Yalancı çoban sendromu ve Erdoğan'ın asıl korkusu

''Yeni tapeler ya da delillerden ‘Erdoğan’ı utandıracak’ bir şey çıkmasını pek beklemiyorum. Kaldı ki Türkiye’nin medya ve siyaset yapısı öyle bir hale geldi ki, ne tür bir skandal olursa olsun Erdoğan’ı utandırması pek mümkün gözükmüyor. Peki o zaman Erdoğan’ın korkusu neden büyük?''

SHABER3.COM

Adem Yavuz Arslan / Tr724

Belki tekrar olacak ama yine yazmak zorundayım.
 
Türkiye’nin itibarını beş paralık etme konusunda kimse AKP’nin eline su bile dökemez.

Özellikle de yurt dışında. Bilhassa da Amerika’da.

Son ‘bomba’yı görmüşsünüzdür.

AKP hükümeti, Washington’un en bilinen Türkiye uzmanlarından Prof. Henri Barkey’i ‘15 Temmuz darbe girişimini organize etmekle’ suçladı.

Sadece bununla kalsa iyiydi, suçlama listesinde 17-25 Aralık soruşturmasından MİT Tırları’na her şey var. ‘Haber’ daha da ‘sağlam’ olsun diye Barkey’in HSBC patlamaları ve Gezi Parkı olayları sırasında da Türkiye’de olduğunu yazmışlar.

Böylece aradan geçen bunca zamana ve yazılmış onlarca iddianameye rağmen ‘15 Temmuz Darbe Planı’ ortaya çıkmadı ama en azından ‘darbenin organizatörü’ (!) bulunmuş oldu.

İktidar medyasının son 4 yılda yazdığı sayısız yalan haberden birisiydi ama bu tam ‘kör göze parmak sokmak’ oldu.

Düşünün Henri Barkey, Washington’un en bilinen Türkiye uzmanlarından. Türkiye’de doğmuş, ABD Dışişleri’nde çalışmış, Haziran 2017’ye kadar Woodrow Wilson Merkezi’nin Ortadoğu Program Direktörlüğü’nü yapmış bir isim.

Söz konusu Türkiye olunca ‘ne yazdığına, ne anlattığına’ bakılan az sayıdaki uzmandan birisi.

Türk hükümetine (yargısı demiyorum çünkü bu soruşturmaların tamamen politik olduğunu söylemeye bile gerek yok) göre Barkey darbe günü İstanbul’daydı, bu da ‘darbeyi ABD’ye bağlamak için’ yeterli bir neden.

Bu tip haberler AKP tabanını motive etmede işe yarayabilir ama maalesef ülkenin uluslararası arenada intihar etmesine neden oluyor.

Diken’den Amberin Zaman’a konuşan Barkey’in dediği gibi “Böyle saçmalıkları uyduran bir devleti ciddiye almak çok zor ve Ankara’nın anlamadığı da şu: Eğer siz delil uydurursanız, ciddi istekleriniz olduğu zaman (örneğin Gülen) kimse sizin verdiğiniz delillere inanmayacak. ‘Bunu uyduran öbürlerini uydurmuştur’ der.”

Nitekim Washington’daki hava tam da Barkey’in söylediği gibi.

Başta 15 Temmuz olmak üzere Erdoğan rejiminin söylediklerinin ciddi bir itibar sorunu var.

Fethullah Gülen meselesinde de öyle.

Türkiye, bunca zamana rağmen Gülen’in darbenin ardında olduğuna dair herhangi bir delil sunamadı. Dahası ‘85 koli evrak verdik’ dediklerinin çoğu 15 Temmuz öncesine ait ve neredeyse tamamı da Havuz’da çıkan haberler.

Dahası, konsolosluk çalışanlarını, Türkiye’de yaşayan bir pastörü ve NASA çalışanı bilim adamını ‘darbe’ iddiasıyla tutuklamışsınız.

‘Galiba fazla saçmaladık’ diyeceğinize, Henri Barkey’i ‘darbenin organizatörü’ ilan edip hakkında yakalama kararı çıkartıyorsunuz.

YALANCI ÇOBAN SENDROMU

Aynı sorun Başbakan Binali Yıldırım’ın son Washington turunda da ortaya çıktı. Yıldırım’a göre ‘Türkiye’nin yeni delil sunmasına gerek yok’ ve ‘ABD, Gülen’i derhal teslim etmeli’.

Bu aşamada bir parantez açıp şu notu düşeyim: Eğer Türkiye darbe girişiminin ardında Gülen’in olduğunu belgeleyebilseydi, ABD tarafının tepkisi farklı olurdu. ABD, 15 Temmuz’un ardında Gülen’in olduğuna ikna olsa, Türkiye’ye olmasa bile başka bir ülkeye gitmesini isteyebilirdi.

Yıldırım’a dönersek.

Yıldırım, CNN’de Fareed Zakaria’ya konuk oldu. Türkiye’nin haklı tezlerini anlatmak için iyi bir fırsattı. Sonuçta Fareed Zakaria’nın programı oldukça popüler.

Zakaria, ‘Gülen’in iadesi için ikna edici delil’ meselesini sorduğunda Binali Yıldırım akla ziyan bir cevap verdi.

Daha doğrusu önündeki kâğıttan okudu. (Bu Yıldırım’ın sözlerinin spontane söylenmediğini, planlı bir söylem olduğunu gösterir.)

Dedi ki, ‘Biz size 11 Eylül’ü El Kaide yaptı dediğinizde delil mi sorduk?’

Mantık oyunlarıyla üste çıkmayı denese de Yıldırım’ın cevabı “15 Temmuz’a dair elimizde Gülen’le ilgili bir şey yok” itirafından başka bir şey değil.

Unutmamak gerekir ki iade süreci yargısal bir konu ve AKP’nin Beyaz Saray’dan çok ABD yargısını ikna edecek delilleri ortaya koyması lazım.

Bu sebepten, Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi zaten sıfıra yakın bir ihtimaldi, AKP sayesinde o küçük ihtimal de kalmadı.

GÜLEN’İ KAÇIRMAK!

Başbakan Binali Yıldırım’ın Washington seyahati ABD medyasında pek haber olmadı ama AKP ve Erdoğan manşetlerden düşmüyor.

Son skandal Wall Street Journal (WSJ) tarafından patlatıldı. ABD’nin en etkili gazetelerinden WSJ’ye göre Türk hükümeti, Trump’ın eski danışmanı Michael Flynn ve oğluna Gülen’in Türkiye’ye kaçırılması için 15 milyon Dolar teklif etti.

Skandal, ABD Adalet Bakanlığı Özel Danışmanı Robert Mueller’in ABD başkanlık seçimlerine Rusya’nın olası müdahalesi hakkında yürüttüğü soruşturma kapsamında ortaya çıktı.

Konu -doğal olarak- Türk medyasında pek yer almadı ama tüm dünya medyası bu skandalı konuştu.

Özellikle de ana akım ABD medyası saatlerce bu konuyu irdeledi.

Skandalın detayları ayrı bir yazı konusu ama şimdiden şu notu düşmekte fayda görüyorum: Erdoğan ve AKP kurmaylarının uykusunu kaçıracak tek kişi Zarrab değil.

Flynn’in özel savcıya anlattıkları/anlatacakları Erdoğan için pek hayırlı olmayacaktır.

Düşünün, zaten Gülen aleyhine elle tutulur bir delil ortaya koyamamışsınız, üstüne Trump’ın danışmanına 15 milyon Dolar önerip ABD’den kaçırmayı planlıyorsunuz.

Sonra da ‘Neden bize inanmıyorsunuz?’ diye söyleniyorsunuz.!

Erdoğan ve kurmayları Gülen’i kaçırabilir miydi bilmiyorum ama böyle planlar yaptıklarına göre akıllarını kaçırmış olmalılar.

ERDOĞAN’IN ASIL KABUSU

Aslında bütün bu tartışmaların yani Erdoğan ile ABD arasında yaşanan gerginliklerin temeli Zarrab davası. Daha önce bu köşede yazmıştım. Erdoğan, Zarrab’ı kurtarmak için kelimenin tam anlamıyla ‘her şeyi’ yaptı fakat başarılı olamadı.

Hal böyle olunca da ABD ile kavga ederek Türkiye içindeki konumunu güçlendirmeye çalışıyor. ABD’nin bu tehdide boyun eğmesi zaten beklenmiyordu nitekim öyle de oldu.

Yıldırım’ın Mike Pence ile yaptığı görüşme sonrası Beyaz Saray’dan yapılan ve diplomatik anlamda hayli sert olan açıklama bunun göstergesi.

Öte yandan ABD medyasına yansıyan yorumlar Zarrab davasının Erdoğan’a uzanabileceği, Zarrab’ın anlatacaklarının Erdoğan’ın uykusunu kaçıracağı yönünde.

Washington’daki bazı uzmanlara göre Erdoğan’ın asıl korkusu, Zarrab davasına adının şahsen karışmasından çok kurduğu sistemin çökmesi.

Şöyle ki…

Zarrab dosyasından Erdoğan’ı zorda bırakacak ne çıkacak henüz bilmiyoruz. Fakat 17/25 tapelerinden hatırladıklarımız var: Sıfırlanamayan paralar, ‘kucağa oturtmalar’, arsa pazarlıkları ve daha neler neler…

O yüzden yeni tapeler ya da delillerden ‘Erdoğan’ı utandıracak’ bir şey çıkmasını pek beklemiyorum. Kaldı ki Türkiye’nin medya ve siyaset yapısı öyle bir hale geldi ki, ne tür bir skandal olursa olsun Erdoğan’ı utandırması pek mümkün gözükmüyor.

Peki o zaman Erdoğan’ın korkusu neden büyük?

Yapılan yorumlardan birisi şu: Zarrab davasından kuvvetle muhtemel 5 Türk bankasına çok büyük maddi cezalar gelecek.

İfade edilen rakamlar milyar dolarlar şeklinde.

Söz konusu bu bankaların ‘uluslararası sistem dışına çıkarılması’ bile konuşuluyor. İşte Erdoğan’ın asıl korkusu da burada.

Çünkü Erdoğan’ın kurduğu sistemin temeli başta Halkbank olmak üzere bu 5 banka. Havuz medyasını da bu bankalar üzerinden kurdu, yandaş iş adamlarını zengin ettiği ekonomik düzeni de bu bankalar aracılığı ile yürüttü.

Detayları uzatmak mümkün. Kısacası Erdoğan’ın kendisi ve yandaşları için kurduğu ‘saadet zinciri’nin merkezinde bu bankalar var.

Eğer Zarrab davası ile bu bankalar sistem dışına çıkarsa Erdoğan’ın sistemi ağır hasar alacak. Sadece kendisi ve yakın çevresinin değil Türkiye’nin ekonomisi de çökecek. Bu da Erdoğan rejiminin sonu demek.

Bazı uzmanlara göre Erdoğan’ın kâbusu bu.

AKP’nin de yaşanmış ağır bir ekonomik kriz sonrası iktidara geldiğini düşünürseniz bu tezi yabana atmamakta fayda var derim.

<< Önceki Haber Yalancı çoban sendromu ve Erdoğan'ın asıl korkusu Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER