Kendini döven CHP


Geçen gün AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, "Yemin için 15 Temmuz son gün" demişti... Başbakan Erdoğan hemen buna karşı çıktı: "Grup başkanvekilimizin dili sürçmüş..." Müdahalenin sebebi çok basit: CHP yemin etmeyerek yasalarla kavga ediyor. Adeta kendini yumrukluyor. Çünkü muhatabı (rakibi) yok. Hatasını fark eden Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan'ı bu işin içine çekmeye çalıştı ama başaramadı. Erdoğan, "Tükürdüklerini yalayacaklar" diyerek Kılıçdaroğlu'nu iyice açmaza soktu. Şimdi CHP'lilerin debelenmesini uzaktan izliyor. İşte bu ortamda, "15 Temmuz son gün" derseniz, AKP olarak CHP'nin doğrudan muhatabı haline gelirsiniz. Çünkü Anayasa'nın 84'üncü maddesine göre milletvekilliğinin düşmesinde, nihai kararı 276 oyla Meclis veriyor. Başbakan Erdoğan, koskoca CHP'yi köşeye sıkıştırmışken, niye rakibinin eline koz versin? Niye krizin tarafı olsun? Bu şartlarda CHP de mecburen kurtuluşu Meclis Başkanı Cemil Çiçek'te arıyor. Aslında Çiçek, "Amuda kalkın, horoz taklidi yapın" dahi dese kabul edecek durumdalar. Şike 'iç' işimiz değil Türkiye, ortalama vatandaşın sandığından çok daha güçlü bir biçimde dünyaya eklemlenmiş durumda. Örneğin "Şike-Teşvik Primi Operasyonu"... Bu operasyonun kendini temizlemeye çalışan Türkiye'yle ilgili olduğunu söyledik. Askerlerin, emniyetçilerin, belediyelerin, vakıfların, şirketlerin hizaya sokulduğu bir dönemde, elbette futbol da yasalara tabi olacaktı. Peki, bu olay sadece ülkenin iç meselesi mi? Yurtdışı bağlantısı, UEFA ve FIFA'dan mı ibaret? Elbette değil... Basit ama önemli bir örnek vereyim: Bizdeki "İddaa" benzeri bahis organizasyonları birçok ülkede var. Devletin gözetimi altında yapılan bahislerde dönen devasa paranın kayda değer bir bölümü futbol sektörüne aktarılıyor. Bahislerde 183 farklı lig ve kupadan maçlar yer alıyor: Diyelim ki bir maç Türkiye Süper Ligi'ndense, bir diğeri Polonya Kupası'ndan olabiliyor. O halde bütün ülkelerde futbolun aynı yasa, kural ve ilkelere bağlı olarak oynanması gerekiyor ki insanlar gönül rahatlığıyla bahse katılsın. Buna karşılık "şike ve teşvik primi" gibi sahtekârlıklar, rekabetin olağan akışını bozuyor. Bahisçilerin hevesini kırıyor. İnsanlara kandırılmışlık duygusu hâkim oluyor. Halbuki Türk bahisçinin Polonya futbol sektörüne, Polonyalı bahisçinin de bizimkine güvenmesi gerek. Dolap çevrildiğini bilseniz, Milli Piyango bileti alır mısınız? Süper Loto oynar mısınız? Özetle "Temiz Futbol" sadece bir "yerel ahlak" meselesi değil. İşin mali boyutları var; hem de uluslararası ölçekte! Telefon acemileri Bu "şike-teşvik primi" işinde iki noktaya hâlâ akıl erdirebilmiş değilim. Birkaç yıldır Türkiye'de kalburüstü insanlara "dokunuluyor". Savcılar eskisinden farklı olarak, ince eleyip sık dokuyor, önce delilleri buluyor, sonra sanığa ulaşıyor . Delil bulmada en çok kullanılan yöntem ise telefonların izlenmesi ve dinlenmesi... Durum buysa... 1) Nasıl oldu da, spor sektörünün bazı önemli simaları, suç olan eylemleri telefonda konuşabildi? Apoletlilerin dahi dinlendiği bir ortamda neye güveniyorlardı? 2) Nasıl oldu da, şikeye 5 ila 12 yıl hapis cezası öngören kanun, 14 Nisan 2011'de yürürlüğe girmesine rağmen, o tarihten sonra da bu işlere devam edebildiler? Belli ki ne "Değişen Türkiye" analizlerini okumuşlar, ne de "Herkesi dinliyorlar" diye yaygara koparan Ergenekon dostu medyacıları önemsemişler.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER