'Vazifemiz Tenkit Değil Teklif ve Gayrettir'

''Şartlar ne kadar ağır olursa olsun telaş etmeden, ye’se düşmeden birbirine moral vererek, birlik beraberlik içinde, ihlâs, samîmiyet vefâ ve sadâkatle kendimize düşen vazifelerimizi yapmalı, 'yarın ne olacak, bu iş ne zaman bitecek' gibi Cenâb-ı Hakka ait icrâata karışılmamalıdır.''

SHABER3.COM

Mehmet Ali Şengül / samanyoluhaber.com

Mü’min insan, inancının gereğini yerine getirerek yaşar. Kusur aramaktan içtinâb eder. İmanı neyi gerektiriyorsa, onu yerine getirme gayreti içinde olur.
   
Zerre kadar hayır ve şerrin hesâbının sorulacağına inanan bir insan, başkaları ile uğraşmaya vakit bulamaz. Çünkü her şeyden evvel, kendi hesâbını yapmak ve defterini tutmak onun en önemli vazifelerindendir.
   
İnsan şakası olmayan ciddi bir âleme doğru sür’atle sevk edilmektedir. Mahkeme-i Kübrâ’da Hâkimler Hâkimi olan Allah huzurunda hesâba çekilmeden evvel, burada samimi ve ciddi bir şekilde kendini kontrol altına almalı ve hesâbını yapmalıdır ki; öbür tarafta zor duruma düşmesin, mahcup olmasın.
    
Akıl, mantık ve irâdeyi geride bırakan hissî hareketler, daima huzur bozucu olur. Tatlı dil-güleryüz ise ortamı yumuşatır, kardeşliği tesis eder.
   
İlahî Beyan’da; “Dâima sözün en güzelini söylesinler. Çünkü İblis sürekli olarak aralarını açmaya çalışır...” (17/53) buyrulmaktadır. 
    
Sıkıntılı anlarda insan ruh darlığı yaşar. Aklı başında olanlar bile o anda yanlış yapabilirler. Onun için, bu durum karşısında, içinizden fazilet ve imkan sâhibi olanlar onları, “... affetsin ve müsamaha yolunu tutsunlar...” (24/22) emredilmektedir.

‘Haklı insaflı olur, haksız ise insafsızdır.’ Ben haklıyım diyen herkes, insaflı davranmalı ve müsâmahalı olmalıdırlar. Haksız olan, haklı çıkabilmek için huzuru bozar, umûmun hukukuna tacâvüzde bulunur.
    
Ruh ve gönül mimarları dahi, bazen aşırı sıkıntı ve ruh darlığı neticesinde, nefis ve şeytandan gelen sinyallerin esareti altında kalıp, ‘Nefsime, haysiyetime dokundu, şerefimle oynandı’ diyerek, Kâbe’den daha değerli kalp ve gönülleri kırabilirler, küsüp darılabilirler.

Böyle durumlarda, güvendiğimiz büyüklerimizin hâkemliğine müracaat etmeli, aleyhimizde bile olsa verecekleri karara itiraz etmeden râzı olunmalıdır. Bu durum karşısında sulhun yanında yer alınmalı, darılmayıp dayanılmalıdır.
    
Musibetlerin, sıkıntıların sarstığı anlarda, atf-ı cürümlerde bulunmamalı; ‘Senin yüzünden bu belayı çekiyorum’ diyerek, minnet edip başa kakmamalı, affedici olmak tercih edilmelidir.
    
İman ve Kur’ân’a gönül veren sâdıklara yakışan tavır ve davranış, gördükleri fenâlıklara karşı vefâlı davranmak ve sabretmek olmalıdır.
    
Bugün beraber olduğumuz yakınlarımız, nice kader arkadaşlarımızla, yarın ayrı kalabiliriz. Birimiz dünyada birimiz âhirette olabiliriz. Dünya herkes için bir misafirhânedir. Her gelen gitmek için buradadır. Bizler de misafirleriz. Her an davet vukû bulabilir. Hiçbir şey bize ait değildir.
     
Gerçek mânâda mülkün hakîki sahibi Allahtır. Mülkü sahibine bırakıp, herkes kendi işine bakmalı ve ölümsüz ebedî hayâta yatırım yapmalıdır.
    
Bugün Allah’ın lütfedip bizlere hizmet etme fırsatını verdiği İslâm dâvâsı hiçbir şeye fedâ edilmemeli, hiç bir şeye alet edilmemelidir. Hizmet sadece Allah için yapılır ve O’nun rızası için her şeye katlanılır.
   
İnsanlar birbirlerine karşı hiddeti hürmete, tenkidi teklife, itiraz yerine muâveneti esas almalıdırlar. Bilhassa fırtınalı dönemlerde, musibetlerin ağır bastığı anlarda, ihlâs, uhuvvet, sadâkat, vefâ ve metânet öne çıkarılmalıdır.
    
Haşirde Mahkeme-i Kübrâ’da hasenâtın seyyiâta galibiyeti affedilmeye sebeptir. Merhamet-i Sonsuz Rabbimiz iyi niyetli kulları hakkında bu taahhütte bulunmaktadır. Mü’minler de birbirlerine karşı bu ilâhî ahlâka göre muamelede bulunmayı esas almalıdırlar.
   
İnsanlar, gam keder, sıkıntı ve hüzünlü anlarında birbirlerine karşı şefkatle muhabbetle merhametle kucak açmalı, destek olmalı ki, ihânet şebekeleri fırsat bulamasın ve yollarına tuzak kuramasınlar.
    
İnsan nefsinin arzularını aşmasını bilmeli, başkaların gıybet ve tahriklerine kapılmamalı, Allah’ın rızâsı, Resûlüllah’ın (sav) hoşnutluğu esas olmalı ki yanlış yapılmasın ve şeytanlaşmış olanları sevindirmesinler.
     
Bugün İslâm dâvâsına kendini adayan kadın erkek, ülke içinde ve dışında her türlü sıkıntılara, rahatsızlıklara, eziyetlere, maddî-mânevî moral bozucu hücumlara karşı sabretmelidirler. Tevekkül ve teslimiyet içinde katlanmalıdırlar. 
    
Allah’tan başka kimsenin karşısında boyun eğmeden, secde etmeden, dâvâlarına sâhip çıkmalıdırlar. İşte bu tavır ve davranışları, gelecek nesiller tarafından alkışlanacak, hayırla yâd edilecek, en muhtaç oldukları bir anda melekler ve rûhâniler onlar hakkında şâhitlik yapacaktır.
     
Bizleri küfür ve dalâlette, zulüm ve ihânette değil; îman ve Kur’an hizmetinde, ahlâk ve fazîlet dolu hizmetlerde istihdâm eden Rabbimize yarattığı zerrât adedince hamd etmek, şükretmek, kazâya rızâ kadere teslim olup musibetleri tevekkülle karşılamak gerekmektedir.
     
Şartlar ne kadar ağır olursa olsun telaş etmeden, ye’se düşmeden birbirine moral vererek, birlik beraberlik içinde, ihlâs, samîmiyet vefâ ve sadâkatle kendimize düşen vazifelerimizi yapmalı, 'yarın ne olacak, bu iş ne zaman bitecek' gibi Cenâb-ı Hakka ait icrâata karışılmamalıdır.
    
Kur’an-ı Müciz-ül Beyan’da, “Aranızda çekişmeyin, yoksa korkuya kapılıp yılgınlık gösterirsiniz ve gücünüz, enerjiniz gider.” (8/46)buyruluyor.
    
İnsan kardeşlerinin meziyetleriyle iftihar etmeli, kendisi başarmış gibi sevinmeli fakat, fenâlıklarına karşı onu rencide etmeden tashih etme esas olmalı; gücü yettiği ölçüde onlara yardımda bulunmalıdır. Nasıl vücuttaki uzuvlar, birbiriyle rekâbet etmeden yardımlaşarak vazife yapıyor; birisi ârızalansa öbürleri bütün samîmiyetle onun yardımına koşuyorlar. Mü’minlerin de aynı şekilde olmaları gerektiğine dâir Allah Resûlü (sav) işârette bulunmaktadır.
   
Bizim gizli, başkalarına zarar verecek hiç bir işimiz yoktur, olamaz da. Ama evhamlı ruhlar, kıskanç insanlar, Allah’ın inâyetiyle başardığınız hayırlı hizmetleri çekemeyen, ortalığı fesada verip milyonların hukûkuna tacâvüz eden zâlimler, münâfıklar, fâsık ve fâcirler insanları evhamlandırıp korkutuyorlar. 
    
Bu zâlim, münâfık, fâsık ve fâcirlere karşı meşrû ve yararlı hizmetlerinize mânî olmamaları için, tedbirli ve dikkatli olunması gerekmektedir.
    
Aynı ülkenin evlatları olarak sana meşrû haklarını vermeyen kendi ülkende âile ortamı içinde yaşam hakkı tanımayanlara karşı, bu türlü hassas ve dikkatli olmanın gizlilik veyâ şeffaflıkla hiç bir alâkası yoktur.
    
Dünyâya âit hırs ve tamah, dîne âit bâzı gerçekleri fedâ etmeye sebebiyet verebiliyor. Kendini hizmete adamış gönül mîmarları, îmana ve âhirete âit konular başta olmak üzere; uhuvvet, ihlâs, iktisat, şükür ve hücûmat-ı sitte gibi risaleleri belli aralıklarla müşterek, mütâlâlı bir şekilde okumalı ve okutmalıdırlar.
   
Belli aralıklarla meydana getirilen fırtınalar, husûsiyle günümüzde meydana getirilen çok güçlü maddî ve mânevî zelzele ve fırtınalara karşı; dayanışmayı, uhuvveti, ihlâsı, vahdet-i rûhiyeyi esas alarak,  Allah’a güvenip dayanarak fevkalâde yıpratıcı, parçalayıcı ve acımasızca  üzerimize gelip sanki ülkenin ve insanımızın en büyük düşmanıymışız gibi, dünyâya terör örgütü şeklinde  lanse edilmemiz gösteriyor ki, karşımızda bir inat, makam, mansıb, menfaat ve çıkar uğruna kandırılmış,  küfür ve dalâlet uğruna korkunç bir organize olduğunu görüyoruz.
    
Hizmete böylesine saldırıldığı, belli ölçüde bir savrulma yaşandığı bir dönemde, her şeyi tenkit etmekle hiç bir yere varılmaz. Her şeyin dört dörtlük kâmil-i mükemmel olmasını beklemek biraz insafsızlığa kaçabilir. Kaldı ki, kusurlarla mamul insanlarız. Her zaman hata ve kusur yapabiliriz.
     
Bütün bunları iyi niyet ve şûrâ ile tashih etme imkanlarımız vardır. Tenkit ve inatlaşmanın, hissî hareketlerin;  bu yolda aşkla şevkle koşturan, gecesini gündüzüne katan arkadaşların ümidini kırıcı bir tavır olabilir. 
     
Böyle anlarda yapılacak iş, ‘Kardeşim işiniz zor. Allah yardımcınız olsun. Kader-i İlâhi bizim de buralara gelmemizi takdir buyurmuş. Sizlere nasıl yardımcı olabilir, işlerinizi, mes’uliyetinizi nasıl hafifletebiliriz' diyerek samimi bir niyetle ensar-muhâcir kardeşliği içinde sevinç ve üzüntülerimizi beraber paylaşmak olmalıdır.
    
Tenkitler samimiyeti, uhuvveti, ihlâsı, vefâ ve sadakati kırar. Hizmete hiçbir fayda temin etmez. Düşünülen nice güzel fikirler de, teklifler de zâyi olup gider.

Mecâz-i anlamdaki nefs-i emmâre dahî, ehl-i îmanı bâzen öyle kötülüklere, öyle günahlara, gıybetlere sevk eder ki, kâinâtı hiddete getirecek noktaya götürebilir.
    
Günümüzde insanları böylesine bir bataklıktan kurtaracak, huzur ve güveni sağlayacak, îmana, ahlâka, meşveret ve dayanışmaya şiddetle ihtiyaç vardır. 
    
“Nefis ve şeytan sizi, kardeşinize karşı itiraza haklı olarak (dahî) tenkite sevk ettiği vakit deyiniz ki; ‘Biz değil böyle cüz-i hukûkumuzu belki hayâtımızı, haysiyetimizi dünyevî saâdetimizi dahî, dâvâmız ve vahdetimiz için fedâ etmeye hazırız’ deyip, nefsinizi susturunuz.” (BZ)
    
Elde edilecek hayırlı hizmetler, meşveretle, samîmiyet ve ihlâsla, iyi niyet ve gayretle elde edilir. Aksi  hareketler dünyâyı da, âhireti de, dostları da kaybetmeye sebebiyet verebilir. -Hafizanallah-
     
Bizleri bir araya getiren, kader birliği yaptırıp hizmet ettiren  Allah(cc), aynı duygu ve düşünceyi paylaştığımız kardeşlerimiz hakkında, dâima iyi taraflarını görüp kendisine ve hizmete zarar verecek yanlarını da, Hz. Üstad’ın dediği gibi  boynundaki yılan ve akrebin zarar vermeden, korkutmadan alınması gibi yardımcı olunmalıdır.
     
Düşünürken, konuşurken ve yazarken kendimize, dâvâmıza ve arkadaşlarımıza getireceği yarar, vereceği zarar hesap edilmelidir. Yapılması dünyâ ve âhiret hayatımız adına bize ne kazandıracak, ne kaybettirecek bunun muhasebesi iyi yapılmalı ve ona göre hareket edilmelidir. 
     
Unutmamak lazımdır ki Hz.Üstad, ‘her sözün doğru olmalı ama, her doğruyu söylemek doğru değildir’ buyurarak bizleri hayırlı ve maslahatlı hedefe yönlendirmektedir. Yoksa, nefsimizi tatmin etmenin ötesinde, hiç bir şey yapmış olmayız. Böyle hareket etmek suretiyle en büyük zararı da kendimize yapmış oluruz.
     
Dünyâya bir daha gelmeyeceğimizi çok iyi hesâba katarak, irâdemiz dışı Allah’ın lütfettiği fırsatları kaçırmadan, maratoncuların kupa kapma yarışı yaptığı gibi arkadaşlarımız da, Allah’ın rızâsını kazanabilmek için hayatını kontrol altına alarak, îmanla Allah huzûruna gidebilme yarışına katılmalı ve bu yarışı kazanmaya çalışmalıdırlar.

<< Önceki Haber 'Vazifemiz Tenkit Değil Teklif ve Gayrettir' Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER