Azrail Türkçe konuşuyor...


Bu mevsim İç Anadolu bir başka güzel. İlkbaharın taze ve parlak ışıklarında yıkanan uçsuz bucaksız bereketli Konya Ovası, uzayıp gidiyor gözlerimizin önünde. Tatlı ve ılık bir bahar esintisi doluyor içimize. Bir birine ulanan yemyeşil tepelerde göğsünü açmış geziniyor bahar. Bir yandan içimizi neşe yokluyor, bir yandan geçip gidenlerin, yad ellerde kalanların hatıraları omuzdan aşağı bastırıyor. İster istemez o meşhur mısralar geliyor aklıma: Erdik bahare sen yine şad olmadın gönül, Her yanda güller açtı küşad olmadın gönül. Yad eller nasıl yer bitirir yiğidin yüreğini. Sevilenlerden sayılanlardan, hatta onların son anlarından, son vedalarından mahrum... Balıkesirli Ramazan Öğretmenin böyle bir hikayesi var. Ramazan öğretmenin çabası Konya'da karşıma parlak bir genç adam olarak çıkınca onun hikayesini tekrar hatırlıyorum, mücessemleşen onun hikayesi oluyor nicelerinin içinden . Üniversiteyi bitirir bitirmez önce Kafkaslara, sonra ölümün kol gezdiği ülke Afganistan'a, daha sonra da gidip de gelmeyenlerin ülkesi Yemen çöllerine koşmuş. Anadolu'nun bu kavruk delikanlısının annesi hayret makamında, mütedeyyin bir Anadolu kadını imiş. "Şaşırıyorum şu insanlara nasıl oluyor da Allah'a kulluk etmiyorlar, hele bir bakın şu ölmüş toprağa nasıl baharda renk renk, desen desen, tadı başka, kokusu başka, cinsi başka çeşit çeşit meyve ve sebzeleri birden bitiriveriyor...Yahu Allah'tan başka kim yapabilir bunu?" der ağlarmış. Ramazan Öğretmen annesinin sabah namazından sonra yattığını hiç hatırlamaz; her gece, teheccüdünü kılar, saatlerce ağlar, evlatlarına dua edermiş. Her seher; "Kalkın yavrularım sabahın bereketini kaçırmayın, rızıklar bu dakikalarda dağıtılır" dermiş. Ramazan Öğretmen, üniversiteyi bitirdiğinde anne babası da bir hayli yaşlanmış, bakıma muhtaç hale gelmişler. Eniştesi, "Ölseler sen onların cenazesine erişemezsin,"diyerek, Türkiye'de görev yapmasını, anne-babasına yakın olmasını istemişse de; o, ne zamandan beri gönlünde büyüttüğü sevdasının peşine düşerek Kafkaslara gitmiş. Sonra da ölümün köşe bucak kol gezdiği Afganistan'a düşmüş yolu. Bu ülkede, her sokak başında bol miktarda gördüğü, bedenin bir parçası olmuş tahta bacakla dolaşan, hayata tutunmaya çalışan kadınların, erkeklerin, çocukların ızdırap dolu halleri, ziyadesi ile yaralamış yüreğini. Mermi izlerinin delik deşik ettiği duvarların diplerinde umutsuzca, öylece duran, arkadaşlarının oynadığı oyunlara katılamayan o yoksul çocukların çaresizliği karşısında siyah gözlerinin kirpiklerinde irileşen damlalara engel olamaz olmuş. 'Savaşın acılarını en çok da çocuklar çeker.' Minik göğüslerinde dağlar gibi acılar taşıyan bu yavruların sırtlarındaki yırtık pırtık gömlekler, bir elbiseden ziyade acı alevlerini andırmaktadır. Ramazan Öğretmen, bazı yazlar memleketine gitmeyerek, yoksulluğun kıskacındaki anne-babasına para göndermeye çalışmış. Birgün babasının vefat haberini alınca ancak üç gün sonra köyüne ulaşabilmiş. Çamlıbel mevkiinde ağaçtan düşerek ölen babasını dağlar uzun süre vermemiş. İlçeye girerken yanından geçen ambulansın içinde babası varmış. 2008'in soğuk bir kış günü Sonsuzluğun Sahibi'ne yürüyen anasını ise o kadar bile görememiş. Fakat o günden sonra daha bir adamış kendini yoluna, yüreği, anama babama ne oldu, ne olacaklarla ezilmeden. Ortadan ikiye ayırdığı siyah saçlar, şefkatle bakan siyah gözler, güneş kavruğu esmer yüz, yiğitlere has duruş... Asil bir Anadolu delikanlısıdır, o. Öğrencilerini bir öğretmenden ziyade bir ağabey gibi seven, yüreği merhamet dolu bu yiğit insan 2005'de Afganistan'da yılın öğretmeni seçilmiş. Başkent Kabil'deki okulda idarecisinden öğretmenine hepsinin yüreği bir merhamet pınarı gibi kaynayıp durmaktadır ama Ramazan Öğretmen bir başkadır. Kurda kuşa kaptırma korkusunun verdiği merhamet hissiyle gözlerini yavrularından hiç ayırmayan bir ana kuşun hassasiyeti vardır üzerinde. Bütün öğrencilerini sever ama büyük ruhlu Cavit bir başkadır. Bir başka sever onu. Bir sonbahar günü, hiç bahar görmeyen güz gülleriyle Hindukuş Dağları'nın eteklerindeki bir köye pikniğe giderler. Afganistan şimdi olduğu gibi o günlerde de tam bir savaş çöplüğüdür. Her taraf, parçalanmış tanklar, uçaklar, helikopterler, mermi kovanları ile doludur. Toprak altındaki binlerce mayın ise hayata kurulmuş ölüm pusuları gibidir. Sadece Rusya'nın Afganistan'da bıraktığı askeri malzeme neredeyse Türkiye'nin hali hazırdaki askeri gücüne denktir. Buralarda her şey Ramazan Öğretmenin yüreğinde dokunacak bir tel bulur. Geçtikleri yolların sağında solundaki dallarda, dağlarda hisli bir insan gibi ağlamaktadır sonbahar. 1950 Anadolu'sunun köylerini andıran toprak damlı evlerden müteşekkil mütevazı bir köyün yakınında, sık ağaçlı bir yerde piknik yapmaya karar verirler. Öğrencilerine "sakın buralardan ayrılmayın" diye tembih ederek, yemek hazırlığına koyulur. Sanki içine bir şeyler doğmuş gibidir. Çok geçmeden Hindukuş Dağları'nda yankılanan korkunç bir patlama, Ramazan Öğretmen'in yüreğini yerinden oynatır. Bulundukları bölge sık ağaçlıklı olduğundan pek bir şey görünmez, öğrencilerine hazırladığı yemekleri bırakarak, koşar. Köyün dışındaki yüksek bir tepenin üzerinde telaşlı bir şekilde bekleşen köylüleri görür. Sonra,"Hocam kurtarın Cavit mayına bastı" diyerek ağlaşan öğrencilerinin feryadını duyar. Köylüler hep birden Ramazan Öğretmeni engellemeye çalışır; "Aman hocam! Oralar çok tehlikelidir, sakın gitmeyin, asker gelsin kurtarsın" derler. Bu arada çocukların babaları da gelmiştir ama ne kendileri o tepeye çıkmaya cesaret ederler ne de Ramazan Öğretmeni bırakırlar. Babalarının ağlayışlarına, öğrencilerinin bağırışlarına dayanamayan Ramazan Öğretmen koşarak tepeye doğru tırmanmaya başlar. Bu bir ölüm tırmanışıdır. Tepeye vardığında gördüğü manzara dehşettir. Cavit büyükçe bir kayanın üzerinde kopan bacağını tutmuş şok vaziyetinde öylece oturmaktadır. Sağ bacağı, dalında kırılmış kan kırmızı bir karanfil gibi dizinin altından kopmuş, sol bacağının arkası dizinden topuğuna kadar parçalanmış, etleri sallanmaktadır. Hemen gömleğini yırtar dizlerinin üzerinden bağlar. Cephede bir Mehmet'in bir başka Mehmet'i sırtlanması gibi sırtlar öğrencisini ve basamak basamak yükselen kayalara basarak tepeden aşağı doğru indirir. Hastanede Cavit'i acil ameliyata alırlar. Cavit'in diğer ayağını da kesmeye karar verirlerse de, kısa sürede iyileşmeye başlaması, doktorları hayretler içersinde bırakır ve bunu araştırma konusu yapmaya karar verirler. Cavit'in;"Rabbim iki ayak vermişti birini geri aldı, bundan sonra lütfettiği bu tek ayakla devam edeceğiz" diyerek sürekli şükretmesi, Ramazan Öğretmen'in onu bir başka sevmesini haklı çıkarır. Bir gün,"o gün kayanın üzerinde otururken ne düşündün?" diye sorar Ramazan Öğretmen Cavid'e; onun o yürekler parçalayan hali hala gözünün önündedir. "Ayaklarım kopmuş, her tarafım kan revandı. Herhalde birazdan Azrail gelir diye düşünüp bildiğim duaları okumaya başlamıştım ki birden karşımda sizi görünce herhalde Azrail Ramazan Hocam'ın suretinde geldi, dedim. Ama baktım, Azrail Türkçe konuşuyor, bu kadar da olmaz, deyip siz olduğunuzu anladım." ......................... Geçen hafta, tatlı bir ilkbahar sabahının taze ve parlak ışıklarında yıkanan Konya'daydık. Cavit, protez ayağı ile işte bu şehirde, mühendislik fakültesinde okuyor. Ramazan Öğretmenin Cavid'iyle bahar, tekrar şad olunan bir mevsim haline dönüyor gözümüzde. YENİŞAFAK
<< Önceki Haber Azrail Türkçe konuşuyor... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER