Bir 'satılmış' Ben!


Okuyucularım arasında tuhaf bir grup var. Ne zaman hoşlarına gitmeyecek bir şeyler yazsam, kişi âlemi kendi gibi bilirmiş fehvâsınca derhâl “satılmış” damgasını vuruyorlar alnıma. Bu hesabca haftanın bir günü hükûmete satılıyorum, ertesi gün o mâlûm dış mihraklara, üçüncü gün Ermenilere dördüncü günse Rumlara. Eh, zâten haftada dört kere yazdığıma göre geriye kalan üç gün de tabii hizmetlerimin karşılığını der-cîb etmekle geçiyor. Meselâ o günlerden muayyen birinde saat tam 14.30’da benim oturup beklediğim cafénin önünde siyah bir limuzin duruyor, içinden 50 yaşlarında orta boylu tıknazca kır bıyıklı ve yine siyah takım elbîseli, melon şapkalı, elinde kamış bir baston taşıyan bir zât iniyor, ağır ve temkinli adımlarla benim oturduğum masaya yaklaşıyor, tam yanıma varırken sağ elini ceketinin sol iç cebine sokarak oradan sarı ve kabarık bir zarf çıkarıp kucağıma hafifçe kaydırdıkdan sonra yumuşak bir dönüşle tekrar çıkıp arabasına biniyor ve gözden kayboluyor. Kısacası her hafta onbeş bin dolar ordan, yirmibeş bin avro şurdan filan derken Allâhıma şükür rızkım çıkıyor ve hiç değilse zarûrî ihtiyaçlarımı karşılıyor, söz temsîli kedi kızım Cin’le köpek kızım Ayla’nın ve her sabah saat tam 07.30’da apartman kapısı önüne toplanıp kahvaltılarını bekleyen bir düzine kadar öbür küçük sevgililerimin mamalarını satın alabiliyorum. Bu bahsetdiğim kategorideki okuyucularımın laf dinlemeğe ve anlamaya maatteessüf niyetleri olmadığından onlara defâlarca Rum Patrikhânesi’nin yüzde yüz bir “Türk müessesesi” olduğunu, Fetih’den sonra Sultan Mehmed Hân tarafından ihyâ edilip yeni Patrik’e, hâlâ taşıdıkları, asâsının dahî bizzat kendisi tarafından armağan edildiğini, üç tuğlu vezirlik rütbesi tevcîh edilip emrine bölük düzeyinde bir Yeniçeri şeref kıt’asının da verildiğini vs. anlatsam da mecâzen bön nazarlarla yüzüme bakmakdan vazgeçmiyorlar. Kaldı ki diye ekliyorum her seferinde, Patrikhâne tamâmen yabancı bir müessese bile olsa bu bizim tarafımızdan mensublarına “gâvur eziyeti” edilmesi, yâni Rumca tâbiriyle onların “çarmıha gerilmesi” için bir gerekçe teşkîl edemez! Ama nâfile! Tıpkı Ermeni Patrikhânesi gibi! Bu okuyucularıma Ermeni Patrikhânesi’nin üstelik târihde ilk ve son defâ olmak üzere bir Müslüman hükümdâr, yine Mehmed Hân, tarafından kurulmuş olduğunu bile anlatamıyorum. Tasavvur buyrulsun ki bundan 550 yıl önce bir “Müslüman/Türk” pâdişah bir “Hıristiyan” Kilise örgütü kuruyor ve onun torunları 21. Yy.’da o patrikhâne mensublarının analarından emdiklerini burunlarından getiriyorlar! Ve benim gibi bir safderun bunları yazınca “satılmış” oluyor! Değerli Arkadaşlar! Sizin kafa yapınız böyleyse ben maalmemnûniye “satılmış”ım, tamam mı? “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben!” Canıma değsin! Gelsin paracıklar!!! NOT: Bu bahsetdiklerimle hiç alâkası bulunmayan diğer bâzı okuyucularım bana son günlerde şu İklim Hanım, Ahmet ve Nedim Beyler konusuna niçin hiç değinmediğimi soruyorlar. Cevabı çok basit: Çünki konuya yeterince vâkıf değilim ve kendimi gülünç etmek istemem. Zâten yeterince ve kısmen vukufla yazılıyor.
<< Önceki Haber Bir 'satılmış' Ben! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER