Dinden Uzaklaşmak / Uzaklaştırmak Toplumu Uçuruma Atmaktır!

Prof. Dr. Muhittin AKGÜL

Prof. Dr. Muhittin AKGÜL

17 Nis 2021 11:48
  • İnançsız bir toplum, yeryüzünün hiçbir döneminde, hiçbir yerinde görülmemiştir. En ilkel toplumlarda bile insanlar, bir güce, bir kutsala veya bir toteme inanma ihtiyacını hissetmiştir. Yakın tarih itibariyle bildiğimiz, dine karşı savaş açmış bir sistemi uygulamaya çalışan ve dinsiz bir toplum inşasını temel gâye edinen Sovyetler Birliği bile, o kadar baskılara, ağır işkencelere ve katliamlara rağmen, toplumdan din ihtiyacını kaldıramamıştır. 

    İnsan, yemeden ve içmeden uzun süre hayatını devam ettiremediği, susuz ve havasız yaşayamadığı gibi, dinsiz de yaşayamaz. Bu varoluşsal ihtiyaç, Yüce Yaratıcı’nın akıl, fikir, şuur ve düşünce sahibi olan insanın içine yerleştirdiği temel ve vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bu temel ihtiyaç, doğru bir şekilde karşılanmayıp ve verilmesi gereken kıvamda tedarik edilmezse, ortaya bir takım sapkın inançların çıkması da her zaman için kaçınılmaz olacaktır.

    Peki acaba bu kadar önemli olan din ne demektir? “Din; akıl sahiplerinin kendi hür iradeleriyle kabul ettikleri, neticesi mutlak hayır olan ve insanları dünya-ahiret mutluluğuna götüren İlâhî prensipler mecmuasıdır.” Dinde en önemli şey, insanların onu hür iradeleriyle kabulüdür. Baskı, zorlama, şiddet ve cebirle dinin kabul edilmesi ya da ettirilmesi asla söz konusu değildir. Şayet zorla olursa, o zaman da zaten bu inanılan şeye din denmez. Böylesi kabul edilen durumlarda, nifak yani ikiyüzlülük ortaya çıkar. Onun içindir ki Yüce Mevla: “Dine sokmak için zorlama yoktur.” (Bakara 2/256) buyurarak, bu gerçeği beyan buyurmuştur. Zaten İslam dininin kabulü noktasında da tarihin hiçbir döneminde baskı olmamıştır. Günümüzdeki adı “İslam”la bir şekliyle ilintilendirilen radikal örgütlerin, zorlama senaryolarla bunun aksini yapmaları ise, konumuzun dışındadır.

    Dini kabulde zorlamanın olmadığının en büyük delili, asırlar boyu geniş coğrafyalarda hâkimiyet sürdüren müslümanlar, hürriyete kavuşturmak, hayat vermek, zorbaların tasallutundan kurtarmak ve gerçek insani değerleri ulaştırmak için gittikleri bölgelerde, uzun yıllar kalmalarına ve hâkimiyetlerini devam ettirmelerine rağmen, asla yerel halkın inançlarına müdahale etmemeleri, bu konuda onları tamamen serbest bırakmaları, ne bir kilise ve ne de bir havraya dokunmamalarıdır. Sıcak savaş zamanlarında bile, ibadet yerlerine ve din adamlarına müdahale etmemeleri ve ma’bedlere sığınanları ise emniyette kabul etmeleri gerçeğidir. 

    Dinin en önemli fonksiyonlarından birisi de, fertleri, aileleri ve kendisini kabul eden toplumları, güzelliğe, mutluluğa götürmesi ve en onlara sorumluluk bilincini kazandırmasıdır. Evet gerçek din, toplumun güven ve huzur kaynağıdır. Bu şekliyle sahih bir din, hem insandaki doğuştan var olan temel inanma ihtiyacını karşılar, hem de başka hiçbir güç ve kanunun önleyemeyeceği kontrol sistemini yerleştirir. Zira din, kendisine gerçekten inanan ve bağlananlara, kendisini sürekli gören, kontrol eden ve sadece yaptıklarından değil, düşündüğü her şeyden ve bütün niyet ve maksatlarından haberdar olan, Kendisinden hiçbir şeyin gizlenemeyeceği bir Yaratıcı ve Gözetleyici’nin varlığına iman temeli üzerine oturur.

    Aynı zamanda din insana, dünyada kanundan, devletten ve kuvvetten kaçmak mümkün olsa da, Allah'ın görmesi ve işitmesinin dışına çıkmanın mümkün olmayacağı esasından hareketle her ferde, bütün yaptıklarından sorumlu olup, bunlardan dolayı başka bir âlemde sorguya çekileceğini ve bu sorguda kazanıp kaybetmesine göre ebedî saadet veya cezayı hak edeceğini de öğretir. Doğrusunu söylemek gerekirse, insanı güzel ahlak eğitiminde; kötülükler, günahlar, zulüm ve katliamlar sarmalıyla değil de, iyilikler ve faziletler manzumesiyle donatmada, dini inancın yerini, beşerî hiçbir şeyin doldurması da zaten mümkün değildir.

    Evet, din ve onun bilhassa ahlâki ilkeleri, insanı eğitmede, yerini beşerî hiçbir kural ve yasağın dolduramayacağı bir öneme sahiptir. Bu mükemmel ahlâk prensipleri, tarih boyu bütün insanlarca kabul edilen, kimsenin karşı çıkamayacağı ve zaman ve mekânların da eskitemeyeceği evrensel prensiplerdir.

    Bütün dinler asıl itibariyle aynı kaynaktan gelir. Dinlerin dilleri, zamanları ve coğrafyaları farklı olmakla beraber, Kur’ân’a göre muhteva açısından adı, sulhu, barışı, esenliği, kardeşliği, beraberce yaşama kültürünü ve başkalarına saygıyı ifade eden İslam’dır. Zaman ve şartlara göre İlahi yönlendirmelerle dinlerin muamelat ve ibadetlerinde bir takım farklılıklar bulunsa da, kaynakları bir olması sebebiyle inanç esasları açısından hepsi birdir. 

    Bir daha tekrar edelim ki din, insanların dünya ve âhiret mutluluğunu temin için gönderilmiştir. Ancak şimdiki haliyle yaşanan din, insanlara hem dünyalarını yaşanmaz hale getirmekte, hem de ahiretlerini harap etmektedir. O zaman bu özellikleriyle inanılan din, yukarıdan beri kısaca bazı özelliklerine vurgu yaptığımız gerçek ve sahih dinin dışında olup, anladığımız gerçek din olan İslam değildir.

    İnsanlar, tarih boyunca işlerine gelmediği veya sahte bir takım din mensupları tarafından tahrif edildiği için nefret edip terk ettikleri dinleri, zamanla kendilerine benzetmişler, belli bir süre sonra da artık tahrif edilen bu din, işlevini tamamen kaybetmiş ve tanınamaz hale gelmiştir.

    Gerçek ve sahih bir din, ne bir çıkar kapısı, ne de iktidara gelmek için kullanılan bir paravanadır. Ama gelin görün ki, hem geçmişte hem de günümüzde bazı mirasyediler, dini ve dinin kurallarını öylesine dejenere etmişlerdir ki, artık o din, din olmaktan çıkmış ve tanınamaz hale gelmiştir.

    Günümüzde dinin eli ayağı bağlanmış, piyasaya dindar görünümünde bir sürü kukla sürülmüştür. Ancak bu kuklalar öylesine tiksindirici ve iticidirler ki, onları görenler büyük bir hayal kırıklığıyla dinden uzaklaşmaktadırlar. Ne acıdır ki, uzaklaştıkları şeyi de, gerçek din sanmaktadırlar. Özellikle de dini temsille yola çıkan bir kısım politikacılar, dini kavramları tahrif ederek, işledikleri haramları, hırsızlıkları, rüşvetleri ve zulümleri meşrulaştırma kılıfı olarak kullanmaları ise, dinden uzaklaşmanın en derin ve büyük sebebi olmuştur. Bunları gören çevreler, bu kimselere dinin kendisi olarak bakma yanlışlığına düşmüş ve böylelikle de dinden ve dini değerlerden nefret eder bir duruma gelmişlerdir.   

    Dolayısıyla gerçek ve sahih bir din, insanı ve toplumu şekillendirmek için gelmişken, arzu ve istekler dinin önüne geçmiş, hevâlar (gayr-ı meşru arzu ve istekler) ilah kılınmış ve din de tamamen terkedilmiştir. Bu açıdan da günümüzde din, asla insanları şekillendirmemekte, aksine insanlar dini şekillendirmektedirler. Ne acıdır ki bu konuda öncü rolü ise, her zaman olduğu gibi facir fakihler, zulmeden yöneticiler ve fetvacı cahiller oynamaktadır. Bu üç kişilik, dinin âfeti olup, din adamı ve dindar yönetici rolünü kesen sahtekârlardır. Öyle bir hal almıştır ki din, sahte müftünün, sahte hocanın, sahte şeyhin, sahte tarikatın, sahte tasavvufun ve sahte din temsilcilerinin elinde adeta oyuncak haline getirilmiştir.

    Bu oldukça kısa değerlendirmeden de anlaşılacağı gibi gerçek bir din inancı, bir toplumun vazgeçilmezlerinin başında gelmektedir. Evrensel değerlere hakiki anlamda ev sahipliği yapan da bizzat dinin kendisidir. Böylesi bir din, herhangi bir zümrenin, grubun, ırkın, cinsiyetin, yaşın, bölgenin ve sınırlı bir zaman diliminin ihtiyacı değil, bütün insanlığın ihtiyacı olduğunu unutmamalıyız. Unutmamalı ve siyasi kavgalarımızı, farklı alanlardaki tartışmalarımızı ve düşmanlıklarımızı asla din üzerinden yürütmemeliyiz. Özellikle de çocuk ve gençleri, bu hayati öneme sahip değerden mahrum ederek, ateş çemberine ve kaoslar yumağının kucağına atmamalıyız. Onların asıl ihtiyacı olan, değerlerle örgülü ve samimi bir şekilde ilkeleri içselleştirilmiş bir iman ve bu imanın pratiğe yansıması olarak da topyekün insanlığı kucaklayacak ferasetten ibarettir.

    Prof. Dr. Muhittin AKGÜL
    https://twitter.com/muhittinakgul
    17 Nis 2021 11:48
    YAZARIN SON YAZILARI