Adalet Kulesi ve Söğüt Ağacı

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

13 Kas 2023 10:01
  • Bir zamanlar Zaman Gazetesinde Gazi Giray mahlası ile yazılar yazan, ülkemizdeki azınlıklar uzmanı A. Haluk Dursun merhum Osmanlı Devleti için diyor ki:
    “Topkapı Sarayına dışarıdan bakıldığında, Sarayın çevreleyen surların içinde irili ufaklı bir çok binalar görülür. Bunlar arasında kubbeler, ahşap çatılar, minareler göze çarpar. Ama içlerinde bir tanesi, yüksekliğiyle bütün bir saraya  tepeden bakar.
    “Burası, Osmanlı Devletinin meşhur Kubbealtı, yani  Bakanlar Kurulunun üzerindeki ADALET  KULESİ’dir.
    “Aynı zamanda YÜKSEK  MAHKEME vazifesi de yapan bu kurumda, gerektiğinde HALK  TARAFINDAN  PADİŞAHA  dava açılabilir ki, tarihte  örnekleri görülmüştür. 
    “İşte bu anlayışı belirtmek, gözler önüne ermek için Topkapı Sarayı’nda, yani Osmanlı Devletinin idare merkezinde en yüksek bina olarak bu Adalet Kulesi inşâ edilmiştir.
    “Pâyitahtın halkı, devletin yönetildiği yere baktığında Adâlet Kulesini görür ve devlet-ebed müddeti de ADALET  ÜZERE  tesis edilip, en âlî unsurunun da ADALET  olduğuna, tıpkı bu kule gibi hep göz önünde bulundurduk.”
    Ama işte bu adaletle bu devlet 623 sene ayakta kaldı. Bakalım adaleti yok edenler ne kadar dayanabilecekler?
    “Osmanlı İnsanı”  isimli kitabında Vehbi Vakkasoğlu bir hatıra anlatıyor: 
    “Bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı:
    Doğu Anadolu’nun bir dağ köyünde öğretmendim. Mevsimin ilk karı yeryüzüne düşmüştü. Öğrencilerim  karda oynamayı çok istiyorlardı. İki saatlik beden eğitimi dersinde oynamayı çok istiyorlardı. Ben de o saatte onları dışarıya çıkardım. Göz alabildiğine uzanıp giden bem beyaz bir tepenin üzerinde idik. ‘Sizinle bir yarışma yapalım’ dedim. Çocuklar kabul ettiler. Yüz metreden biraz fazla görünen bir mesafeyi yürüyeceklerdi. Yan yana yürüyecekler ve en doğru çizgiyi ayak izleri ile çizmiş olan birinci gelecekti.
    “Tek sıra halinde yürümeye başladılar. Hepsi de çok dikkatliydi. Mümkün mertebe acele etmiyorlar, birbirlerini kolluyorlar, ayak izleriyle düz bir çizgi çekmekten başka şey düşünmüyorlardı.
    “Ben de yanlarında yürüdüm. 
    “Nihayet düdük sesiyle durdular. Hep birlikte başlarında durdukları çizgilere bakmaya başladık. Oldukça eğri büğrü izlerdi bunlar. Galiba hiçbiri tam düz olmamış diyecekken, hayretler içinde kaldım… Mehmed’in ayak izleri âdeta CETVELLE  ÇİZİLMİŞ  KADAR  DÜMDÜZ idi. Bütün çocukları o izin baş ucuna çağırdım. Hepsi çok şaşırdı.  Göz kamaştıran bu beyazlıkta nasıl olmuştu da Mehmet böylesine dümdüz bir çizgi çizebilmişti ayak izleriyle…
    “Mehmet herkesin kendisine hayranlıkla bakışlarından biraz da mahcup bir ifadeyle, ‘Gayet  basit, öğretmenim’ dedi. ‘Ben yürümeye başlarken, gözümü şu ufukta duran SÖĞÜT  AĞACINA diktim ve ondan hiç ayırmadım. Hep ona bakarak yürüdüm.”
    Vehbi Vakkasoğlu bu hatıra üzerine şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Ufuktaki SÖĞÜT hedeflendiği takdirde Mehmetler doğru izler bırakıyor, zikzak yapmıyor, sağa sola sapmıyor. Demek ki, bugün, dosdoğru bir nesil yetiştirebilmemiz için, gözümüzün ve gönlümüzün SÖĞÜT’te olması gerekiyor. SÖĞÜT’te tohumu atılan inanca, ahlâka ve fazilete bugün her zamankinden  fazla muhtaç değil miyiz?”
    Osmanlı Gayr-i Müslimlerin inançlarında da saygılı davranmıştır:
    Sırp Kralı Kara Yorgi Brankoviç, Padişah II. Murat  aleyhinde çeşitli entrikalar çevirdi.  Macar Kralı ve Karamanoğlu ile birlik oldu. Sultan II. Murad  bu iki düşmanını mağlup edince, aman diledi. Akrabalık kurmak da istedi. Kızı Mara’yı Sultan Murad ile evlendirmek istiyordu. Padişah paşalarına danıştı. Onlarda:  “Almak gerek sultanım” deyince Mara’yı eş olarak kabul etti. Bir çok hediye ve zengin bir çeyiz hazırlığı ile Mara’yı Edirne’ye  getirdiler.
    Mara Edirne Sarayında tam on bir yıl, Sultan Murad’a aşkla bağlandı. Çok dindar olan bir Padişah olan Sultan Murad Han, Mara’yı dini hakkında serbest bıraktı. O da Hıristiyan olarak kaldı ve Müslüman olmadı.
    Sultan Murad, 1451’de vefat edince, Mara, yeni Padişah olan üvey oğlu Sultan Mehmed’den izin alarak ülkesine döndü.
    Genç yaşta dul kalan Mara, siyah matem elbisesini ölünceye kadar üzerinden çıkarmadı. Üstelik başta Bizans Kralı Konstantin olmak üzere, on bir Hıristiyan hükümdarın evlenme tekliflerini de reddetti ve dedi ki:
    “Ben dünyanın en büyük tâcidarının aziz hatırasını rencide edemem!”
    Mara Müslüman olmamış, Osmanlı sarayında yaşamayı kabul  etmemiş, ancak buna rağmen  Sultan II. Murad’ın hatırasına böylesine sadık kalabilmiştir.
    Bu da gösteriyor ki, Osmanlı hatırası, bütün hayatını etkileyecek kadar güçlü, güzel ve insanîdir. 
    Hiç unutmuyorum 1993’te Hizmet  Pensilvanya’da bir kamp satın alınca, o senenin Haziran ayında  bir açılış yaptı. Ali Rıza Tanrısever Ağabeyimiz Söğüt’ü hatırlatır bir konuşma yaptı. Bu sebeple orada yapılan hizmetlerin sağlam temeller üzerine oturduğuna kâniyim.

    13 Kas 2023 10:01
    YAZARIN SON YAZILARI