Cenab-ı Hakkın Esmâ-i Hüsnasını bir odak noktası olan insan için özellikle bir de o İlâhî İsimlerden bir veya birkaç GÂLİB İSİM mazhariyeti de vardır. Üstad Hazretleri bir soru üzerine İsm-i Âzam hakkında diyor ki: “Kendi nokta-i nazarımda HAKİKÎ İsm-i Âzam gizlidir, havassa bildirilir. Fakat her ismin de ÂZAMÎ bir mertebesi var ki, o mertebe ism-i âzam hükmüne geçiyor. Evliyaların ism-i âzamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Hz. Ali’nin (R.A.) Ercûze nâmında bir kasidesi Mecmuatü’l-Ahzab’da var. (Hz. Ali) İsm-i Âzam altı isimde zikrediyor. İmam Gazâlî onu Cennetü’l-Esma namındaki risalesinde, Hz. Ali’nin zikrettiği ve İsm-i Âzamın muhiti olan o altı ismi şerh ve hassalarını beyan etmiştir. O altı isimde Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs isimleridir…” (Barla Lâhikası)
“Hz. Gavsın (Abdülkadir Geylanî’nin) İsm-i Âzamı ‘Yâ Hayy’dır.” (Barla Lâhikası)
“İsm-i Âzam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Mesela, İmam Ali (R.A.)’ın hakkında ‘Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs’ altı isimdir. İmam Âzam’ın İsm-i Âzamı, ‘Yâ Hayy!’dır. İmam Rabbânî’nin İsm-i Âzam’ı Kayyûm’ ve hâkezâ, pek çok zatlar, daha başka isimleri, İsm-i Âzam görmüşlerdir.” (Otuzuncu Lem’a)
M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “İnsanda hâkim olan bu isimler, seyr-i ruhanî ile hükümlerini icrâ ede ede daha belirgin bir hâle gelirler. Tasavvufî bir üslûpla ifade edecek olursak, daha sonra hangi isim insanda hâkim ise, o isme MÜREBBÎ (terbiye edici, eğitici) mânasına, o zâtın rabbi denir. Mesela, bir insanda CEMİL isminin hâkim olduğu takdirde CEMİL isminin terbiyesinde yetişen ve seyr ü sülûkünü tamamlayan insanın rabbi (yani Mürebbisi) CEMİL ismi olur.
“İnsanda hâkim olarak tecelli eden bazı isimlerin, insanın manevî terakkisi adına da bir takım hususiyetleri vardır. Mesela VEDÛD ismine mazhar olan zâtlar, umumiyetle sekr (manevi sarhoşluk) içinde yaşar ve âdeta ellerinde İLÂHÎ AŞK KÂSELERİ ile kainat meşherinde hep MEST VE MAHMUR dolaşırlar. İşte bu hâl o isme mazhariyetin bir ifadesidir. SEKR içinde yaşamak, mutlak büyüklük demek değildir. Her zaman onlardan daha büyük kametler olabilir, ancak, bahsini ettiğimiz insanlar, BÜYÜK PEYGAMBERLER gibi veya VELÂYET-İ KÜBRÂYI temsil eden SAHABE-İ KİRAM gibi tam yakaza ve temkin insanı değillerdir.
“Zannediyorum, Hz. Ebu Bekir (R.A.) kadar Allah Resulünü seven ikinci bir insan yoktur. Oysa ki, canından daha çok sevdiği Efendisi vefat ettiği zaman, o büyük (denge) ve temkin insanı, üzüntü ve kederden bayılıp kalması, kendini yerden yere vurması gerekirken, hiç kimsenin söylemeye cesaret edemediği, ‘Her kim Hz. Muhammed’e inanıyorsa, -Yani ölmez zannediyorsa- işte o vefat etti. Her kim de Allah’a iman ediyorsa, bilsin ki, O, Hayy ve Bâkî’dir.’ Sözlerini söyleyerek, insanları temkine davet etmiştir. İşte bu durum, bir temkin (ve denge) insanı olmanın ifadesidir. İnsan ağlayıp sızlayabilir, ama sürekli temkinli, dikkatli ve teyakkuz içinde olmak, ayrıca Allah’ın, her lâhza her yerde hâzır ve nâzır olduğu şuuru ile yaşamak… Evet, işte bu hâl, Cenab-ı Hakkın sadece kullarından bazılarına bahşettiği isimlerinin tezahürüdür…” (Prizma-3, Büyüteç)
İnsan kendisine tecelli eden gâlip ismi, yâ Allah’ın rüyasında bildirmesiyle veya mürşid-i kâmilin keşif ve bildirmesiyle bilebilir. Yahut Esma-i Hüsnayı okurken içlerinden suhunu cezbedeni hissetmesiyle anlayabilir. Onu da sır gibi saklamalıdır. Çünkü o isim onun ŞİFRESİDİR. Başkaları o şifre ile kendisini vurabilir…