'Bir Ceylan Çalışkan vardı'

Üstad Bediüzzaman'ın hem talebesi, hem hizmetkârı, hem kâtibi, hem de “mânevî evlâdı” olan Ceylan Çalışkan , 22 Ağustos 1963'te İstanbul'da bir trafik kazası sonucu vefat ettiğinde,henüz 33 yaşındaydı

SHABER3.COM

ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM

Ceylan Çalışkan Ağabeyimiz, 1930 yılında Emirdağ’da doğdu. 1963’te de İstanbul’da 33 yaşında yani Cennet yaşında vefat etti. Orta okulda okurken, bütün imtihanlardan hep on üzerinden on alıyordu. Kendisine “Neden derslerinden hep 10 alıyorsun?” diye sorduklarında keskin zekâsı ile ‘Daha yüksek bir not yok da, ondan!” diye cevap verir…
Ceylan Ağabeyin babası Mehmet Ağabey oğlunun tahsili için Üstad Hazretleriyle istişareye gelir: “Üstadım! Biliyorsunuz, Ceylan çok zeki. Niyetimiz ona yüksek tahsil yaptırmaktır. Siz ne buyurursunuz?” der. Üstad Hazretleri de: “Bak kardeşim, benim evladım yok. Bunu bana ver, hem benden iman dersi alsın, hem de hizmet etsin. Daha sonra yüksekokula gider.” der. Mehmet Çalışkan Ağabey, “Anam, babam sana feda olsun” diye sahabiler misali, Üstad’dan gelen her isteği emir telakki eder: “Peki, Üstad’ım. Ceylan sizindir.!” Der.
Üstad Hazretlerinin Ceylan Ağabeye verdiği ders “doğruluk ve sadakat”tır. Üstad kendisine zaman ve zeminin nezaketini anlatarak şöyle der: “Daima doğru olacaksın! Hiç yalan söylemeyeceksin! Sana bir milyon lira verirler, bana ihanet edebilirsin. Fakat ismin ebediyen kötü olarak anılır!” 
Ceylan Ağabey çok uyanıktır. Kolay kolay sır vermez ve oyuna gelmez. Fakat dessas zalimlerin sürekli fırsat kolladıkları bir yerde, uzun vadede, hiç açık vermemek kolay değildir. Babası ticaret erbabı olduğundan, dost kılığında dükkanına gelip haber  almaya çalışan hafiyeler âdeta kol gezerler. Bu yüzden Üstad, Ceylan’ı sık sık uyarma ihtiyacını duyar: 
“Ceylan! Zaman naziktir. Nurların faaliyeti vaktinde çok dikkat  lâzımdır. Nurun ve bizim Nurcuların selameti ve münafıkların şerrinden kurtulması için sen bu üç maddeyi bil:
“Birincisi: İktisada tam riayet etmek lâzımdır. Tâ vâliden ve baban senden gücenip hizmet-i Nuriye’ye zarar gelmesin. Dükkancılık  eden, mertlik etmez. On paraya dikkat eder. Mal senin değil. İkram etsen, câiz değil.
İkincisi: Şimdilik nazar-ı dikkati kendine celbetme ve  gösteriş yapmaya çalışma. Tâ senin elindeki Nur emanetlerine zarar gelmesin. Hevesâtını, faydasız  eğlencelerini bırak. Hizmet-i Nuriyenin sana verdiği zevkler yeter.
Üçüncüsü: Bize gelmek için buraya gelenlerden herkese açılma. Lüzumsuz onlara esrarımızı bildirme. Çünkü içlerinde ya safdil veya kurnaz veya aptal bulunabilir, ifşâ eder. Habbeyi (su damlasının kabarcığını) kubbe yapar. Ondan da münafıklar ve casuslar istifade eder. Bilhassa bu kasabada daha çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır.”
Ceylan Çalışkan Ağabeyimiz üzerine en kapsamlı araştırmayı yapan İhsan Atasoy şu değerlendirmeleri yapıyor:
“Henüz on altı yaşında olan Ceylan’ın omuzuna büyük bir davanın ağır yükü konulmuştur. Emsallerinin mahalle aralarında çelik çomak oynadıkları zamanda böyle bir sorumluluğu yüklenmek kolay değildir. Ceylan,  büyük bir zâtın huzurunda ve küllî bir dâvânın hizmetinde olduğunun şuurunda olsa da, yaşı icabı, zaman zaman çocukluk hissiyatının ağır bastığı olur. Hatta bir ara Üstad’n hizmetinden uzaklaşıp oyuna dalar, birkaç gün hiç haber vermeden ortalarda gözükmez. Üstad buna üzülür ve kendisini ikaz eder. Ceylan  Üstad’ın hizmetinden bu uzaklaşmanın değerlendirmesini  yaparken, bunun hizmetteki kusurlarından dolayı olduğunu ve başka manevî sebeplerden ileri geldiğini itiraf eder. Bu uzaklaşma sırasında kendisine Üstad’ın şu ikazı gelir:
“Ceylan! Dün posta için sabahtan akşama kadar seni bekledim, görünmedin. Kalben dedim: ‘Eğer Risale-i Nur’un hizmetiyle ve okunmasıyla meşgul olmuş ise affedilir. Yoksa onun hayatı Risale-i Nur’a aittir… Hevesatına sarf etse şiddetli tokat yiyecek!  Acaba o mânasız gezmeyi bu soğukta sen mi yaptın? Yoksa başkası mı hatıra getirdi? Hem yanınızda kim vardı? Risale-i Nur hesabına merak ediyorum. Dikkat et, çocukluk yapma, tokat yiyenler pek çok!”
“Üstad, Risale-i Nur hizmetinin kıymet ve ehemmiyetini dile getirerek büyük hizmeti omuzlayan küçük talebesini teşvik eder, dikkat ve ciddiyete  davet eder:
“Ceylan sen bahtiyardın ki, bu acip zamanda Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir hizmeti ve onun mânevi hazinesinin bir anahtarını aldın. Benim de anahtarımı aldın. Küçük bir Abdurrahman ve küçücük bir Hüsrev namını aldın. Bu kudsî ve ehemmiyetli vazifeye lâyık olacağını gayet kuvvetli bir sadakat, metanet ve ihtiyat ile isbat edersin. Gerçi çocuksun. Fakat sende kuvvetli bir sadakat hissettiğimizden küçülmüş, kuvvetli bir ihtiyar  nazariyle bakıyoruz. Sen de dikkat et! Çocukluk hevesatına aldanma, kapılma! O adamın şimdiki benim hizmetimde vazifeleri, mecburiyetle sana yüklenmiş. Az bir yanlışın büyük bir zarar verir. Bun katiyen bil ki, senin hizmet ettiğin hakikatin sana vereceği hem dünyada, hem âhirette menfaate mukabil, dünyada hiçbir şey gelemez. Tâ ki, bir elmas hazinesini şişe gibi çabucak kırılacak fâni dünya lezzetleriyle kaçırma. Çocukluk kulağıyla cin, insan şeytanlarının vesveselerine kapılma.” 
“Üstadın hizmetinde çok uyanık olan ve dikkatli olan Ceylan, gelenlere sadece bir kere bakmakla niyet ve gayelerini yüzlerinden okur, ona göre davranır. Bu konuda Ahmet Gümüş’ün hatırası ilginçtir:
“Konya’dan Isparta’ya trenle gidiyordum. Trende bazı  şahıslarla tanıştım. Ben onlara Üstad’dan bahsedince, ‘Üstad’ı biz de görelim’ dediler. Trenden indik, Üstad’ın evinin zilini çaldım. Karşımızda Ceylan Ağabey çıktı. Keskin nazarıyla şöyle bir baktı. ‘Üstadımız ziyaretçi kabul etmiyor!’  diye hepimizi geri çevirdi. Biraz sonra tekrar beni çağırdı. ‘Ahmak’ Sen Üstadımın âdetlerini bilmez misin?’ dedi ve ilave etti: ‘Üstadımız, dilencileri, çerçileri, Hürriyet ve Millet Partileri, şirketçileri, emlakçileri kabul etmez’ dedi ve şöyle devam etti: ‘İKİ  ŞİZOFREN  HASTASI  bir araya geliyor. Bizim hiç haberimiz yokken ve fikrimizi sormadan bir parti kuruyor, ondan sonra Nur Talebelerinin ensesine, at sineği gibi yapışıp kendi boş hayallerini gerçek gibi anlatıyorlar. Mesleğimizin kabul etmediği SİYASETE  bizi çekmeye çalışıyorlar. Bazı hoş olmayan itişme ve tartışmalar oluyor! Bazı Nur Talebelerinin hanımlarının altınına, memurlarının maaşına, tüccarların parasına göz dikiyorlar. Onlar da para ve altınlarını bunlara kaptırıyorlar. Sonra ne ihlas, ne uhuvvet kalıyor. Müslüman bu mu, diyerek dedi koduya da sebep oluyorlar. O da Nur hizmetine zarar veriyor. Biz ziyaretçi âşığı değiliz. HİZMET  ÂŞIĞIYIZ!”
Necmeddin Şahiner Ağabeyimiz diyor ki: “Üstad’ın vefatından sonra Ceylan Çocuk âhûlar âleminden dünyaya dönmek ister. İstanbul’da iş kurar, evlenir. Hemen ardından Ceylanlığı bozulmadan, âhûlarla kazandığı saflığı zedelenmeden öteki âleme gider, şehit olur…
“Ona ağlayanlar içinde bana en çok dokunan Bakırköy Hastanesi’nde mübarek naaşını gören Ziya Arun’dur. Mevtasının üzerine kapanarak, ‘Üstad, ‘Seni dünyaya vermeyeceğim’, demişti. Diyerek hüngür hüngür ağlar. Ve o güne kadar kimsenin bilmediği, görmediği bir yazı çıkar cebinden: ‘Ceylan benim vekilimdir. Nur’a ait işleri benim hesabıma yapar.’  Said Nursi…
“Ne büyük bahtiyarlık!
“Nüktedan, hazır cevap, şakacı Ceylan, dünyanın fâniliklerine dalmadan Nur Üstad’ın ‘Ceylan! Senin hayatın Nurlara aittir. Seni dünyaya vermeyeceğim. Eğer sen dünyaya dönersen, senin hayatın pek kısa olacaktır!’ sözüne mazhar olur…”
Cenab-ı Hak, hepsine engin rahmetiyle muâmele buyursun…

<< Önceki Haber 'Bir Ceylan Çalışkan vardı' Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER