Bu kimin intikamı?

Balyozdan yargılanan Tuğamiral Mehmet Fatih Ilgar’ın Ergenekoncularla Erdoğan’ın anlaşmasından önce, 2012 yılında söyledikleri son dönemde yaşanan baskıya, zulme, lince ışık tutuyor. Ülkede yaşanan zulüm sürecinin failinin kim olduğunu ve kimlerin intikam aldığını ortaya koyuyor.

SHABER3.COM

tr724 yazarı Mahmut Akpınar, Türkiye'de son dönemde yaşanan hukuk dışı uygulamaları irdeledi ve Ergenekon Balyoz sürecinde ortaya çıkan ses kayıtlarını hatırlattı. İşte o yazı:

BU KİMİN İNTİKAMI?
 
Mehmet Fatih İlgar’ın o dönemde söyledikleri kuru tehdit, içinde bulunduğu halin etkisiyle söylenmiş kastı aşan, tepkisel sözler gibi görülüyordu. Ancak aradan geçen zaman söylenenleri doğruladı. Burada iki ihtimal söz konusu: ya balyozcu paşalar “keramet” gösterip o sözleri sarfetti veya daha o dönemden bilinen, kendilerine söylenen şeyler vardı. Belli ki bugünlerde yapılan zulümlerin, toplu kıyımın planları belirli mahfillerde hazırlanmıştı.

Mayıs 2012’de medyaya yansıyan konuşmalarda Balyoz sanığı Tuğamiral Mehmet Fatih Ilgar, 4 genelkurmay başkanını hain ilan ediyor ve sağlam kaynaklardan aldıklerı bilgiye göre yakında çıkacaklarını ve o zaman herşeyin farklı olacağını söylüyor.

Tahliye olduktan sonra GATA’da tedavi gören ve ardından hayatını kaybeden Tuğgeneral Cem Aziz Çakmak‘ın, medyada yer alan konuşmaları da İlgar’dan farklı değil, hatta daha ilerisini kayıtta anlatıyor:

“İki sene içinde Balyoz’un rövanşı olacak, çok can yanacak. Kendilerine en güvendikleri anda çoluk çocuk demeden rövanşı alacağız. … (kendilerini yargılayan hakimleri-savcıları kastederek) onlara bu koltuklara oturacaksınız vatana ihanetten yargılanacaksınız dedim … Hep onu söylüyorum. Allah rövanşını göstermesin onlar için. Çünkü biz bir daha böyle bir rövanşta böyle bir hata yapmayız yani. Yani Atatürk isyan oldu mu “çoluğu çocuğu kalmasın götürün, şehri götürün” diyormuş. Adam, görüyor yani. Çocuğuna kadar. Bu iş böyle. Daha ne kadar çekeriz bilmiyorum. Ama çok uzun süreceğini sanmıyorum. Yani aldığımız haberler o yönde bizim. Sağlam kaynaklar. Bunun hesabı sorulacak. Tarihin yargısından kaçmaları mümkün değil. Kimse kaçamaz, kimse. Yani bunların yatacak yerleri yok. Bunları toprak reddeder, naaşlarını toprak reddeder şerefsizim. Bir iki sene içerisinde bu manzara tam tersine dönecek. Bak söylüyorum bunu. dersin ki “bunu bir paşam söylemişti” dersin. Adamlar kaçacaklar. Bu ülkeden kaçacaklar çoğu. Ve rövanşı çok farklı olacak. Çok kişinin canı yanacak. Yani bunun rövanşında çok can yanacak. Neler var, neler var, şu anda bizim bildiğimiz neler var… Bir sürü hesaplaşma olacak. İki sene çok belki bir sene içinde. Eğer biz buradan bir çıkarsak bu dışarıdakilerle çok ciddi bir hesaplaşma olacak, çok ciddi hem de. İlk şeyimiz ne biliyor musun? Aç kalacaklar. Bak söyleyeyim. Aç kalacaklar. Öyle başlayacak zaten. Bu kadar da boş değiliz ya! Çıktıktan sonra da güzel planlarımız var. Savaşsa savaş yapacağız. Yapacak bir şeyimiz yok yani. Burada bitmemesi lazım bunun. Bir iki aya kadar da ve bilgiler de gelen bilgiler de emareler de o yönde. Bir yasa tasarısı gündemde. O yasayla bizi çıkaracaklar. Bu ülke ya ekonomik krizle ya bir iç savaşla kendine gelecek. Bu iki seçenekten bir tanesi kapımızı çalacak. Ondan sonra dönüş yolu orada başlayacak.”

‘KININDAN ÇIKMIŞ KILIÇ GİBİYİZ’

Türkiye’nin bugünlerde yaşadıklarının kimlerden kaynaklandığına, kimler tarafından yapıldığına dair önemli ipuçlarından birisi de Doğu Perinçek’in tahliyeden sonra yaptığı konuşmada saklı. Perinçek her dönem gündem olmayı başaran, karmaşık, karanlık bir adam. Birbirine 180 derece zıt yönlerde durabiliyor; her durduğu yeri “oranın asıl sahibi” gibi savunabiliyor. 1980 öncesi dönemde Maocu olarak bilinen Perinçek 1990’larda PKK kamplarına gidip Öcalan’a çiçek sunuyor; kamplarda PKK militanlarına seminerler veriyor. Öcalan’a “özgürlük savaşçısı” diyor. Başka bir dönem Kemalist oluyor, en ileri Atatürkçü kesiliyor. Başka bir zaman ulusalcı-milliyetçi tonlarla Lozan’a gidip Ermenileri protesto ediyor. Perinçek kimlere ve nereye hizmet ettiği kolayca çözülemeyecek kadar gizemli, karmaşık ama her dönem etkili olmuş bir adam. Sözde bir siyasi parti lideri ama yüzde 0.01’lik oy oranı ile her yere nizam veren, herkesi tehdit edebilen ve kendisini devletin sahibi, zinde güçlerin patronu gibi görebilen birisi. Perinçek’in tahliyeden sonra söyledikleri de bugünlerde yaşananlara ışık tutuyor:

“Bizleri Ergenekona hapsettiler, ülkeyi bölmek için şimdi Ergenekon’dan çıkıyoruz. Türkiye’yi birleştireceğiz. Bizi Ergenekon’a hapsettiler Cumhuriyeti yıkmak için. Bizi Ergenekon’a hapsettiler Türkiye’yi şeyhler dervişler cemaatler müritler ülkesi yapmak için. Şimdi Ergenekon’dan çıkıyoruz. Cemaatlerin tarikatların kökünü kazıyacağız Cumhuryet’i ayağa kaldıracağız. Şu anda Ergenekon’dan çıktığımız yerdeyiz. Kınından çıkmış bir kılıç gibiyiz görevlere hazırız görevlere hazırız. Ergenekon’un hedeflediği iki kesim vardı TSK ve işçi partisi. Gazi olduk, bize bir şey olmadı Ergenekon’dan gazi olarak çıkıyoruz. Onların, Türkiye’yi bölenlerin hükümetini yıkacağız. Buradan ilan ediyorum. Tayyip Erdoğanların Abdullah Güllerin Fethullah Gülenlerin iktidarını yıkacağız. Hepsini birden yıkacağız. Kınından çıkmış kılıç gibiyiz. Koşullar çok güzel… Berbat olacaklar. Türk vatanını bölemeyecekler. Bağımsız birleşik çağdaş halkçı devrimci Türkiye’yi kuracağız. Dervişler cemaatler Türkiye’si oldu, bunların hepsinin kökünü kazıyacağız”

ZORUNLU İTİLAF

Ortadoğu’da post kolonyal dönemden sonra düzen genelde bürokrasi, özelde ordular üzerine kurulmuştur. Münhasıran Ortadoğu ülkelerinde bürokrasi, özellikle askeri bürokrasiler kurulu düzeni devam ettirme, devletin derin genetik kodlarına hükmetme adına hayatidir. Ulusalcı-milliyetçi söylemlerine rağmen Ortadoğu ülkelerinde ve pek çok 3. dünya ülkesinde askeri kurumlar millete rağmen gücü koruma ve devleti kontrol etme eğilimindedir.

Ergenekon ve Balyoz davaları bu topraklarda bürokrasi ve askeri bürokrasi üzerine bina edilmiş, devleti millete rağmen kontrol eden güçlere karşı etkili bir sivil başkaldırıydı. O dönemde kendisi de askeri güçlerden çekinen siyasi iktidar bu gücün kırılması ve etkisini yitirmesi için Erdoğan’ın ifadesiyle “Ergenekon davasının savcısı” olduğunu deklare etti. Ancak devletin içindeki derin Ergenekon’cu yapıların tasfiyesi Erdoğan otoriterleşmesinin de başlangıcı oldu. Erdoğan TSK içindeki derin yapıların tasfiyesinden sonra bireysel otoritesini güçlendirip, kirli saltanatını ikame etmeye yöneldi. 17/25 operasyonlarıyla cerahatlar ortalığa saçılınca bu defa görevini yapan yargıya karşı kendini ve aile çevresini kurtarmak için Ergenekoncularla anlaşma yaptı ve devletin önemli noktalarını onlara tekrar teslim etti.

Şu anda siyasi sorumluluğu AKP üstlenmiş olsa dahi zulüm sürecinde intikam alanlar, yüzbinleri işinden atıp milyonları açlığa mahkûm edenler ses kayıtlarında ifade ettikleri üzere Ergenekonculardır. Erdoğan kendini ve çevresini korurken Ergenekoncular, Balyozcular tekrar devletin odağına otağlarını kurdular ve intikam alıyorlar. Perinçek’in de ifade ettiği üzere çok geçmeden Erdoğanların iktidarını da yıkmaya başlayacaklardır.

Yıkabilirler mi?

En azından ciddi bir mücadele olacağı görülüyor. Her ne kadar Ergenekoncular, eski derinler intikam ortaklığı nedeniyle ve mecburiyetten tekrar devletin, ordunun yargının sinirlerine yerleşti ise de Erdoğan da boş durmuyor. SADAT gibi yapılar üzerinden kendi sivil paramiliter yapılarını kuruyor, orduda, yargıda, devlet içinde kendine sadık adamlar üzerinden kadrolaşmalar yapıyor.

Cemaat’e ve sivil demokratik kesimlere intikam süreci ne zaman biter bilemiyoruz ama hemen arkasından Ergenekoncularla Erdoğan’ın kapışmasının başlayacağını söylemek kehanet değil! Zira Erdoğan’ın Ergenekoncularla işbirliği bir ittifak değil zorunlu bir itilaf!
<< Önceki Haber Bu kimin intikamı? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER