Yine kovalım şu Ermenileri, gitsinler


Eski meselelere yeni bakışlar getirme iddiasında olan bu hükümet, Ermeni konusunda eski ezberlere sığınıyor. Genel olarak gayrimüslimlerin sorununa ciddiyetle eğilen, Vakıflar Yasası'nda bu yönde değişiklikler yapan ve bunun karşılığında da cemaatlerden büyük destek alan bir hükümet bu. Üstelik daha geçen yıl bu hükümetin Başbakan'ı dobra dobra konuşup resmi ezberleri bozmuştu: "Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Aklıselimle bunlar düşünülemedi. Bu, aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Ama aklıselimle düşününce, 'şuralarda ne gibi yanlışlar' yaptık diye şöyle bir başımızı iki elimizin arasına aldığımızda 'hakikaten ne yanlışlar yapmışız' diyorsunuz." Yanlışlarla yüzleşmeyi böylesine net ifadelerle gündeme getiren Başbakan bugün, Türkiye'de çalışan beş-on bin Ermenistan vatandaşını kapı dışarı atmaktan söz ediyor. Hükümetin söylemi ve icraatlarıyla çelişen bir durum bu. Daha geçen hafta Roman buluşmasında gönülleri fetheden, yerleşik ezberleri bozan Başbakan'dan Ermeni meselesinde, geçmişe ilişkin olmasa da mevcut duruma ve geleceğe ilişkin daha 'insani ve vicdani' bir tutum alması beklenirdi. Türkiye halkı da hükümet de 'kalan' ve 'gelen' Ermenilere kol kanat germeli; buluşmalı, paylaşmalı, sevişmeli onlarla. Hele, 'farklı dinden ve milletten olanlarla barış içinde birlikte yaşama geleneği'nden geldiklerini iddia edenlerin sorumlulukları büyük. 'Medeniyet tecrübesi'nde çoğulluk ve hoşgörünün esas olduğunu iddia edenler bugün bunu ispat etmeliler. Barışın, diyaloğun, yüzleşmenin, paylaşmanın öncülüğünü yaparak iddialarına ve 'medeniyetlerine' sahip çıkmış olurlar. İşte tam da bu nedenle Başbakan Erdoğan'ın son açıklaması sık sık sözünü ettiği 'medeniyet' anlayışıyla örtüşmüyor. Bu ülkede 'kalan' ve 'gelen' Ermeniler iki toplumun arasında geliştirilecek anlayış ve diyalogların köprüsü. Bunlara sahip çıkmakla, muhafaza etmekle ne kaybederiz? Peki, Ermenistan'la ilişkilerimizi normalleştirmenin kime ne zararı var? Zürih Protokolleri bu yönde atılmış çok önemli ve vizyoner bir adımdı. Hükümetin yapması gereken, protokollerin imzalanmasının ardından hemen Meclis tarafından onaylanmasını sağlamaktı. Bu yapılmadı. Eski sorunları tozlu raflardan alıp çözme iddiasında olan bir hükümet, bu sorunun tozunu alıp yeniden rafa kaldırdı. Dosyanın üzerinden kalkan toz da boş yere üzerine sıçradı; Türk ve Azeri milliyetçilerinin hedefi haline geldi, Türkiye'yi satmakla suçlandı... Bütün bu vaveyla koptuktan, hükümet bu tür insafsız suçlamaların hedefi olduktan sonra işi bitirmek, protokolleri onaylamak gerekiyordu gecikmeden. Kaçırıldı bu fırsat. Eski sorunlara alışılmış tepkiler vermek hiçbir şeyi çözmüyor. Onca vizyoner atılımların ardından Ermeni konusunda aksiyoner değil, reaksiyoner dış politika anlayışı yine ortaya dökülüyor. Bu yaklaşım türünün işe yaramadığı belli. Radikal milliyetçiliğe teslim olan bir hükümet bu ülkenin sorunlarını çözemez. Radikal milliyetçilik genellikle dış politika üzerinden gelir, topluma sirayet eder. Eğer dış politikayı 'anlayış ve diyalog' yerine ötekileştirmenin bir aracı olarak kullanmaya başlarsanız içerdeki aşırı milliyetçiliği pompalar, onu kontrol edilemez hale getirirsiniz. Hatta o sizi kontrol etmeye başlar. Dış politikada sertlik, çatışma, ötekileştirme katman katman bütün toplumu zehirler. Hükümetin dış politikası son yıllarda tam tersi bir yönde ilerliyordu. Dış politika yoluyla düşmanlıkları körüklemek yerine dostlukları pekiştirmek, işbirliklerini artırmak, böylece etrafta barış ve istikrar kuşağı yaratmak noktasında büyük mesafe alınmıştı. Bunun verdiği rahatlıkla da içeride demokratikleşme sürecini ilerletmek ve ekonomik kalkınmayı sağlamak mümkün oluyordu. Bu pozisyondan ve vizyondan asla vazgeçmemek gerek. İçe kapanan bir Türkiye yaratmak Ergenekon projesidir. Çünkü bu ülkeyi kapana kıstırmanın, kafese sokmanın en kestirme yolu budur. Tuzaklara dikkat!
<< Önceki Haber Yine kovalım şu Ermenileri, gitsinler Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER