Travmaların tedavisinde şuuraltına inme

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

13 Eyl 2022 07:27
  • Gerek 11 Eylül  2001’de  ABD’deki ikiz kulelerin yıkılmasından sonra hâmile kadınların yaşadıkları travmalardan, gerek Bosna kıyımında ve gerekse Hitler’in zulmünde hamile annelerin başlarına gelen travmalardan karınlarındaki bebeklerin etkilenmesi üzerine yapılan araştırmalarda çocuklarda bırakılan biyolojik izler nasıl izâle edilebilir diye çalışmalar yapılmıştır. Şimdi olmasa da Hizmet annelerinin bu yaşanan süreçte yaşadıkları travmalar üzerinde de araştırmalar olacaktır. Bu hususta bilhassa problemli çocuklar konusunda 20 senede 28 binden fazla problemli üzerinde başarı ile tedavi uygulamış uzman bir hanımefendi ile yaptığımız görüşmeyi ele alarak anlatmanın tedavilere katkı sağlanacağını ümit ediyorum.


    PROBLEMLER NE ZAMAN BAŞLIYOR?

    Amerika’da mastırını yapan bir arkadaşımız, orada tanıştığı Brezilyalı bir arkadaşını ve annesini İstanbul’da misafir etti. Bizlerle de tanıştırdı. Meşhur bir aile olan Moraeslar dindar ve hayırsever insanlar. Halkın tedavi hizmetleri için bir vakıfları ve buna bağlı pek çok klinikleri var. Bilhassa anne Renate Jost de Moraes, sağlık hizmetleriyle bizzat meşgul oluyor. Amintas Jacques de, annesine hep destek veriyor. Viyana’da dört gün süren ve dört binden fazla katılımcının iştirak ettiği uluslararası bir sağlık konferansına katılmışlar ve kendilerinin 20 senedir 28 binden fazla hasta üzerinde başarıyla uyguladıkları tedavi metodunu anlatmışlar. Zaten bu hususla ilgili Renate’nin yazdığı iki kitap var...


    Bayan Moraes, hastaların, fizikî, psikolojik ve insanî olarak üç yönü olduğunu; bunları da doktorların, psikolog ve psikiyatristlerin tedavi etmeye çalıştığını söylüyor. “Bizim farkımız, işte bu insanî boyutu fark etmemizdi.” diyor. Önce hastaya şuur altına girmesinin bilgi ve eğitimini veriyoruz: ‘Sen şimdi şuurlu olarak kendi şuur altına bir gir bakalım.’ diyoruz. Onu sperm haline götürüyoruz. ‘Evet o hali görüyorum.’ deyince ‘Sen yoktun o zaman, nasıl görüyorsun?’ diye soruyoruz. Hasta, ‘Ben diyor, hem fizikî halde, sperm halde oradayım, hem de ayrıca ben olarak, ruhî varlık olarak ben, orada onları görüyorum.’


    Bizim tahminimize göre bu 72 saat sonraki an. Çünkü embriyoda şuur alana geçiş 72 saat sonra başlayabilir. Enteresandır, bütün hastalardan aynı cevabı alıyoruz. Bütün tecrübelerimizle gördük ki, hastanın bütün problemleri tâ o zamanda oluşmaya başlıyor. Meselâ hasta o zamana baktığında anne ve babasının kendisinin olmasını isteyip istemediklerini görebiliyor. Demek tâ o zamanda, bunu anlamış ve şuur altına yerleştirmiş. Kendisi istenmemişse, yani kendisine bir sevgi yoksa, otomatik olarak kendisini cezalandırmaya programlıyor. Bu program da beyni tarafından bir emir gibi kabul ediliyor. Buna göre de bütün her şeyi, beyin yönlendirmeye başlıyor. 


    Bu program hastayı bütün hayatı boyunca tesirinde bulunduruyor. İşte bu, temel bir program olarak diğer bütün programları da yönlendirdiği için, biz ne kadar ebeveynin birleşme anındaki düşüncelerine, çocuğun varlığına karşı tavırlarına yaklaşabilirsek, daha doğrusu çocuğun o zaman anne ve babasının kendisi hakkındaki sevgi veya sevgisizliklerini nasıl algıladığını ne kadar anlayabilirsek, problemi
    çözmekte o kadar isabetli olabiliyoruz.” diyor. 


    Renate Jost de Moraes, bunları anlatırken benim aklım bir yandan cesetlerden önce yaratılan ruhlara ve ruhlar âlemine hatta “Kâlû Belâ”ya gidiyor. Bir yandan da seneler önce Prof. Dr. İbrahim Erkul
    Beyin Sızıntı dergisinde yazdığı bir yazıya, “Bebekler âlim olarak doğuyor.” başlıklı yazıda, Texas, Harward ve Yale üniversitelerinde yapılan son araştırmalarda bebeklerle ilgili enteresan bilgiler veriliyordu. Hatta, Prof. Dr. İbrahim Erkul Bey Amerika’daki ihtisası döneminde bir profesörün çocukların ana karnında iken, bütün konuşmalarla ilgilendiklerini, çevrelerinde olup bitenlere
    sanki kulak kabarttıklarını belirttiğini söylemişti. Şimdi, Moraeslerden işittiklerimle bunlar örtüşüyordu.


    Renate, en önemli meselenin 9 aylık hamilelik merhalesi sırasında anne-babanın çocuğa karşı durumu olduğunu söylüyor. Yani eğer anne-baba çocuğa karşı, onun doğumu hakkında sevgi ve sevinçle dolu ise, beyindeki programlanma tâ o zamandan müspet olacağı için, çocuk her türlü engel ve problemi aşabilecek bir pozisyonda oluyor. Eğer sevgi yoksa çocuk zayıf kalıyor ve problemleri aşacak gücü kendisinde bulamıyor.


    YİRMİ YILLIK TECRÜBEDEN İSTİFADE


    Renate Jost de Moraes, 28 binin üstünde hasta üzerinde müspet neticeler aldıkları 20 senelik çalışma metodlarını bize anlatmaya devam ediyor; “Freud teorilerine göre bilinçli olarak bilinçaltına inip bilgi almak mümkün değildir. Hâlbuki biz insanî boyuttan (yani maddeci anlayışın aksine ruh gerçeği ile) bilinçaltına ulaşabiliyor ve bilgiler alabiliyoruz. Biz Freudçülerin eksik değerlendirmelerden doğan hatasını aşmış durumda olduğumuz için problemleri çözebiliyoruz. Köke inince, her kökten doğan dallar hakkında da temel bilgiye ulaşınca tedavi çabuklaşmış oluyor.” Bunları bana anlatırken, şekillerle izah ediyor.


    “Bizim, diyor Renate, bir hastamız vardı. Bilinçaltına inerek ilk varlık günlerine ulaştı. Annesi hamileyim deyince babası parasızlıktan çekmiş gitmiş. Kadın kürtaj yaptırmak istemiş. Anne karnında bunların farkında... Ölmek zorunda olduğunu anlamış... Babasının istemediğini anlamış; fakat sebebini bilmiyor. Kürtaj gerçekleşmemiş; ama işte hayatı bu temel üzerine gelişmiş. Sevgisizlik zannı. Bir başka hastamızın bilinçaltına indik. Anne-babası sık sık seyahat ediyorlar. Annesi hamileyim deyince, babası seyahatten vazgeçti. Çocuk bunu anne karnında, kendi varlığından bir rahatsızlık belirtisi gibi hissediyor. ‘Ben anneme, babama bir problemim.’ diyor. Bu düşünce de kendisine hayatı boyunca sıkıntı veriyor. Başkaları, bilinçaltını çözerek bunu fark ediyor ve hastaya öğüt vererek onu tedavi etmeye  çalışıyorlar. Tabii, bu mümkün olmuyor. Biz ise, tam bu noktada bu hastalardan birincisine, aslında babasının kendisini sevdiğini; ama parası olmadığı için mutlu edemem düşüncesinden böyle
    davrandığını; ikinci hastaya da hem annesinin, hem de babasının kendisini sev diklerini seyahatten, sırf yolculuk sırasında kendisine zarar gelmesin diye vazgeçtiklerini anlattık. Yani bunu ta o zamanlara vararak bizzat kendisine gösterdik. Anladılar ki, anne-babaları kendilerini seviyorlar. Hemen durum değişti, problem çözüldü, tedavi de hızlı oldu. Çünkü biz, ikinci hastaya ‘Bütün hamileler seyahat edemez mi?’ diye sorduk. Hasta, ‘Bazıları edebilir.’ dedi. Biz ‘Peki senin annen niçin seyahat edemedi? Doktoru mu engelledi?’ diye sorduk. Hasta: “Hayır.” dedi. Biz ‘Annenin bilinçaltına git ve sebebini öğren.’ dedik. Gidip geldiğinde dedi ki: ‘Annemgiller uzun zamandır çocuk bekliyorlarmış. Eğer seyahate giderlerse çocuk için risk oluşur diye vazgeçmişler.’ dedi. Biz ‘Bundan ne çıkarıyorsun?’ dedik. Hasta ‘Anladım ki, ben annem ve babam için bir şey ifade ediyormuşum, onlar beni seviyormuş!..”


    Ben, “Gerçekten anne-baba onu istememişlerse ve sonra da doğunca hiç sevmemişlerse ne yapıyorsunuz?” diye bir soru sordum. Renate dedi ki: “O zaman hastaya ‘Yukarıya bak, ne görüyorsun?’ diye soruyoruz. Materyalistler hariç hemen hemen hepsi ‘Büyük bir ışık görüyorum.’ diyor. Bu sefer ona ışığın ne olduğunu soruyoruz. Cevap olarak ‘Işıkta, sevgi, barış, bütünlük, birlik var.’ diyor. Artık hasta, hayatı boyunca bunun tesirinde kalıyor ve ‘Beni seven, benimle ilgilenen bir ışık var. O beni şartsız, karşılıksız seviyor.’ diyor. Bu nur, bu ışık ona göre Allah’ı remz ediyor. İşte hayatına giren bu sevgi ve güvenle problemlerini aşabiliyor. Bence benim anlattıklarım, 28 binden fazla hasta üzerinde iyi neticeleri alınmış 20 yıllık tecrübelerin neticesidir. İlgililerin denemesini tavsiye ederim.”


    Maalesef bu hanımefendinin bir kaç sene önce kanserden vefat ettiğini öğrendim. Ama arkasında, ilmî araştırmalarla dolu bir hazine bıraktı. İnşaallah o çalışmalardan gereği gibi istifade edilir. 

     

    13 Eyl 2022 07:27
    YAZARIN SON YAZILARI