Tebessümün kazandırdıkları

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

09 Ağu 2022 10:21
  • Bir grup arkadaşla sohbet ediyorduk. Esnaf bir arkadaşımız: “Geçenlerde yerli Müslümanlardan birisi dedi ki; “Hüseyin Bey, hiç kimse sana Müslüman olduğun için bir şeyler soruyor mu?” Ben de “Hayır, hiç kimse bana bu konuda bir şey sormadı” dedim. Dedi ki: “Ama bana bizimkiler çok soruyorlar: ‘Sen İŞİD’li misin? Boko Haram’dan mısın?  El-Nusra’dan mısın?’ diye sorular soruyorlar.” dedi.
    Bu arkadaşımız devamla “Tam tesettürlü mühtediye bir hanımefendi gelmişti. Kendisine hidayet hikayesini sordum, dedi ki: “Bir gün trenle giderken tesettürlü iki kız öğrenci gördüm, yüzüme bakıp tatlı ve samimi bir şekilde gülümsediler. Diğer insanların yüzlerine baksanız ekseriyetle yüzler asık ve dudaklar düşük… Ama bunlar niçin tebessüm ediyorlardı? Kendilerine merakla niçin bana tebessüm ettiklerini sordum. Yine aynı samimiyetle “Çünkü bizim Peygamberimiz (Muhammed Aleyhisselam) insanlara tebessüm etmenin sadaka vermek gibi sevaplı bir ibadet olduğunu söylüyor.” dediler. Çok dikkatimi çekti… “Bu nasıl bir inançtır ki, insanların yüzlerine tebessüm etmeyi sadaka sayıyor?” diye düşünüp araştırmaya başladım. Neticede İslamiyet'i tercih ettim. Kendimce yaşamaya çalışıyorum.”


    Bunları aktaran Hüseyin Bey dedi ki: “Ben de aslında İslamî bir anlayıştan, bir düşünce ve aktivist gruptan geliyorum. Zamanla milliyetçi ve İslamcı siyasî gruplara girip çıktım. Çünkü belli bir müddet sonra vicdanen itminan bulamadım… Bu Avrupa ülkesinde de bütün İslamî cemaatler bulunmasına rağmen Hizmet Hareketi gönlüme daha uygun geldi. Onlarla beraber olmak kalbim için daha tatmin edici olduğu için tercihimi bu kardeşler tarafına yaptım. Bu tercihe sebeplerden birisini başımdan geçen bir olayla izah edeyim.


    Kaldığımız apartmanda, hem Müslüman hem yerli komşularımız mevcut. Bir Hristiyan komşumuz vefat etmişti. Mescitteki imama, cenazenin sahipleri tarafından davet edercesine bir bilginin bana geldiğini söyleyip: ‘Kiliseye cenaze merasimine gidebilir miyim’ diye sordum. “Olmaz ne işiniz var, orada!” diye bir cevap aldım. Okuyuculardan bir komşuya sordum, o da benzer bir cevap verdi. Halbuki bu komşu aynı zamanda Üstad’dan epeyce Risale yazdığını söylemişti. Bir komşumuza “Gel beraber gidelim” dedim kabul etmedi. Neticede başka bir komşumuza söyledim. İknâ edip gittim. Önce kılık ve kıyafetimizden dolayı kilisede kapıda karşılaştığımız bazı kimseler “Herhalde yanlış bir yere geldiniz galiba!..” dediler. “Hayır bilerek geliyoruz.” dedik ve bir köşeye oturduk. Cenaze sahipleri çok memnun oldular. Sonra papaz ve diğerleriyle görüşüp konuşunca büyük bir memnuniyetle karşılaştık. Böylece apartmanımızdaki ve mahallemizdeki diğer yerli komşularımızla kaynaşma oldu.”


    “Ben hayret ediyorum… Ebu Cehil’in defalarca ayağına giden, müşrikleri evine yemeğe çağıran ve onların bazıları ile dünür olan Hz. Muhammed Aleyhisselamın ümmeti değil miyiz biz? Şimdi neden böyle davranıyoruz? Hâşâ İslâmiyet'te bir eksik bir gedik mi var da, bizi oralardan şüpheye düşürüp kendi dinlerine çevirecekler diye mi, korkuyoruz?”


    “Sadaka yerine geçen bir tebessümü niye esirgiyoruz? Efendimiz (S.A.S.) Hz. Hatice Validemizin servetini müşrik-Müslüman demeden insanlara ikramda sarfetmedi mi? Bizim bu cimriliğimiz ve nobranlığımız nereden geliyor? Gayretlerimizle insanları Hz. Ebu Bekir yapamasak bile hiç olmazsa Ebu Talip yapamaz mıyız? Güzel İslamiyet’in güzelliklerinin gelişmesi için yol emniyeti için bunlar hiç mi mühim değil? Efendimiz (S.A.S.) ‘İslamiyet yemek yedirmektir’ buyur muyor mu?”


    Evet İslamiyetin bir de Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle insaniyet-i kübrâ yönü  yani gerçek insanlık tarafı vardır. Bunun için ne yapıyoruz? Senelerdir komşuluk yaptığımız bu insanları hiç iftara çağırmazsak, kurbanlar da mânasını ifade ederek kavurma vermezsek, Hz. Nuh’un yemeği-tatlısı diyerek Aşure ikram etmezsek, mahşer günü Hak katında nasıl hesap vereceğiz, bir düşünelim.


    Post doktorasını Risale-i Nurlar üzerine yapmış bir arkadaşımız anlatmıştı: “İngiltere’de akademist Müslümanlarla bir görüşmemiz olmuştu. ‘Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin’  (Maide Suresi, 5/51)  meâlindeki âyet üzerinde duruyordu. Bu husus 1910’larda Bediüzzaman  Hazretlerine sorulunca o da enfes ifadelerle bunu izah ediyor. Hatta ‘Ehl-i kitap bir kadınla evlenmeye İslamiyet izin veriyor. Onlardan bir hanımın olsa, elbette dost olup seveceksin!’  diyor.


     Efendimizin (S.A.S.) hem ehl-i kitapla hem de daha öte müşriklerle dostane münasebetleri olmuştur.’ demiştim. Doçent mühtediye bir hanımefendi ayağa kalkıp, “Bu âyeti yanlış tefsir ederek benim yıllarımı mahvettiniz. Aynı apartmanda kaldığımız, iki ehl-i kitap komşumuz var, pırıl pırıl insanlar… Ama bu âyetin bana yanlış anlatılması yüzünden onların selamlarına bile somurtarak geçiştirme zorunda kalıyordum. Gerçek hiç de sizin dediğiniz gibi değilmiş!..  Ama çok geç anladım, dedi.” Aklımızı başımıza alalım. 

    09 Ağu 2022 10:21
    YAZARIN SON YAZILARI