Herkesin oyu kendine


Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliği paketine herkesin istediği oyu özgür iradesiyle vermesi en doğal hakkıdır. Bu çerçevede pakete "hayır" demenin de en az "evet" demek kadar meşru olduğunu unutmamak gerekiyor. Siyasetin gereği ihtilaf konularının mümkün olması ve bu konuların özgürce savunulabilmesidir. Ancak bu durum tabii ki herkesin kendi pozisyonunu savunamayacağı ve aksi görüşü savunanları tutarlılık noktasında eleştiremeyeceği anlamına gelmiyor. 12 Eylül'ün işkencelerinden geçmiş, söylemlerini neredeyse tümüyle bu darbeye karşı eleştirileriyle oluşturmuş olanların bugün 12 Eylül darbesinin ve darbecilerinin yargılanmasına imkan veren düzenlemelere "hayır" demesindeki tuhaflığa dikkat çekmek herhalde demokratik otoriterlik olarak karşılanamaz. Hele bugünkü kompozisyonu tamamen kendilerine karşı açıkça telaffuz edilerek tesis edilmiş olan HSYK'nın yapısını daha açık ve çoğulcu bir hale getirmeye MHP'lilerin hangi saiklerle "hayır" dedikleri sorusu da, müsaadeleriyle, referandum sürecinde sık sık karşılarına çıkacaktır. Eski Adalet Bakanlarından Mehmet Moğultay inanılmaz bir hızda ve hiçbir kural tanımayan kadrolaşmasına yönelik eleştirileri "bizim arkadaşları almayıp da MHP'lileri mi dolduracaktık" diye cevaplamıştı. Bugün yargı tam da bu tercihlerin etkisiyle adalet üretme boyutuyla felç olmuş durumda ve ortaya çıkan sonuçları bilhassa MHP tabanının da dâhil olduğu geniş kesimlerin adalet duygularını derinden yaralayan bir tabloyu ortaya koymaktadır. HSYK'nın bu tarafgir tutumunun düzelmesine hangi iradeye hizmet etmek için "hayır" dediği sorusu en basit aklın MHP'nin karşısına sık sık hatta bunaltarak çıkaracağı bir sorudur. MHP yönetimi tabii ki özgür iradesiyle isterse "hayır" demeye devam edebilecektir. Bu seferlik de olsa olayın içeriğiyle değil sadece AK Parti'ye ne kadar yarayacağı cihetinden bakmayı tercih de edebilir. Bu da onun en doğal demokratik hakkıdır. Ancak bu tutarlılık sorusunun süreç içinde onu bunaltacağını da hesaba katması kendi yararına olacaktır. Aynı şey BTP'liler için tabii ki daha fazla geçerlidir. Meclis'teki oylama sürecinde MHP ile aynı safa düşmekten kurtulamayan BTP'liler de kendi tercihlerini yapmış oldular. Bu tercihten dolayı da kınanamazlar tabi ama eleştirilebilirler. Bugün BTP yönetiminin 12 Eylül ile, faili meçhulleri örtbas eden yargı sistemiyle, kendisini ikide bir kapatan AYM yapısı ile hesaplaşmayı ve sistemi daha da demokratikleştirmeyi içeren bir pakete üstelik MHP ile aynı safa düşerek muhalefet etmesini izah gibi bir zorluğu var. Bu tercihi ile Kürt sorunu dediği sorunun tam kaynağını oluşturan statükonun devamından yana aslında hiçbir sıkıntısı olmadığını, hatta mevcut statükonun tam da işbirlikçisi olduğu yönündeki ithamlara maruz kalabilir. BDP'nin tercihinin akla ilk getirdiği ve kuvvetle telkin ettiği fikir budur. Tabii ki parti yönetimi olarak istediği hesabı yapıp istediği siyaseti güdebilir, ama izleyeceği siyasetin kendi tutarlılığı açısından bir münasebetini gözetmesi de kendi yararına olacaktır. BDP referandumda belki kendi farklılığını ortaya koymak için sandığa gitmeme, yani halkoylamasını boykot etme kararını açıklamış durumda. Doğrusu bu da bir demokratik seçenektir; hiç kimsenin itirazı olamaz. Kendi propagandasını bu doğrultuda yapar ve böylece kendi siyasetinin sonucunu da halk nezdinde sınamış olur. Ama iş gerçekten de bu demokratik sınırlarda cereyan ederse. .. Endişemiz BDP'nin kendi seçmenleri nezdinde referandumu boykot çağrısıyla sınırlı kalmayıp kendi seçmenleri üzerinde sandığa gitmeme doğrultusunda silahlı örgütün yardımı marifetiyle bir baskı kurmasıdır. Görünen kadarıyla da BDP örgütü tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi birçok yerde insanların seçim sandığına gitmesini tehditle ve tedhişle fiilen engellemeye çalışacak. BDP veya başkası tabii ki referandumda istediği tercihi yapabilir, ister evet der ister hayır diyebilir, isterse de boykot edebilir. Ama istediği tercih doğrultusunda davranmaya halkı tehdit ederek zorlaması bir demokratik hak değildir. Güneydoğu'da düzenlenen ve Doç. Rüstem Erkan'ın yürüttüğü son anketlerde bizzat BDP seçmeninin partisinin tercihiyle örtüşmediği görülüyor. Tam da bundan dolayı BDP'nin bir "hayır" kampanyasını başarılı bir biçimde sonuçlandırması fiilen imkansız göründüğünden "boykot" zorlamasıyla seçmenini sandığa gitmekten alıkoyma üzerine bir kampanya sürdürmesi daha kolay bir yol olarak görünmüş olmalı. Bu yola tevessül etmek ise kendi siyasetinin tamamen tükenmiş olduğunun ifadesidir. Sonuçta seçimlerde kimse kendisine sunulan seçenekler arasındaki tercihlerinden dolayı kınanamaz. Bu seçeneklerin karşılaşması ve birinin diğerine üstünlüğünün savunulması da aynı ölçüde doğaldır. Ama asla doğal olmayan şey bir tercihi yapmanın fiilen engellenmesidir. Bu yüzden BDP'nin terörle ilişkisini kesmeyi istemek en azından bu noktada kendi temsil ettiği kitlelere yüz çevirmesini istemek değil, sadece siyaset üzerinde silahlı vesayete tevessül etmemesini istemek olarak anlaşılmalı ve dikkate alınmalıdır. YENİŞAFAK
<< Önceki Haber Herkesin oyu kendine Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER