Dış politikada yaşanan kritik değişim!

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, Türkiye'nin 2011’den bu yana takip ettiği dış politikayla ilgili çarpıcı analizlerde bulundu.

Dış politikada yaşanan kritik değişim!

Japonya gezisi sırasında Başbakan Erdoğan'ın: Türkiye’nin bölgesel veya küresel güç olma gibi bir hedefi yok." sözleri üzerinden Türkiye'nın dış politikasını değerlendiren Bulaç, Başbakan’ın bu sözlerinin 2011’den bu yana takip edilen “hatalı, riskli ve gayri İslami dış politika”dan geri dönüş sinyali olduğunu belirtti. 

Bulaç, Mısır’daki darbe ve şimdi prenslerin desteğiyle Irak-Suriye hattında kurulmakta olan Selefi devletin Türkiye'nin tehlikeli bir durumla karşı karşıya kaldığını söyleyerek, küresel güçlerin hedefindeki muhaliflerle ilişki kurduğu yolundaki iddiaların da Türkiye’yi büyük risk altına soktuğunu ifade etti. Bölge politikasının İslami çerçevesini maddeler halinde açıklayan Bulaç, Türkiye'nin içinde bulunduğu bu sıkıntılı durumdan İttihad-ı anasır-ı İslam ile çıkabileceğini ve dış politikada acil bir  değişikliğe gidilerek yeni bir heyecan dalgasının harekete geçirilebileceğini vurguladı. 


Japonya gezisi sırasında Sayın Başbakan R. Tayyip Erdoğan önemli bir konuşma yaptı: “Türkiye’nin bölgesel veya küresel güç olma gibi bir hedefi yok.

Türkiye sadece üzerine düşen görevi yapmak suretiyle gerek bölgede gerekse uluslararası camiada bir yere oturtuluyor. Olan budur, olması gereken de budur. Diğeri ise bir hırs diye tanımlanır ki hırs her zaman tehlikelidir.”

Sayın Başbakan’ın bu sözleri 2011’den bu yana takip edilen “hatalı, riskli ve gayri İslami dış politika”dan geri dönüş sinyalini vermektedir.

Hatalıydı: Suriye politikasının geldiği nokta ortada. 100 bini aşkın ölü, milyonlarca mülteci, harabeye dönmüş şehirler, azdırılan mezhep çatışmaları. Ortadoğu’da kapılar bize kapanmış durumda. Elbette Türkiye bundan tek başına sorumlu tutulamaz, Suudi Arabistan ve İran’ın da bir o kadar payı var. Habbe veya kubbe miktarınca olsun, kimin payı varsa, o kadarından sorumludur. Buna hükümet dışı kuruluşlar, dernekler, medya organları ve kişiler de dahildir.

Riskliydi: Türkiye önceleri Batılıların oyununa geldi, arkasından Körfez monarşileriyle sonunda fecaatler doğuracak ittifaklar kurarak kendini ve bölgeyi riske attı. Mısır’daki darbe ve şimdi prenslerin desteğiyle Irak-Suriye hattında kurulmakta olan Selefi devlet nasıl bir durumla karşı karşıya kalındığını göstermiş oldu. Doğru veya yanlış Türkiye’nin küresel güçlerin hedefindeki muhaliflerle ilişki kurduğu yolundaki iddialar Türkiye’yi büyük risk altına soktu. Mevcut durumda Suriye hükümeti “iç savaş çıkartan radikal örgütlere yardım etmek” suçlamasıyla dava açmaktadır. Suçlamalar temelsiz olsa da bizi uğraştıracağı açık.

Geldiğimiz nokta hüzün verici. Yüzlerce insan Suriye’deki mazlum Müslümanların safında çarpışmak üzere gittiler, bir kısmı hayatlarını feda etti, büyük bölümü hâlâ çarpışmaktadır. En azından Batı’da “Türkiye tarafından anlayışla karşılandıkları” yolunda yaygın bir kanaat varken, Dışişleri Bakanı “IŞİD’e göre Esed ehven-i şer olarak gösteriliyor.” diyor, El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide’nin “terör örgütü” olduğunu söylüyor. Bu saf niyetlerle Türkiye’den savaşa teşvik edilip gidenleri incitiyor, El Kaide’nin kızgınlığını artırıyor. Sormazlar mı: IŞİD konusunda “şimdi” mi bilgi sahibi olundu? Küresel aktörler (ABD-Rusya) El Kaide ve diğerlerini hedef tahtasına koyduktan sonra mı “terör örgütü” oldular? Bir yandan Irak-Suriye hattında El Kaide’nin kurmaya çalıştığı devlet, öbür yandan PYD’nin tahkim etmeye çalıştığı federal yapı. Türkiye açısından tam bir şaşkınlık.

Bu politika İslami değildi. Zaten İslami olsaydı “hatalı ve riskli” olmaz, bunca maliyetlere yol açmazdı. Kim ne derse desin, Türkiye, ikinci aşamada –fakat yanlış hesapla- Batılı müttefiklerini atlatarak Suriye’ye tek başına hükümran olmaya ve oradan bölgede Neo Osmanlı düzen kurmaya niyetlenince bir anda küresel güçler ve bölge ülkelerinin hedefi oldu. Bu bir “hırs”tı, milli emperyal(ist) bir projeydi, reel politik değildi ve elbette beklendiği üzere çöktü. Milli ve emperyal olan ahlaki de değildir.

Bölge politikasının İslami çerçevesi şudur:

1) Hiçbir devlet salt milli çıkarını temel alarak bölgede hakimiyet kuramaz, buna ne küresel güçler ne bölge ülkeleri izin verir. Çıkar “milli” ise her ülkenin milli çıkarı vardır, diğerleriyle tabiatı gereği çatışır. Emperyalist tahakküme bölge ülkelerinin ortak katılımı ve çabasıyla son verilebilir ancak.

2) Hiçbir mezhep grubu (Sünni, Şii, Selefi-Vehhabi) bölgeyi domine edemez, bütün dinler ve mezhepler ortak bir bölge tasavvuruna sahip olmak durumundadırlar, aksi halde Avrupa’dakinden çok daha vahşi mezhep savaşlarını yaşayacağız.

 3) Hiçbir kavim (ırk-etnisite) kendi başına bölgede var olamaz. Bölge hukuk temelinde kavimlerin tamamını içine alacak büyük bir kubbe inşa etmek durumundadır. Aksi halde etnik çatışmalar sürüp gidecek.

Çıkış yolu İttihad-ı anasır-ı İslam’dır. Yanlış politikanın temeli Sayın Başbakan’ın işaret ettiği üzere “hırs”tır, hırs ise İslami değildir, zehirleyicidir.

Türkiye bu yönde temel dış politika değişikliğine giderek bölgede yeni bir heyecan dalgasını harekete geçirebilir. Hâlâ umut var. Bu, Başbakan, AK Parti, Türkiye ve bölge için tek çıkıştır.

<< Önceki Haber Dış politikada yaşanan kritik değişim! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER