Bir özlem, bin teşekkür ve bir umut


Asla kabul edemediğim şeylerden birisi İmam Gazzali aleyhinde söylenenlerdi. Fakülte yıllarında felsefe hocalarımız İslam medeniyetinin duraklamasını Gazzali Hazretleri'nin felsefe aleyhine serdettiği görüşlere bağlardı. Hatta yeni nesil, istikbal vadeden hocalarımızdan bir tanesi Farabi ve İbn Sina'yı uzun uzun anlattıktan sonra sözü Gazzali'ye getirmiş ve "Zaten felsefe ile münasebeti iki seneden ibaret. Bu kadar zaman içinde felsefenin anlaşılması mümkün değil ki, eleştirisi yapılabilsin." kabilinden yaptığı konuşmayı, "Bu iki Müslüman filozofu anlamamış aslında" noktasına bağlamıştı. Kim ne derse desin benim dünyamda fazla bir tesir uyandırmıyordu. Hazretin sevgisi müstesna bir yer tutuyordu gönlümde. Evet, felsefenin İslam dünyasındaki tahtını sallamıştı. Ve nedense bizim hocaların dikkatini çeken şey içimizden çıkmış böyle bir kamet değil de onun sillesiyle yere serilen felsefe tahtı oluyordu. Aristo şarihlerini fazlasıyla ilginç buluyorlardı. Bu bayram biraz da özlem saikiyle Ahmet Selim ağabeyin 'Din, Medeniyet, Laiklik' kitabını okumaya başladım. Sanki karşısında duruyordum. Jestleri, mimikleri, ses tonu ve heyecanlarıyla kitabı onun sesinden okuyor ve sohbet ediyor gibiydik. "Gülmeyin ciddi bir tespittir: Osmanlı münevveri Tanzimat'la birlikte namazı terk etti." cümlesini okuduğumda fark ettim kendimi ne kadar da kaptırdığımı. Arkadan "Gazzali tesiri" bölümüne geldim. Kitap gerçekten emek mahsulüydü. Hakikat aşkına adanmış, hakikat sevgisiyle çilesi çekilmişti. Bölüm başlarına alınan özlü mesajlar aslında müellifimizin bam teline dokunan mızrap gibiydi. "Çilesi çekilmeyen şeyin aşkı olmaz" diyordu mesela Necip Fazıl ve ardından ekliyordu: "Ne geldiyse başımıza aşkımızı kaybetmekten geldi." Çile bitince aşk da bitti. İşte hakikat adına çekilen altı yıllık bir çilenin neticesinde çıkmıştı ortaya elimdeki kitap ve çilekeşlere takdim edilmişti. Şairin dediği gibi "Dertsizin derdine derman olmak" zaten mümkün değildi. Ahmet Selim ağabey, "Gazzali tesiri" bölümünde, gönlümün sevdiğini söyleyerek değil, hakikati kavrama konusunda zaafa düşenlerin, hazreti tahfif edişlerine en güzel cevabı Batı'nın yükselişinde Gazzali Hazretleri'nin tesirini göstererek veriyor ve kalbime su serpiyordu. Ben de kendimce bir şeyler diyor ve Hazret'in arkasından meselenin devam ettirilemeyişine hayıflanıyordum. Ama böyle yerli yerine oturtamıyordum. Türkiye'nin sıcak gündemleri farklı belki. İnsanların çoğu hakikatin görünen yüzüne daha fazla alaka gösteriyor. Suriye, Kuzey Irak, terör konuları fazlasıyla merakâver. Arkadaki sebep ve saiklerle uğraşmak belki de manasız geliyor. Ama sıcak dediğimiz gündemler eğer yüz yılı aşkın bir zamandır tekrarlanıyorsa ve bazen artıp bazen azalarak da olsa otuz yıldır sıcak çatışma halinde devam ediyorsa buna günlük demek de pek mümkün değil. Günübirlik bakarak çözmek de mümkün değil. Zaten böyle bakanlar, eğer bir milli felsefe oluşturulamazsa, bizim medeniyetimizin çocuklarının sürüm sürüm sürünerek yaşamaktan kurtulamayacağını söyleyen Hocaefendi'nin, Kürt meselesine dair açıklamalarını da zannediyorum yerli yerine koyamadılar. "Her gün sabah beş ile sekiz arasında bilgisayarın başına geçiyorum. O dosyayı açıyorum. Hiçbir şey yapamasam da bir çınarın gölgesinde oturuyormuşum gibi o dosyanın başında oturuyorum." demişti, bir gün Ahmet Selim ağabey. 'Din, Medeniyet, Laiklik' kitabı bana o dosyayı hatırlattı. Eğer o dosya, bu kitap gibi çıkarsa, hakikat aşkı adına büyük bir çile kıvılcımı daha çakmış olacak. Ahmet ağabeye bin teşekkür hisleriyle dolarken umutlarımı o dosyanın kitaplaşmış haline bağladım.
<< Önceki Haber Bir özlem, bin teşekkür ve bir umut Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER