Kürt Sorununda Çözümün Neresindeyiz?


Demokratik açılım iradesinin ilan edildiği andan itibaren Kürt sorununun çözümü konusunda hangi noktaya geldik? PKK ve BTP'lilere bakılırsa açılım siyaseti fiyasko ile sonuçlanmış, çünkü süreç başlayalı beri hemen hiç adım atılmamış, bazı köylere isimlerinin iadesi gibi çok basit işler bile yapılamamış, Habur'da yaşananlar karşısında hükümetin cesareti kırılmış ve milliyetçi söylemlere teslim olmuştur. Daha milliyetçi muhalefete göre ise, onlar da yaşanan açılımın TC devletinin ciddiyeti ve vakarından saptırmış ve bölücü unsurların açılım söylemleriyle fazla şımartılıyor. Kuşkusuz durumun daha nesnel bir tespitini yapmak mümkündür ve ortada bir sorun varsa bu sorunun çözümü konusunda nerede olduğumuzun tespitini yapmadan bundan sonrası için bir yol haritası ortaya koymak mümkün değildir. Stratejik Düşünce Enstitüsü bünyesinde geçtiğimiz aylarda düzenlenen bir çalıştayda Kürt sorununa duyarlı bütün kesimleri buluşturarak tam da çözümün hangi noktasında olduğumuzun cevabını aramaya çalıştık. Çalıştayın sonunda ortaya çıkan görüşleri ise Bekir Berat Özipek ve Dr. Vahap Coşkun ile birlikte raporlaştırdık. Raporda sorunun mevcut konumu tespit edilerek çözümü için önerilerde bulunuluyor. Öncelikle belirtiliyor ki, izlediği inişli çıkışlı grafiğe ve içerdiği sınırlılıklara rağmen Demokratik Açılım, devlet paradigmasının değişimini ve çözüm yolunda bir eşiğin aşılmasını ifade ettiğinden bu süreçteki en büyük avantajlardan biridir. Sorunun çözüm sürecinde kesinlikle başlamış olduğumuz noktadan çok ilerdeyiz. Bu konuda hiç bir adımın atılmamış olduğu ve açılımın içi boş bir söylem olduğu iddiası hakkaniyete sığmaz. Açılım süreci sayesinde konuya dair devlet paradigmasının değişmiş olduğu tescillenmiş ve Kürt meselesine dair her konu siyasete açılmıştır. Dolayısıyla Kürt sorunu, aslında sorunun bu şekilde tanımlanması ve açılımın bir devlet politikası olarak ilan edilmesiyle birlikte bir bakıma büyük oranda zaten çözülmüştür denilebilir. Bundan sonra atılacak adımlar, bu konudaki talepler ister karşılansın ister karşılanmasın, bu büyük adımın yanında sadece teferruat olarak kalacaktır. Bu aşamadan sonra Kürtlere birilerinin bir şeyler vermesi, bazı haklar tanıması gibi bir durumdan ziyade, bu konuda talebi olanların, önlerine açılmış siyaset alanını verimli, ikna edici ve yetenekli bir biçimde kullanıp kullanamaması sözkonusudur. "Hükümet bize bir kaç kurs hakkı veriyor, ağzımıza bir parmak bal çalıyor, bu da yeter size, dolayısıyla henüz hiç bir sorun çözülmemiştir" gibi ifadelerle hâlâ silahlı oluşumlara bir mazeret veya bahane atfetmeye çalışmanın bu düzeyde hoşgörülecek bir yanı yok. Konu bütün boyutlarıyla siyasal alana taşınmış, bu alanda tanınmış olduğu andan itibaren geriye sadece argüman geliştirme, tartışma ve siyaset kalmıştır. Bu tartışmanın sonucunda insanları ikna edemiyor olmak bu talepleri ileri sürenlerin bir zaafı olarak kaydedilebilir sadece. İkna etmenin yolu insanların empati ve sempatilerini uyandırmaktan da geçiyor ve siyaset bu tür kanalların da en etkili biçimde çalışabileceği alana deniyor zaten. Tartişmalarda başbakanın veya başka birilerinin bazı taleplere (örneğin anadilde eğitim gibi taleplere) "asla olmaz, bizden kimse bunu istemesin" demesi kadar normal bir şey olamaz. Herkes kendi siyasetini güder, herkes bu meydanda kendi siyasetinin hesabını da verir. Önemli olan, kimsenin talepleri, argümanları veya davaları dolayısıyla "hain", "bölücü" diye mahkum edilip siyaset alanının dışında tutulmamasıdır. Bugün en azından Kürt sorunu bağlamında bu tartışma düzeyi yakalanmıştır. Bu yüzden, bu seviye hiç kat edilmemiş gibi davranılamaz. Özellikle Kürt siyasetçilerinin bu mesafe hiç kat edilmemiş gibi davranmaya devam etmeleri ve hala atılacak bütün adımları "devletten bekliyor" olmaları, sorunun gerçek boyutlarından çok daha fazla ve ağır hissedilmesine yol açmaktadır. Siyaset zemini kapalı olmadığı sürece bugün bunu söyleyenlerin yarın başka bir şeye ikna olmaları mümkündür ve onları ikna etmenin yolu şiddete mazeretler üretmek değildir. Bu, sorunun devamından nemalanma iradesini ele vermiş olur sadece. Demokratik özerklik, öz-savunma güçleri gibi konular gündeme geldiği anda Güneydoğu'daki genel kamuoyu bunları hemen geçersiz hale getiren bir eleştiriye tabi tuttu. Tartışmanın açıklığı ve siyaset ilkesinin işlemesi sayesinde olamayacak seçenekler dışlandı. Bugün PKK bile demokratik özerklik kapsamında daha önce DTK'nın açıkladığı projeyi sahiplenemiyor. Oysa "Anadilde eğitim" konusu en dindarından en sekülerine, BTP'lisinden AK Partilisine hatta CHP'lisine kadar bütün Kürtlerin mutabık olduğu tek konudur. O yüzden açılımın bundan sonraki aşamalarında Anadilde eğitimin tanındığı bir çıtanın altındaki hiç bir çözümün Kürt taleplerini tatmin etmesi mümkün olmayacaktır. Böyle bir uygulamanın Kürt çocuklarının geleceği açısından ne tür olumsuz sonuçları olacağı hususu bir gerçek ama ayrı bir tartışma konusudur. Bazı sakıncaları varsa bunu talep edenlerin düşünmesi daha iyi olacaktır. Dolayısıyla Anadilde eğitime herkesin hazır olması gerekiyor. Bu hakkın karşılanması eni sonu teknik sorunlarla ilgilidir ve bugün bunu karşılamak zor olsa da bu zorluk zamanla aşılmaz değildir. Raporda böyle bir teknik için bir ön-uygulama önerisi yapılmaktadır. Bu uygulamanın temel şartı da özgürlüktür. Yani anadilde eğitim hakkının tanınması aynı zamanda hiç bir Kürde de zorla anadilde eğitim görmeye zorlanmamasının temin edilmesi şartıyla sağlanmalıdır. Çünkü herkes bu hakkı kullanmak istemeyebilecektir. Raporun tamamına ulaşmak için: www.sde.org.tr
<< Önceki Haber Kürt Sorununda Çözümün Neresindeyiz? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER