Stokholm sendromu


Hemen en önce söyleyeyim de sonra altda yer daraldı mer daraldı diye güme gitmesin: Bu akşam Kadir Gecesi. Müslüman okuyucularıma kutlu olsun! Belki bilmeyen vardır, Kadir Gecesi (27/28 Ramazan) “Kandil” olarak adlandırılmayan yegâne Kandil’dir. Kur’ân’ın ilk inmeğe başladığı gecedir. Öbür Kandiller: Regâib, Berat (dikkat: “Beraat” değil!), Mevlîd ve Mîrâc. Bu vesîleyle birkaç gün önce (15 Ağustos) bir politik haber bağlantılı olarak gazetelerde geçen “Meryem’in gökyüzünde dolaşması” kabîlinden cehâlet “râyihâlı” ibârelere de değinmek isterim. Bilmeyen de sanır ki Hazret-i Meryem bir “tenezzüh teyyâresi”ne binip havada iki tur atmış! Çocuklar, yapmayın! Onun adı Türkçe’de yüzyıllardır “Urûc-u Meryem”dir. Demek ki neymiş? Birkaç yüz kelime İngilizce ezberlemekle yabancı dil öğrenilmiyormuş. Ve dahî daha önce Türkçe öğrenmek şartmış! Bu kadar ilâhiyât yeter! Dönelim tuhâfiyâta: Bir Alman ahbâbımın oğlu kısa süredir misâfirim. Türkçe öğreniyor ve Bilgi Üniversitesi’nde okuyacak. Cumâ günü Kadıköy İskele Meydanı’ndan geçerken sordu: “Komünistler neden ‘Hayır’ diyorlar, peki?” Kendisine anlatdım, belki işinize yarar ümîdiyle sizlere de anlatayım: 23-27 Ağustos 1973 târihinde İsveç Başkenti Stokholm’ün Norrmalstorg semtindeki bankalardan birinde bir soygun teşebbüsü cereyân etdi. Soyguncular dört kişiyi rehine alarak beş gün beş gece ellerinde tutdular. Nihâyetinde salıverip kendileri de teslîm oldular. Bu rehinelerin tıbbî/psikolojik muâyeneleri ve müşâhadeleri sonucunda ortaya çıkdı ki bütün o kâbuslu beş gün beş gece boyunca polisden duydukları korku, haydutlara karşı duydukları korkudan çok daha büyükmüş. Zâten daha sonra soyguncuların affedilmesi için dilekçe yazıp cezâevinde de kendilerini sık sık ziyâret etdiler. Şimdi bu ne mene bir kepâzelikdir, a dostlar? Bilim insanları bunu iki ana sebebe bağlıyorlar: Biri “algılama bozukluğu” denilen fenomen ki aşırı stressden ileri geliyor. Yâni çok şiddetli bir tehlikeyle yüzyüze kalan kimseler doğru/yanlış, iyi/kötü vs. gibi zıd kavramları birbirine karıştırabiliyorlar. O yüzden sanki düşman polismiş zannına kapılabiliyorlar. İkincisi ise “azâmî kontrol kaybı”ndan duyulan aşırı korku. Yâni kendilerini tutsak almış kişilerin herşeyi, hattâ ölüp ölmeyeceklerini bile kendi kontrollerine alıp kendilerinin hiç, ama hiç birşeyi kontrol edemez durumda olması onları panikletiyor ve bu yüzden sanki bir az da olsa kendilerinin de o fâillerle aynı kanaatde olduğu, bundan ötürü de “haklı” bulunduğu hayâline sarılıyorlar. Böylece “kontrol” sözümona bir nebze kendilerinin de oluyor. O yüzden işkencecisine âşık olan kurbanlara da rastlanıyor. Bu bahsetdiğim hâdise Stokholm’de geçdiği için sendrom tabii insanlık kadar eski olmasına rağmen buna “Stokholm Sendromu” denilmiş. Ben “Hayırcı” yurddaşlarımın ruh hâletini kısmen bu Stokholm Sendromu’na bağlama eğilimindeyim. Yoksa insan durup dururken cellâdına niye âşık olsun ki?

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER