Bu ne biçim yargı bağımsızlığı?


Argoyu sevmem ama Türkiye’de olan bitenleri iyi anlatabilmek için bazen argo imdadımıza yetişiyor. Meselâ şu tespitime katılmaz mısınız? Türkiye’de yargının artık çivisi çıktı... Yıllardır yargının bağımsızlığına karşı örnek olarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK ) Adalet Bakanı’nın ve Müsteşarı’nın üyeliğini göstererek kıyametleri kopardılar. Yargı bağımsızlığının, siyasetçilerin müdahaleleriyle zedelendiğini iddia ettiler. Ne yazık ki, yargı bağımsızlığının teminatı ve mekanizması olarak gösterilen HSYK, son dönemde kararlarıyla yargı bağımsızlığına müdahale etmiş ve yargıya gölge düşürmüştür. Yargının bağımsızlığına müdahale edenler, zannedildiği gibi siyasîler, iktidar mensupları ve Adalet Bakanlığı değil, bizzat HSYK ile siyasallaştırılmış yüksek yargı olmuştur. Düşünebiliyor musunuz? Tamamen usulüne uygun olarak Erzincan Savcısı hakkında görevli savcıların yürüttükleri soruşturmaya HSYK müdahale ediyor ve soruşturmayı yapan savcıları görevden alıyor. HSYK’nın bu kararı alenen yargı bağımsızlığına müdahale değil midir? HSYK, bu kararıyla suç işlemiş ve başlatılan bir soruşturmayı sanık lehine sabote etmiştir. Bu müdahalenin, iyiniyetli sıradan bir karar olduğu konusunda kimsenin vicdanı rahat değildir. *** Önceki yazımda da belirttiğim gibi, Türkiye’de siyasallaştırılmış yüksek yargı, jüristokratik bir tahakküm peşindedir. ‘Yargı vesayeti’, 1961 ve 1982 gayrimeşru darbe anayasalarında, kasıtlı olarak yasama ve yürütmenin , diğer bir deyişle millet iradesinin sınırlandırılması için düzenlenmiştir. Gene, İstiklâl Mahkemeleri zihniyetinden ilham alınarak kurulan Yassıada Mahkemesi (Yüksek Adalet Divânı ) verdiği Karakûşî kararlarla adalet tarihimize bir kara leke olarak geçmiştir. Günümüzde yüksek yargının siyasallaştırılmasına yol açan başlıca üç etken vardır: Birincisi , 28 Şubat 1997 döneminin menhus uygulamasında, yüksek yargı organları mensuplarının Genelkurmay’a çağrılarak illegal Batı Çalışma Grubu cuntası tarafından verilen irtica brifingleriyle beyinlerinin yıkanmasıdır. İkincisi, âdeta CHP Çankaya İlçe Başkanı gibi çalışan ve tarafsız olmayan eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, başta Anayasa Mahkemesi üyeleri olmak üzere, Yargıtay Başsavcısı’nı, HSYK ve Danıştay üyelerinin önemli bir kısmını, kendi ideolojik zihniyeti çerçevesinde seçerek kadrolaştırmasıdır. Örnek olarak 2005 yılında Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok’un Sezer tarafından AYM üyeliğine seçildikten sonra, kendisinin CHP üyesi olduğunu belirterek bu atamayı etik bulmadığı için istifa etmesini gösterebiliriz. Üçüncüsü, CHP yüksek yargıyı kendi ‘kalesi’ olarak görmüş ve yargıda hep kadrolaşmaya çalışmıştır. Mehmet Moğultay ve Seyfi Oktay dönemlerinde CHP’nin yargıda nasıl kadrolaştığı hatırlanacaktır. Nitekim, Moğultay bir CHP kurultayında şecaat arzederken, yargıya nasıl binlerce kişiyi aldığını ikrar etmiştir. *** Yüksek yargı siyasallaştırılırken, mevcut iktidarın ülkeyi irticaya götürdüğü iddia edilmekte ve dâvalarda pozitif hukukun değil subjektif siyasî ideolojilerin tesiri olmaktadır. Bu durumda yüksek yargı karar verirken yetkisini aşabilmekte, Anayasa ’yı ve kanunları ihlâl edebilmekte, kendi indî perspektifinden vatan kurtarıcılığına soyunabilmektedir. Bunun en tipik ve gülünç örneği, 2002 Genel Seçimleri sırasında, Yüksek Seçim Kurulu’nun Erdoğan’ın seçime girmesi aleyhindeki kararının gerekçesinde ‘Çanakkale Şehitleri’ni göstermiş olmasıdır. Yüksek yargının siyasallaştırılmasının, isabetsiz, ideolojik, siyasî ve peşin hükümlü kararlar vermesinin birçok örneğini gösterebiliriz. Bunların en tipik olanlarını şöylece sıralayalım: 1. Anayasa Mahkemesi: 2007’deki ünlü ‘367 Kararı’ ile hukuka takla attırarak Cumhurbaşkanı seçimini imkânsız hâle getirmesi ve Türkiye’yi erken seçime yönlendirmesi; 2008’deki kararıyla, Anayasa’ya tamamen aykırı olarak (148. madde) başörtüsü yasağını kaldıran Anayasa değişikliğini esastan görüşerek iptali; gene 2008’de AK Parti’nin lâikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu hakkındaki kararı. 2. Danıştay: Özellikle Millî Eğitim Bakanlığı’nın çalışmalarını engelleyen ve yerindelik denetimi yapan, Anayasa’nın 125. maddesine aykırı kararları ile son olarak üniversiteye giriş katsayısını yetkisiz olduğu hâlde durduran kararı. 3. Yargıtay Başsavcılığı: Yargıtay Başsavcısı’nın internetin başına oturarak AK Parti’nin kapatılması için hazırladığı ideolojik peşin hükümlü kararı ile son olarak Habur, Erzincan ve Erzurum adlî yargı çevreleri konusundaki sübjektif açıklaması. 4. HSYK: 2006’da Şemdinli Savcısı’nın meslekten ihracı; 2009’da HSYK’nın Ergenekon Dâvası savcılarını görevinden almaya teşebbüsü; bu arada bir HSYK üyesinin Ergenekon sanıklarından birisiyle çekilen fotoğrafları; son olarak Ergenekon soruşturması yapan Erzurum savcılarının görevden alınmaları. *** Görüldüğü gibi, Türkiye’de yargı bağımsızlığı bizzat yüksek yargı ve HSYK’nın idare dışı üyeleri tarafından çiğnenmektedir. Bu rezalete mâni olabilmek için en kısa zamanda gerekli Anayasa ve kanun değişikliklerinin yapılması şarttır. Hukukun üstünlüğü, hâkimler hükûmeti/jüristokrasi ve hukukçunun üstünlüğü değildir. Yargıda taşları yerine oturtmak için âcilen ‘Yeni Anayasa’nın hazırlanarak yürürlüğe konulması ve ‘Yargı Reformu’nun uygulanması zorunludur.
<< Önceki Haber Bu ne biçim yargı bağımsızlığı? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER