İslâm Her Devirde Yaşanmıştır 3

Prof. Dr. Osman Şahin

Prof. Dr. Osman Şahin

22 Kas 2021 11:16
  • Fethullah Gülen Hocaefendi, “İslâm Her Devirde Yaşanmıştır”  başlıklı yazısında, tarihî olanla, İslâmî olanı ayırtetmek gerektiğini, İslâm'ın tarihte rastlanan farklı uygulamalarının ve yine tarih içinde kazandığı bazı şekil ve normların, çoğu zaman İslâm'ın kendisi zannedildiğini ve bu yüzden de önemli yanlışlara düşüldüğünü ifade etmektedirler. Bununla beraber, Hocaefendi, bu yanılmaların mutlak manada olmadığını ve selef-i salihînin dini yaşama ve yaşatma adına çok büyük işler yaptıklarını vurgulamaktadırlar:

    “Çok hassas yaşayan büyüklerimizin, İslâm'ın farklı tatbikatlarında mutlak planda yanıldıklarını söylemek, selef-i salihîni hafife alma sayılır. Böyle bir iddiada bulunursak, sahabe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn hatta daha sonra pek çok devlet kurarak hilâfetin saltanatını temsil edecek enginlikte İslâm'ı dünyaya duyuran, o kendilerini daima şerefle yâd ettiğimiz ve zihinlerimizde bir yâd-ı cemil olarak yaşayan büyüklerimizi yok saymış oluruz.

    İslâm, her devirde yaşanmıştır. Ama bu yaşama, ya bütünüyle veya arızalı bir şekilde olmuştur. Bu noktaya dikkati çeken Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), tamamiyeti ifade adına Raşid Halifeler dönemini nazara verir; çünkü İslâm'ın en saf yaşandığı dönem o dönemdir.”

    İslâm geldiği günden günümüze kadar her devirde, bazen tamamına yakın bir şekilde bazen de arızalı ve eksik bir şekilde de olsa yaşanmıştır. Bütünüyle İslâm, Raşid Halifeler döneminde yaşanmış olduğundan, Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu zaman dilimine dikkat çekerek, onlara uyulması hususunda tembihde bulunmuşlardır. Buna binaen, sonra gelenler hep bunlara bakarak, İslâm’ı doğru yaşama adına kendilerine çeki düzen vermeye gayret etmişlerdir.     

    Fethullah Gülen Hocaefendi, “İslâm Her Devirde Yaşanmıştır”  başlıklı yazısında, selef-i salihînden istifade etmenin zaruretine de vurgu yaparak bu hakikati şöyle ifade etmektedirler:

    “Her devirde herkes kendini, esas olanı almaya ve onu temsil etmeye zorlamıştır. Bize en yakın olanlarından en uzak büyüklerimize kadar herkes davranışlarını ayarlarken kendisini İslâm'ı yaşama mevzuunda tam akort edip de İslâm'a göre bir ses çıkarmayı düşünürken,   diye düşünüyordu. 

    Sultan Selahaddin-i Eyyubi, İmam Nevevi veya İzzuddin b. Abdulaziz karşısında kendi durumunu ayarlarken; "Benim şu tavrım ve durumum acaba selef-i salihîne uyuyor mu?" diye soruyordu. Tabiî onlar da, kendi durumlarını ona göre ayarlıyorlardı. Onu yetiştiren Nureddin Zengi de, yine kendi durumunu selef-i salihîne göre ayarlıyordu. Tâbiîn kendisini sahabeye göre ayarlıyor, sahabe de, Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) göre kendine çeki düzen veriyordu; âdeta "Sağa dön!" dendiğinde sağa dönüyor, "Sola dön!" denince de sola dönüyordu.” 

    Hocaefendi, geçmişten, hem ileri seviyede yaşamaya çalışanlardan hem de en alt seviyede yaşayanlardan bazı örnekler verdikten sonra, "Bizden evvelki bir kısım nesiller, Müslümanlığı dört başı mamur yaşamadılar." demekle, günaha ve suizanna girileceğini, eksiğiyle, kusuruyla İslâm’ın her zaman belli ölçüde temsil edildiğini ifade etmektedirler.

    Ayrıca, aynı yazıda, tarih boyunca gelmiş bazı zalimlerin ve yanlış uygulamaların var olduklarını kabulle beraber, umumi manada, selef-i salihînin dini doğru bir şekilde anlayıp, temsil ve tebliğ gayreti içerisinde bulundukları nazara verilmektedir:

    “Bunu söylerken, bütün geçmişi aklayıp herkesi tertemiz gösterme gibi bir durumumuz da yoktur; çünkü Ömer b. Abdülaziz'in yanında, Velid ve Yezid gibi kimselerin mevcudiyeti de söz konusudur. İstesek de bunları asla temize çıkaramayız. 
    Abbasilerin içinde de bu türlü kimseler bulunmuştur. Meselâ, bazı idareciler, devlete yanaşan itizalî düşüncenin tesirinde kalarak, Ahmed b. Hanbel gibi hadisin büyük imamına işkence edebilmişlerdir. Evet, o zaman Ahmed b. Hanbel'i hapishanede döve döve öldüren insanlar da vardır; Ebû Hanife'ye işkence yapan, Serahsî'yi kuyunun dibine atıp koca Mebsut kitabını orada telif etmek zorunda bırakan insanlar da vardır. Bütün bunlar olmuştur ve bunları yapanların yüzünü ne aklayabilir ne de paklayabiliriz.

    Devlet-i  liyye-i Osmaniye içinde de ruhuyla bütünleşemeyen ve kendinde olmayan insanlar yetişmiştir. Ama bunlar arasında vatanına hıyanet eden, onu Avrupa'ya peşkeş çeken, dini adına taviz veren padişah yetiştiğini söylersek, hem Devlet-i  liyye'ye hem de atalarımıza iftira etmiş, kocaman şanlı bir mazimiz ve tarihimiz hakkında yalan söylemiş oluruz… Son Osmanlı padişahlarından birinin dediği gibi, "Osmanlılar arasında dâhi olmayan, iş beceremeyen, acezeden bir kısım kimseler zuhur etmiştir ama kendi milletine hıyanet eden asla çıkmamıştır." Kanaat-i âcizanemce meseleleri bu zaviyeden ele almak lâzımdır ve bu bizim tarihimize ve mazimize uygun bir bakış açısıdır. 

    İşte bu noktalar çok mühimdir. Biz hayatın bize az gülüşü karşısında yan gelip her meseleyi masanın başında idare etmeye çalışıyoruz. Dünyanın neresinden neresine kadar hâkim olunduğu bir dönemde, atın üstünde haricî ve dahilî çeşitli düşmanlıklar karşısında mücadele eden insanları hafife almak, doğrudan doğruya kendi soy ağacına, soy kütüğüne küfretmek, ihanet etmek, en azından hakaret etmek demektir.”

    22 Kas 2021 11:16
    YAZARIN SON YAZILARI