Sahte gözyaşı!


Başbakan, 12 Eylül’de idam edilen gençlerin öyküsünü anlatırken ağladı... Gözyaşları gerçek miydi, sahte miydi? O konuşmayı hiç izlemeyenler bile, özellikle siyasi tepkilerin şiddetinden ve ölçüsüzlüğünden gözyaşlarının gerçek olduğu sonucuna varabilirler. Öyle keskin ve öyle telaşlı bir tepki geldi ki; gözyaşları sahici olmasa üzerinde kimse durmazdı. Ağlayan sadece Başbakan da değildi; dinleyen herkes duygulandı. Ki zaten böyle bir trajedinin hatırasında aksi mümkün değildi. Esasen, Erdoğan’ın gözyaşlarına hakim olup olamaması tezinin değerini ne artırır, ne eksiltir. Tam bu noktada, konu gözyaşından, başka fikirdeki insanların hayatlarından, acılarından, dramlarından açılmışken akla bir başka soru da geliyor. Erdoğan, hemen hemen her konuşmasında lideri olduğu siyasi gelenekle hiç ilgisi olmayan ve hatta bu geleneğin rakibi sayılacak; fikir insanları, sanatçılar, gazeteciler, akademisyenlerden övgüyle, saygıyla bahsediyor. Hayatta olanlardan da olmayanlardan da bahsediyor. Fikirleri ve eserlerine değer veriyor, uğradıkları haksızlıklar için de kompleks yapmadan devlet adına özür diliyor. Böylelikle, aynı zamanda bir gelenek de başlatıyor. Devletin katı, tartışılmaz, eleştiri kabul etmez, dogmatik geleneğinin, bilim, sanat, fikir ve insan hakkından önemli olmadığını gösteriyor. Başbakan bunu yaparken gündemde ne seçim vardı, ne de referandum... Nazım Hikmet, Ahmet Kaya, Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Hrant Dink, Abdi İpekçi, Metin Altıok, Şivan Perver, Muhlis Akarsu, Eşber Yağmurdereli, Şanar Yurdatapan, Fikret Başkaya... Daha birçok isim, birçok olay. Ne muhafazakar gelenekten bir siyasetçi olmanın, ne de hükümet başkanı olmanın kompleksi. Peki, burada duralım. Siz hiç eski veya yeni muhalefet liderlerinden, kendi geleneklerinin dışında bir isimden bahsettiklerini, kendi siyasi geçmişlerinin dışında cereyan eden bir sosyal trajediden dolayı üzüntü beyan ettiklerini duydunuz mu? Mevlana, Yunus Emre, Şeyh Edebali gibi artık bırakın ulusal olmayı, evrenselleşmiş değerlerimizden başka. Siyasi olarak dişe dokunur bir referans, bir saygı ifadesi, bir üzüntü veya övünme cümlesi... Muhafazakar, dindar veyahut hiç olmazsa demokrat gelenekten tek bir ismin bu ülkenin zenginliği olduğuna dair küçücük bir kabul, zayıf da olsa bir ima işiten oldu mu? Geçtim “samimi” bir cümleyi; sahte, tamamen siyasi hesaplarla söylenmiş bir kelime, bir isim bari olsun... Biliyorum, içinizden, “Bırakın karşı fikirdekilerden bahsetmeyi, kendi fikir dünyasına saygıları var mı?” diyorsunuz... Evet, bunu da duymadık. Ülkesinin değerlerine, kendi düşünce ikliminin dışındaki fikir ve sanat insanlarına tamamen yabancı, onları yok sayan bir anlayışla karşı karşıyayız. O anlayışın siyasetteki tezahürleri de doğal olarak karşıtı olduğu geleneğin örgütlerine, değerlerine, fikirlerine, eğitim ve istihdam hakkına saygı duymuyor. Sizin böyle bir sorumluluğunuz yok mu? Gelenekten ne anlıyorsunuz, nereden besleniyorsunuz? Her gün saatlerce konuşan liderlerin, sonuçta nasıl bir toplum ve fikir tasavvuru var, bilmiyoruz... Hayata, sanata, düşünceye dair bir duyarlılık emaresi, bir ipucu, bir iz yok. Hangi acıdan acılanıyorlar, hangi mutluluktan keyif alıyorlar, sır. Şu halde, bu duyarsızlığın bir başkasının gözyaşını sorgulaması sahici değildir, gündelik polemikten başka anlam da taşımaz. Ağlamayı bilmediği için, ağlayanı da anlayamayan bir gelenek. Referandumda evet-hayır bloklarının boşuna böyle oluşmadığı, saflarının tesadüfen böyle şekillenmediği anlaşılıyor. Bir de bu açıdan bakın...

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER