Kendini gizleyerek yaşamak ve travmalar

M. Ertuğrul İncekul

M. Ertuğrul İncekul

29 Mar 2022 09:56
  • Hasta insanlar, hasta bir kültürün ürünleridir. Sağlıklı insanlar ise ancak sağlıklı bir kültürde yetişebilir.  (Abraham Maslow)


    Kendini gizleyerek yaşamak travmatik bir durum. Susturulan, şiddet ve baskıya uğrayan gruplarda veya aile şiddetine maruz kalan çocuklarda travmatik durumlar yaşanılması kaçınılmazdır. Konunun psikolojik boyutunu uzmanlarına havale edip, sosyolojik ve toplumsal boyutu hakkında önemli gördüğüm bazı hususları paylaşmak isterim.


    Daha önceden Türkiye’de Kürtler, Ermeniler, Aleviler veya Selanik kökenlilerin yaşadıkları, bugünlerde de Hizmet Hareketi’ne yapılanlar tam da kitlesel travmatik durumlara örnek teşkil ediyorlar. Dünyada Çingenelere, Siyahlara, Yahudilere yapılanlar da bu örneklere dahil. Bu tür azınlıklar algı operasyonları ile şeytanlaştırılıyorlar. Dehumanizing dediğimiz insan dışı bir varlık olarak gösterilmeye çalışılıyor ve değersizleştiriliyorlar. Toplum nazarında kıymeti olmayan, insan bile görülmemesi gereken bir varlık olarak sunuluyorlar. Ülkenin ve toplumun baş düşmanı, geçmiş ve günümüzdeki tüm kötülüklerin, suçların baş sorumlusu ve müsebbibi olarak gösteriliyorlar. Malumunuz Holokost dönemi Goebbels’in fikir liderliğinde yürütülen algı yönetimi tam da budur, zamanla yalanlar ve algılar devlet politikası haline gelmiştir. Bu şiddet ve baskıyı gören fertler zamanla aidiyetlerinden soğutuluyor veya soğuyorlar.


    Asıl irdelenmesi gereken soru şu; bu tür kitlesel tenkil, yok etme veya soykırım hadiseleri hep olagelmiştir, insanlık tarihi eli kanlı, gözü dönmüş birçok barbarın ve despot liderin facialarına, insanlığın yüz karası tablolarına şahittir. Ama bunlar yaşanırken bu zulümlere maruz kalan bizler, bu merhametsizlerin karşısında ezilenler nasıl bir duruş sergileyebilir? Bu bizim elimizde mi?


    Hayat tercihler yumağı. Hayata bakış, nazar, perspektif ise hayatın rengini ve tonunu belirliyor. Bazen insanın hadiselere karşı koyacak dermanı kalmıyor, oluruna bırakıyor, ben yoruldum hayat diyor. Ama Yaradan bizi bize bırakmıyor. Hep bir gündüz, hep bir bahar dürtmeleri, uyarıları alıyoruz. Hayata yeniden tutun, yeniden her şeye başla inşirahı geliyor kalbimize, zihnimize. Ve orada o şavkı, o ikaz mesajını alıp hayata yeniden tutunmak, yeniden iyinin ve vicdanın izinde olmak görevi düşüyor bizlere. Hayatlarımızı karartmaya çalışanlara inat, hayatı asıl verene yönelme cehdi, gayreti gerekiyor. Seçim bize ait ya iyilerden ya da kötülerden olacağız. İnsan acı ve merhamet duygusunu kaybederse, geriye insanlığından bir şey kalmaz.


    Şiddetli baskılar ve korku ketumiyet doğuruyor. Devlet baskısı, kendi toplulukları içindeki baskı, aile baskısı gibi örnekleri var. Artık toplumsal baskıdan daha az etkileniyorlarsa da ketumiyet bir seçim oluyor, isimlerinden ziyade rumuz ya da isimlerinin baş harflerini kullanmayı tercih edebiliyor insanlar bu tür korku dönemlerinde. Kendini gizleyerek yaşamak ise geçmişi ile çelişmeye, yaşadığı topluma entegre olamamaya, ezik bir hale bürünmeye, çevresine karşı özgüven eksikliğine sebep olabiliyor. Daha önceden düzenli olarak gittiği toplantılar, sohbetler, faaliyetlere git(e)memek, aidiyetini gizlemek zorunda kalmak, inandığı değerleri, inancı, kültürü ifade edememek hem insanın kendisine hem de aile fertlerine olumsuz ve travmatik sonuçlar doğuruyor. Türkiye ortamında şüphesiz milyonlar bu durumda yaşamak zorunda bırakıldı ve böyle bir korku ve şiddet rejiminde buna maruz kalanların yaşadığı travmalar kaçınılmazdı. Bu insanları bu hale getiren rejimin suçu ve sorumluluğu çok büyük. Ama her şeye rağmen "Hayat Güzeldir " filmindeki Guido gibi, oğluna, savaşı, toplama kampındaki esirleri ve her şeyi bir oyunmuş gibi göstermeye çalışarak, eğer uslu bir çocuk olursa ona çok istediği oyuncak tankı alacağını söyleyerek, savaşın acı gerçeklerini hafifletmeye çalışması gibi bir kurgu ile tüm bu zorlukların üstesinden gelinebilir. Yaratanın insana vermiş olduğu irade iksiri tahminin çok üstünde zorlukların üstesinden gelecek özelliktedir, yeter ki israf edilmesin, irade gereksiz yerde yorulmasın, ümitsizlik gayyasına düşülmesin.


    Toplumsal anlamda Hizmet Hareketi Türkiye’de çok önemli alanlarda varlık gösterdi ve katkıda bulundu. Açmış olduğu binlerce okul, binlerce yurt, binlerce üniversite hazırlık dershanesi, onlarca üniversite, onlarca hastane, gazeteler, televizyonlar, dergiler ile, düzenlediği Abant Buluşmaları ile, ihtiyaç halinde Kimse Yok Mu yardımları ile kitlesel anlamda Türkiye ve halkına eğitim, kültür, ekonomi, sağlık, medya alanlarında çok ciddi katkılar sundu. Bunları zamanında her kesimden aydın şimdi korkularından söyleyemeseler de defalarca dile getirdiler.


    Hizmet, yurt dışında 170 ülkede varlık gösteren ve bulunduğu ülkelerin ekonomik, demokratik seviyesine göre değişen eğitim, kültür, ekonomi alanlarında yerel otoriteler tarafından takdir gören çalışmalara imza attı, birkaç anti demokratik ülkeyi saymazsak başarılı çalışmalarına halen devam ediyor. Yurt dışına çıkmak zorunda kalan özellikle Avrupa, Amerika, Kanada gibi demokratik ülkelere iltica eden Hizmet Diasporasını ise bambaşka sınavlar bekliyordu. Dil, yeni bir kültür, farklı bir çevre, bürokrasi, kendi başına hayata tutunma, eğitim tarzı gibi yepyeni alanlarda zorlu sınavlar verildi. Özellikle 15 Temmuz 2016 sonrasından günümüze kadar geçen yaklaşık 6 yıllık sürede yaşanan onca ciğersuz hadiseye rağmen ayakta kalma ve yeniden hayata devam etme, bulunulan ülkelere entegre olma konusunda oldukça hızlı mesafe alındığını düşünüyorum. Birçok ülkeden çok güzel haberler alıyorum. Hayata tutunan, bulunduğu ülkede çocukları okuluna adapte olan, kendi işini kuran, dil öğrenen, yeni yeni dostlar edinen birçok arkadaşı duyuyorum ve çok mutlu oluyorum. Daha önce bu mevzuya Yeni Avrupalıların Hikayeleri yazımda değinmiştim. İlerleyen yıllarda çok daha güzel haberler alacağımıza inanıyorum.


    Şimdi başta sorduğumuz soruyu yeniden soralım; Merhametsiz ve acımasız insanların, sırf kendi ikballeri, sufli menfaatleri için hayatlarımızı karartmalarına karşılık nasıl bir duruş sergileyeceğiz? Uğruna büyük bedeller ödediğimiz, doğruluğuna şüphemiz olmayan insani değerlerimizi, ideallerimizi ve yolumuzu değiştirecek miyiz? Geçmişimizi vefasızca yok mu sayacağız? Yoksa vicdanımıza kulak verip, ortak aklı rehber edinerek, sağduyulu, rasyonel bir şekilde inandığımız doğrular ve evrensel değerlerimiz için, bizi yok sayan, tenkile tabii tutan ceberut anlayışa karşı mücadele etmeye devam mı edeceğiz?

    29 Mar 2022 09:56
    YAZARIN SON YAZILARI