için masanın üstündeki telefonunu alarak dışarı çıktı.
    Birkaç dakika sonra geri döndü.
    Bir şey söylemesine gerek yoktu. Yüzü her şeyi anlatıyordu. Ben o yüzü iyi tanırım.
    Hiçbir şey demeden sandalyesine oturdu.
    Dev gibi adam başını masaya koydu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
    “Anam öldü”
    Bir ana daha gurbetteki oğlunu bir daha göremeden, onu koklayamadan, kucaklayamadan ötelere göçüp gitmişti.
    Her birimiz gibi, hepimiz gibi.
    Teselli sözleri kanadı kırk kelebekler gibi uçuştu.
    Hatimler dağıtıldı… 
    Beşir Bey’in telefonları susmuyordu. Sanki anında kıtalar, “bir ana daha evladına doyamadan gitti” diye birbirine sesleniyordu.
    Bir insanın bu kadar mı seveni olurdu.
    Sanki Batman’ın bir köyünde değil de dünyanın bütün evlerinde bir ana ölmüştü.
    John Steinbeck'in Gazap Üzümleri’nde dediği gibi, gurbet böyle bir şey işte. Bir evde doğum olduğu zaman, bütün evlerde doğum olmuş gibi herkes seviniyor, bir cenaze olduğu zaman da bütün evlerden cenaze çıkmış gibi herkes üzülüyordu.
    Her bir telefon, her bir teselli sözcüğü beyaz ipekten sarılan bir sargı bezi gibi Beşir beyin yüreğinden sızan kanı kapatıyor, yüzüne tatlı bir sekine yerleşiyordu.
    Lakin sesler susunca o beyaz ipeğin altından yine gecenin ıssızlığında açan bir gül gibi kıpkırmızı kan görünüyordu.
    Akşama doğru gurbette hazin bir taziye programı başladı. Kültür merkezi dolup taştı.
    Kur’anlar okundu, dualar edildi.
    Beşir Bey anasını anlattı.
    “Anamın adı Halime’ydi. Halime Ana derlerdi köyde. 
    “Oğlum” derdi, “biliyor musun Halime Anamız, peygamberimize beş yıl boyunca daye’lik yapmış, emzirmiş, beslemiş, büyütmüş. Nasıl Halime anamız peygamberimizin bereketinden bir ömür boyu istifade etmişse sen de bana bereketli geldin, diğer evlatlarımı da seviyorum ama senin yerin bir başka.”
    Anam çok cömert bir kadındı. O sadece benim anam değildi. Köyün Halime anasıydı. Bayramlarda camiden çıkan insanlar önce anamın evine uğrar, yemeğini yer sonra evlerine giderdi. Anam ağzı dualı bir kadındı. İbadetine düşkündü. Mümine bir kadındı. Bizim yetişmemizde onun büyük emekleri vardı.
    Daha birkaç gün önce konuşmuştum.
    “Oğlum yeter artık gel, senin yokluğun dayanamıyorum” dedi, “Dünya gözüyle seni bir kere daha göreyim. Fazla ömrüm kalmadı. Seni göremezsem gözlerim açık gidecek. Bu hasretlik ne zamana bitecek oğlum!”
     “Anne yakında geleceğim, elini ayağını öpeceğim.”
     “İyi de ne zaman oğul!
    “Bize bu zulmü reva görenleri Allah affetmesin” oğul, “bizim yaşadıklarımızı yaşamadan ölmesinler.”
    Anam ilk defa beddua ediyordu. Canı nasıl yanmışsa , evlat hasreti bağrını nasıl yakmışsa.
     “Ana sen beddua etmezdin” dedim.
     “Oğlum dayanamıyorum artık” dedi, hıçkıra hıçkıra ağladı. 
    Bu, yoğun bakım öncesi anamla son görüşmemizdi. 
    Ablam, “senin hasretin yaktı, bitirdi anamı” dedi.
    Anam adına  köyde bir taziye evi yaptırmıştım. 
    “Halime Ana Taziye Evi” 
     Bütün köylüler anamın taziyesi için şimdi orada toplandı.
    Ama ben orda değilim.
    Beşir Beyden sonra dostlarından birisi söze başladı.
    “Allah bir yeri mübarek kılacağı zaman o yere sevgili kullarından birinin yolunu düşürürmüş.” Diye başladı sözlerine.
     “Beşir Beyin Allah’ın o sevgili kullarından biri olduğuna inanıyorum. 
    O, körpe gençlerin bile sevgilisi...
     Gençler için rol model bir insan. 
    Gençler onun tarzını, giyimini taklit ediyorlar. 
    Halime ana varlıklı bir kadın değildi. Lakin oğlu Beşir Bey sayesinde o ana köyün anası haline geldi. Köy onunla bereketlendi.
    Halime ana ne istediyse oğlu Beşir Bey onu hiç kırmadı. Onun adına taziye evi yaptı. Evini donattı. Beşir Beyin bereketi anasının eliyle köydeki bütün evlere, herkese ulaştı.
    Kur’an öğrenen bütün kızların, kadınların, çocukların Kur’anları Halime anadandı. Köye Kur’an dağıtırdı.
    Beşir Bey cömert bir insan.
    Onun bereketinden sadece Halime ananın köyü değil, bütün ülke bütün dünya da istifade etti.
    Ben Doğu illerinde görev yaparken çocuklar üşümesin diye tanker tanker foil gönderirdi.
    O çocukların duaları var onun üzerinde.
    Geçen gün onu kültür merkezinin önünde bir arkadaşıyla sarılıp ağlaşırken gördüm.
     Arkadaşı ayrıldıktan sonra, “Hayırdır niye ağlıyordunuz?” dedim.
     “O ,Türkiye’deki mağdurlar için çırpınıyor, onun için ona sarıldım ve ağladım.” Halbuki kendi de mağdurlar için çırpınan birisi.
    Türkiye’deki mağdurlara ulaşan her bir şey, mazlumların en küçük  bir mutluluğu sanki bütün servetine yeniden kavuşmuş gibi onu sevindiriyor. Dün yaptıkları iyiliklerin onuru var yüzünde. 
    Kötülükle savaşmaya kararlı.
    Onun yanında kendimi bahtiyar hissediyorum.
    Dostluğu arkadaşlığı candandır.
    Fethullah Gülen Hocaefendi’den, “Beşir Bey benim en yakın dostumdur” iltifatını alan bir insandır.
    Sık sık Hocaefendi’yi bu gurbet günlerinde bile ziyaret ediyor. 
    Biraz mesafe açılmış olmalı ki bir keresinde Hocaefendi, “Beşir Bey niye bu kadar arayı açtınız?” diyor.
     “Efendim daha sekiz ay önce buradaydım.”
     “Beşir Bey bize eziyet ediyorsunuz” diyor Hocaefendi.
    O, dünyadaki bütün servetine haramiler tarafından çökülmüş biridir. Lakin bütün bu sevgilere, bu iltifatlara mazhar olmak bir insan için en büyük servettir.
    Anasını bir daha görememek ona çok dokundu.
    Gördüğünüz gibi gözyaşları hiç dinmedi. Halbuki giden servetleri için bir gün bile ağladığını görmedik.
     O, yediden yetmişe herkesin Beşir ağabeyidir.
     Kalbi ve kapısı her zaman açıktır.
     Peygamberimiz sav ‘’Sadaka ömrü uzatır’’ buyuruyor.
    O, bu hadisin hakikatine uyanmış insanlardan biridir.

    Bir gün babası ve ağabeyi ile iş icabı Erzincan’a gidiyorlar. 
    Bugün olduğu gibi günlerden Cuma’dır.
    Babası, “Urartu otelden yer ayırtın da bu gece burada kalalım, yarın bu civarda biraz daha işimiz var” diyor.
    Beşir Bey ağabeyine, “babama söyle benim yarın Batman’da olma lazım” diyor.
    “Niye?” 
     Himmet toplantısı var.
    “Himmet ne?”
     “Talebelerin burs, barınma ve okul ihtiyaçları için para toplanacak.”
    “Gidince verirsin ne vereceksen”.
    “Olmaz, ben o toplantıda olmam lazım. İlk defa katılacağım, Receb hocamız ‘senin mutlaka olman lazım” dedi.
    “Ben babama söyleyemem.”
     “İyi o zaman ben de sahibine söylerim.”
    Cuma namazında elleri babası için kalkıyor.
     “Allah'ım! babamın gönlüne bir hoşluk ver de ben yarın Batman’da olayım.” 
    Namaz çıkışı baba: “Haydin dönüyoruz, Urartu otelini iptal edin” diyor.
     Beşir Beyin sevincine sınır yoktur.
     Babasının eline kapanıyor.
     “Hayırdır oğlum” 
    “Öylesine içimden geldi baba.”
    Ramazan günüdür.
    Diyarbakır’a geldiklerinde iftar vakti oluyor.
     “Çocuklar arabayı bir lokantanın önüne çekin de iftarımızı yapalım.” diyor baba. 
     İftar yaparlarken televizyondan altyazı geçmeye başlıyor.
     “Erzincan’da deprem oldu. Urartu oteli de yıkıldı ve kurtulan olmadı.”
     O iftar sofrasında bir şeyin hakikatine varıyor.
    Dünyada olduğu gibi ahirette de bizi kurtaracak olan servetimiz değil sadakalarımızdır.
    Ben artık bu dünya denilen arenada uzatmaları oynayan bir insanım diyerek, o seneki ilk himmetinde sekiz milyon vermeyi düşünürken üç katını söylüyor. Malın da mülkün de gerçek sahibinin kendisinin değil, Allah’ın olduğunu bütün kalbiyle hissediyor. O günden sonra uğradığı, uğramadığı nice köylerde, şehirlerde, ülkelerde onun cömertliğinin bayrağı dalgalanmaya başlıyor.
     Dün gece bir akrabası Halime Anayı görüyor rüyasında.
    Halime ana şahadet parmağını göklere dikiyor ve zalime adıyla sesleniyor;
    “Beni evlat ataşında yakan zalim hesabımız mahşere kaldı.”
     Evet, nice anaların, evlatların, yavruların hesabı ahirete kaldı..
    Biz de Ahirete uğurladığımız analarımıza sürgün edebiyatının genç şairlerinden Tuba Toprak gibi sesleniyoruz;
     "Sükutum çığlıksı.. Boğazımda sözlerim.
    Söyle, avazlarımı duydun mu oradan Daye?
    Denize gebe iki bulut şimdi gözlerim. 
    Söyle, avazlarımı duydun mu oradan Daye?

     
      

    19 May 2024 11:03
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR