Muhacir

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

31 Eki 2022 10:29
  • Sahabe efendilerimiz Peygamberimizden(sav) sonra onun bizzat fiili yönlendirmesi olmadan çok uzak noktalara hicret edip orada vefat etmeleri hayret edilecek bir durumdur. Sahabelerin Afganistan'dan İstanbul'a Oradan Çin’e kadar bu kadar geniş bir dairede hicret ederek orada vefat etmeleri Peygamberimizin(sav) hicretle alakalı işaretlerini iyi anladıklarını ve Kuran'ı hakkıyla idrak ettikleri gösterir.  

    Sözle, yazıyla veya neşriyatla da dinimizi anlatmak ve başka milletlerin benimsemesini sağlamak mümkündür. Fakat bunlar hiçbir zaman bir kişi veya cemaat tarafından dini ve ahlâkı hakikatlerin temsil edilmesinin yerini tutmaz. Çünkü temsil, bütün bu araçların hayatın içine girip pratikte görünür hale gelmesidir. Oysaki sadece anlatılan fakat temsilini bulmayan din, felsefedir. Felsefenin de hayatımızda bir şey ifade etmemesinin sebebi amel, ibadet ve gereklilik boyutunun olmamasıdır.  

    Sahabe efendilerimizin hayatı ve çok uzak coğrafyalara gidip oralarda dinin ve ahlakın nasıl yaşanacağını göstermeleri Müslümanlığın halklar tarafından benimsenmesine vesile oldu. Kitaplarda anlatılanların yaşanabilir olduğunu pratikte gösterdiler. Ve bu önemli vazife için binlerce km yol tepip iklim, kültür, yeme içme ve adetleri birbirine uymayan topluluklar içinde bir ömür sürdüler, orada vefat ettiler. Peygamberimizin(sav) Çin hükümdarına bir name ile gönderdiği Vehb bin Kebşe Hazretleri daha sonra oraları sevdi ve döndükten sonra Halife olan Hz. Ebu Bekir'den izin alarak 14 bin km'lik mesafeyi yeniden kat etti. Çinililerin içinde yaşayarak onların Müslüman olmalarına vesile oldu. Halen mezarı oralarda yoğun bir şekilde ziyaret edilmektedir.  

    Peygamberimizin (sav) müjdesine uyarak seksen kusur yaşında atın sırtına bağlanan Halid Bin Zeyd yani Eyüp Sultan Hazretleri Emevîler döneminde İstanbul’a kadar geldi. Ve ölürken de cenazesinin surların içinde bir yere gömülmesini vasiyet etti. Şu an İstanbul'da 25, 30 civarında bir sahabe mezarının varlığından bahsedilir.   

    Peygamberimiz (sav) bir gün süt halası Ümmü Haram Bin Milhan’ın evinde kaylule uykusuna yattı.Uyandığında halasına, rüyasında ümmetinin gemilere binip deniz aşırı ülkeleri fethe açıldığını gördüğünü söyledi. Halası: “Dua et ya Resulullah onlardan olayım” dedi. Efendimiz(sav): “Sen onlardansın” dedi. Sonra tekrar uyuduğunda Efendimiz(sav) “Ümmetimin kara aşırı ülkeleri fethetmek için sefer ettiklerini gördüm” dedi. Ümmü Haram annemiz: “Dua et onlardan olayım” dedi. Fakat Efendimiz(sav): “Sen onlardan olamayacaksın.” buyurdu. Bu müjdeyi alan Ümmü Haram annemiz daha sonra Kıbrıs fethine katıldı. Orda vefat etti. Mezarı halen oradadır.  

    Afganistan'ın Müslüm olmasında Hz. Ukkaşe’nin payı büyüktür. O ki Peygamberimizin(sav) peygamberlik mührünü öpmüş talihli bir sahabedir. Bugün Şibirgan’da 72 sahabe mezarı mevcuttur. Sahabenin iyi bir temsil ve örnek olmasıyla o Afgan beldeleri Müslümanlığı kabul ettiler.   

    Peygamberimizin(sav) vefatından 7 sene sonra fethedilen Diyarbakır’daki Hz. Süleyman Camii'nin haziresinde 27 sahabe yatmaktadır. Caminin adını alan Hz. Süleyman, Halid Bin Velid’in oğludur. Diyarbakır'da 500'den fazla sahabe metfundur. Gittikleri beldelerin Müslüman olmasına vesile olan sahabe efendilerimiz hem cihat hem de hicret ettiler. 

    Evet, Cihatla hicretin birbiriyle derin bir münasebeti vardır. Bazan hicret öncelikli cihat bazan de cihat öncelikli hicretler yaşanır. Habeşistan ve Medine’ye yapılanı hicret önceliklidir. Mekke'de yaşanan baskı sebebiyle zulümden uzaklaşmak gayesi ile inancımızı daha rahat yaşayalım düşüncesi bu iki hicretin muharrik sebebidir. Dolaysıyla burada zalimlerin beldelerini terk etme zarureti hicreti bir öncelik haline getirmiştir. Fakat Mekke'yi fetihten sonra Müslümanların kuvvetli hale gelmeleri ve Mekke orjinli yaşanan hicretlere artık gerek kalmadığından ötürü Efendimiz(sav): “Fetihten sonra artık hicret yoktur, fakat cihad ve niyet vardır.” buyurdu (Muttefekun aleyh). Çünkü Mekke'nin fethinden sonra müşrik zalimler karşısında zayıflık ve acizliğin tetiklediği yer değiştirme sebebi, saiki veya illeti ortadan kalktığından dolayı hicret de cihat öncelikli bir mahiyete büründü.   

    O zaman hicret öncelikli cihat kıyamete kadar kalktı mı, geçersizleşti mi? Hayır. Mekke fethinden önceki şartlar yeniden yaşanır da zalimlerin amansız baskısına Müslümanlar maruz kalırlarsa yeniden hicret öncelikli muhaceretler yaşanabilir.  

    Kuran-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi hicret, hayal ve tasavvurları aşkın ekstradan lütufları ve imkanları bağrında taşır (Nahl, 41). Mekke müşriklerinin baskısından kurtulmak için ilk Habeşistan'a giden ve adil kralın himayesine sığınan Müslümanlarla İslamiyet orada o denli genişledi ki Habeş Kıralı Necaşi dahi: “Keşke şu saltanata bedel Muhammed-i Arabî'nin hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir” (Zâdü'l-Meâd, 3:71) diyecek seviyede bir Müslümanlık sergiledi. Kral ve saray endeksli bir hayatın yaşandığı o çağlarda bir kralın din değiştirmesinin ne anlama geldiğini her akıl sahibi kimse anlar. Medine'ye hicret edenlere de Allah orada devlet olma imkân ve fırsatı verdi. Bu Müslümanlar için hayal dahi edilmeyen bir durumdu.  

    Habeşistan'a ve Medine'ye hicret Mekkelilerin baskıları sonucunda gerçekleşti. Çünkü onlar, zulme uğrama ihtimali olmayan beldeleri hicret için seçtiler, tercih ettiler. Habeşistan'da adalet Medine'de ise hürriyet vardı. Biz Müslümanların zorda kaldığımızda hicret ederek sığınacağımız devletlerin veya coğrafyaların en az bu iki özelliği taşıması gerekir. Adalet ve hürriyet. Maddi refah veya rızk da bu iki ana unsurun tabi neticesidir. Zulüm, adalet ve hürriyetin zıddıdır. Aksi takdirde bir zulümden kaçıyorum derken ayrı bir zulme yakalanma ihtimali vardır. Bu bakımdan zulme maruz kalan Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Müslümanların bugün adalet ve hürriyetin nispeten daha yüksek olduğu Avrupa coğrafyasına göç etmeleri tesadüf değildir.  

    Hicretin dünyevi ve uhrevi vadettiklerini basiretli müminler kadar kalbi kararmış zalimler de bildiklerinden bu işe engel olmak isterler. Hicret Mekke müşriklerini tarifsiz bir şekilde rahatsız etti. Peygamberimizin(sav) hicretine engel olmak için cinayet dahi tertip ettiler. Bu maksatla 20 muhtelif kabileye mensup eli mızraklı 20 genç Onu(sav) öldürmek niçin evine baskın yaptılar. Fakat Onun(sav) yatağında yerine Hz. Ali'yi buldular. Hz. Musa’nın İsrailoğullarıyla Mısırı terk etmesine Firavun ve ordusu da müsaade etmedi. Gidişlerine engel olmak için Hz. Musa’yı ve inananları, Nil nehrinin dibine kadar arkadan takibe aldılar. Bugünün zalimleri de sahte darbe olayından sonra yaptıkları ilk iş yüz binlerce kişinin darbe bağını esas almadan pasaportlarını iptal etmek oldu. Böylece Hizmet hareketine mensup olanların hicret etmelerine mâni olmak istediler. Çünkü zalimler dahi hicretin bir bereket ve güç kaynağı olduğunu bir tür sezişle biliyorlardı.   
    Hicreti cihat kavramından bağımsız olarak kendi içinde de bir ayrıma tabi tutabilir miyiz? Evet, Hocamızın tabiri ile “iradi ve cebri hicret” olarak hicreti ikiye ayırmak mümkündür. Hangisi daha evla daha sevaplı? Al-i İmran 195. ayete göre iradi olarak yapılan hicreti, cebri hicretten daha evla görebiliriz: “Rableri onların dualarına şöyle karşılık verdi: "Ben, erkek olsun kadın olsun sizin içinizden çalışanın işini zayi etmem. Siz birbirinizdensiniz. Şüphesiz hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda kendilerine eziyet edilenlerin, çarpışanların ve öldürülenlerin kötülüklerini örtecek ve kendilerini altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım.” Burada Kuran “haciru” dan sonra “ve uhricu min diyarihim” ibaresini kullanmıştır. Eğer “hicret edenler” kelimesi “zorlan beldelerinden çıkarılanlar” ifadesini tam karşılasaydı böyle bir tekrara, ayrıma gerek kalmazdı. Ve öncülük ayetteki sıralamaya göre de iradi olarak yer değiştiren muhacirlere aittir. (Allah u alem) 

    Hicret etmeyi göç etmekten ayıran en temel unsur niyetin Allah rızasına dayanmasıdır. Zalimlerin baskısıyla yer değiştiriyor olmak bu halis niyete engel değildir. Efendimiz(sav) bile Mekkeli müşriklerin baskısı ve zorlaması olmasaydı kendi memleketini terk etmeyeceğini ifade buyurdu: "Allah'ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin(Mekke). Eğer buranın halkı beni (zor­la) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım." (Heysemi, Mecmau‘z-Zevâid, 3/283) Aslında niyet hadisi olarak meşhur olan hadisin ana konusu hicrettir. Mekke'den Medine'ye Allah için hicret eden bir bayana(kadın) ulaşmak niyeti ile göç eden bir kişi sebebiyle Efendimizin (sav)’in lalu güher dudaklarından şu ifadeler döküldü: “Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir” (Buhârî, Bedü’l-Vahy,). Üstadımızın ifadesi ile; “Eşyayı tağyir eden yani mahiyetini değiştiren niyet, günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder” ( Mesnei-i Nuriye, Katre bahsi). Öyle de niyet, alelade bir göçü kutsal bir hicrete çevirebilir, dönüştürebilir. Dolaysıyla hicret içteki kalpteki değişime bağlı olarak gerçekleşen bir yer değiştirmedir. Peygamberimizin(sav) şu beyanı, hicretin özünü ifade etmesi açısından gerçekten emsalsiz ve paha biçilmezdir: “ El müslimü men selimel muslimu min lisanihi ve yedihi. El muhaciru ma nehallahi anh; “Müslüman, Müslümanların dilinden ve elinden salim olduğu kimsedir. Muhacir de Allah'ın nehiy ettiği şeyi terk eden (Kendisinden uzaklaştıran) kimsedir.” ( Ramuz el e-hadis, 235) Yani hicretin özü, kötülüğü, zulmü, haksızlığı, haramı günahı terk ederek kendinden kendine yaşadığın bir iç seferdir.  

    Nahl Suresi 110. ayette hicret edenlere “merhamet ve mağfiret olunma” “sümme cahedu ve saberu” kaydına bağlanmıştır. Yani hicretin bereketinden cehdedenler ve sabredenler istifade edeceklerdir. Çünkü hicret ettiği halde yeni kültür ve başka beldelere uyum sağlayarak mücahedeye devam etmek kolay değildir. Medine'ye hicret eden sahabeler, Medine’nin havasına, toprağına alışamadıklarından ağır ateşli hastalıklar dahi geçirdiler. Hz. Aişe(r.a)’anın de müşahedesiyle ateşli hastalıklarla kıvranan muhacirler Mekke özlemiyle sayıklıyordu. Efendimiz(sav) ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: “Allah’ım bize en az Mekke'yi sevdirdiğin kadar daha fazlasıyla Medine’yi sevdir. Bu beldeyi sıhhat yurdu yap. Bereket ihsan et.” (Buhari, Sahih, 2/667) Bu ağır şartlara dayanamayan bir muhacirin de olumsuz istekleri karşısında Efendimiz: “Şüphesiz Medine ateşin gümüşteki kir ve pası temizlediği gibi kendi kir ve pasını temizliyor.” (Buhari Sahih, 5/2148)  

    Habeşistan'a hicret eden bir muhacir de orada dinini değiştirip Hırstıyan oldu. “Dünya İmtihan dünyasıydı. Ve İbn Cahş ailesinden Ubeydullah İbn Cahş burada Hristiyan olacak ve hicret maksadıyla geldiği Habeşistan’da saf değiştirecekti.” (Reşit Haylamaz, Efendimiz cild,1; Hâkim, Müstedrek, 4/21-24)Evet o gün hicretle meydana gelen bu tür sıkıntılar, bugün daha çok Avrupa coğrafyasına göç eden bizim için veya evlatlarımız için de söz konusudur, dikkatli olmalıyız.  

    Fakat şunu da bilmeliyiz ki “usur” ve “yusur” yan yanadır, peşi peşinedir. Her zorluğu bir kolaylık takip eder. Mükafat da maruz kaldığımız sıkıntıların türünden olur. Muhacirin önceki imkanlarındaki gerileme okun yayda fırlaması için olması gereken gerginlik gibidir. Bizim sahibimiz Allah’tır.  
     
     
     
     

    31 Eki 2022 10:29
    YAZARIN SON YAZILARI