VAN'DAN AHLAT'A 2

Uzun ince duble yoldayım...


Ruhumuzun heykelini yeniden dikmek için ön ayak olan, Ahlat’lı ağabeyimiz, değerli işadamı ve kıymetli insan Cahit Değerli’nin ısrarları neticesinde, danışmanlarımız Selman Kuzu ve Talha Uğurluel, yapım ekibimiz Turan Şahin ve Sait Küçükşahin, bir cumartesi sabahı yola çıktık. Atatürk havalimanına vardığımda gördüğüm manzara beni şaşırttı. Yüzlerce insan uçağa binmek için açılır kapıların önünde sırada bekliyor. Yolcu profili de çok değişmiş. Bir zamanlar tren istasyonlarında yaşanan bu manzara şimdi havalimanlarında yaşanıyor. Milletimin zenginliğine seviniyorum. Yüksek dağların, geniş ovaların, zümrüt yeşili ormanların ve masmavi Van Gölünün üzerinden uçup Van’daki sivil havalimanına iniyoruz. Şehir merkezi havalimanına çok yakın. Uçak piste değil de sanki göle iniyor. Yolculuk rahat geçiyor. Ev sahiplerimiz bizi bir minibüsle karşılıyor. Önce Van kalesine gidiyoruz. Uzaktan ihtişamı hissedilmiyor. Büyükçe bir kayanın üzerine kurulu kale binlerce yıldan beri farklı medeniyetlere beşiklik etmiş.1800 m. uzunluğunda ve 100 m. yüksekliğinde bu tarihi yapı Tuşba adıyla 300 yıl boyunca Urartu Devleti’ne başkent olarak hizmet vermiş. Kalede Urartular'dan kalma mezarlar, tapınaklar ve çivi yazıları dikkatimizi çekiyor. Bölgeye hakim olan bütün milletler önce burayı zapt etmişler. Hemen hepsine ait bazı izleri görmek mümkün. Müslüman medeniyetler de cami, sarnıç gibi eserlerle zenginleştirmişler. Kale yamacından uzaktaki dağlara kadar bereketli ovalarıyla yeşil Van, mavi gölüyle muhteşem bir cazibe merkezi olmuş. Van kalesinde iki küçük gönüllü rehberin eşliğinde Bediüzzaman Hazretlerinin 1.cihan harbinden önce uzlete çekildiği mağaraya gidiyoruz. Yaklaşık yüz metre yüksekliğinde bir kaya parçasının zirveye yakın bölümünde yer alan bu tarihi mağaranın girişinde Urartulara ait olduğu söylenen çivi yazısını görünce şaşırıyoruz. Danışmanımız Talha bey Urartuların Sümerlerden öğrendiği bu yazıyı uzun yıllar kullandıklarının daha sonra kendi alfabelerini oluşturduklarını söylüyor. Mağara, eskiden kral mezarı olarak kullanılmış. Ayrıca eski krallar mal varlıklarını da buralarda saklarmış. Bu dik kayaya girip çıkmak hayli zor ve tehlikeli. Uzlethanenin 5-6 metre altında daha küçük kapısı olan ve normal yollarla giriş çıkış yapılamayan bir başka oyuk görüyoruz. Üstadın, ibadet ettiği üsteki mağaradan ayağı kayıp da düşerken “AH DAVAM” diye haykırdığını ve uyandığında kendini sağ salim olarak bu küçük oyukun içinde bulduğunu dinliyoruz Selman Kuzu beyden. Ayrıcı kaleden bakıldığında yemyeşil horhor bahçelerinin arasında yıkıntı halindeki horhor medresesi bize selam veriyor. Eski Van diye adlandırılan bu bölgede sessiz ve boynu bükük horhor’a sadece birkaç yıkık cami ve onlardan kalma 4 minare eşlik ediyor.(Son dönemde biri Selçuklu döneminden diğeri de Mimar Sinan’dan kalma iki küçük cami restore edilip hizmete sokulmuş) Van’dan çıkmadan modern ve yüksek binaların arasında bize göz kırpan harabe bir yapının mahiyetini sorunca cevap gecikmiyor Talha Beyden. “Burası Osmanlı döneminde Van valisi Hasan Paşa’nın malikanesi. Bediüzzaman, Hasan Paşa'nın daveti üzerine Van'a geldiğinde burada üç ay kalıyor ve hafızasındaki 80–90 ciltlik kitapları bir kez daha ezberden tekrarlıyor”. Üstadı hayırla yadediyor, onun hatırasının mahzun bakışları arasında şehirden çıkıp, duble yollardan geçerek Gevaş ve Tatvan üzerinden İslam medeniyetinin Anadoluy’a hakim olmasında önemli bir merkez olan Ahlat’a doğru hareket ediyoruz. Aslında 2000’li yılların başına kadar bölgede bir merkeze giriş-çıkış yaparken hatta bazen yol ortalarında bile jandarmanın arama tarama çalışmaları olurmuş.Şimdi sadece Gevaş yakınlarında araçlar durduruluyor, hem insanlar hem araçlar didik didik aranıyor.bölge halkı buna alışık olsa da bizim için yeni bir uygulama.Bu aramaların emniyetimiz açısından önemli olduğuna inanıyoruz. İnşallah en kısa sürede daha emin ve daha güvenli bir coğrafyaya kavuşuruz da bu mecburi arama faaliyetleri de ortadan kalkar. Doğudan batıya giderken yalçın kayalıkların yüksek dağların yanı sıra ovaların ve tepelerin arasından geçiyoruz. Kah Van gölünün kıyısındaki insanlara selam veriyor, kah terör günlerine ait hikayeler dinliyoruz. Bir yandan Gevaş’taki Halime Hatun (yedi yüz yıllık Selçuklu mezarlığında mezarlıkla yaşıt bir kümbet)türbesine girip çekim yapıyor, fatihalarla mezardaki ruhanileri serinletiyor, diğer yandan Akdamar (Ermeniler için kutsal sayılan ve yakında restore edilen Akdamar Kilisesinin bulunduğu, sahile yakın küçük bir ada) adasına uzaktan el sallıyoruz. Ne uçaktan bakarken ne de yakınından geçerken balıkçı teknelerini göremiyoruz. Van gölünün suyu sodalı olduğundan balık çeşidi itibariyle çok fakir. İnci kefali diye bilinen bir çeşit balık var, ancak balıkçılık ve taşımacılık eskiye oranla çok az yapılıyor. Ta Urartular döneminde bile inci kefalin yabancı ülkelere ihraç edildiğini öğrenince hayretimizi gizleyemiyoruz. 200 km’lik yolun sonuna geldiğimizde gün öğleye yaklaşıyor. Süphan Dağının gölgesinde kalan Ahlat görününce, araçtaki bir dostun dudaklarından şu mısralar dökülüyor. ben* ben çağlar ötesinden akıp gelen bir selim ben tarihle bir doğdum, ben tarihle giderim bende kutsaldır toprak, kazma vurma öyle bırak mihenk taşı bulamazsan bir de benim taşıma bak ben kubbet-ül islam denen üç şehirden biriyim ben asırların değil çağların eseriyim ben halim, ben atiyim, ben maziyim ben erzen hatun, ben dede maksut, ben Abdurrahman gaziyim alparslan’ı malazgir’te ben yolladım ertuğrul’un, osman beyin beşiğini ben salladım bende güneş başka doğar benim yıldızlarım daha parlak benim göklerim mavi, mehtabım daha ak ben sabır taşıyım adım ve tarihimdir saltanatım beni hala tanımadınız mı ben AHLAT’ım *: Ahmet Turan Kazgöl Not: Ahlat’ı henüz anlatamadık. İnşallah üçüncüsünde anlatacağız.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER