[Safvet Senih] Tiyatro çadırı

Üstad Bediüzzaman Hazretleri kendisine sorulan “Kâinatta insandan başka ibret ve hayret nazarıyla bakıp tefekkür ve tesbih eden varlıklara kâinat kitabının hangi âyetleri delâlet ediyor? O kitabın hangi satırı bunlara işaret eder?”

SHABER3.COM

SAFVET SENİH 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri kendisine sorulan “Kâinatta insandan başka ibret ve hayret nazarıyla bakıp tefekkür ve tesbih eden varlıklara kâinat kitabının hangi âyetleri delâlet ediyor? O kitabın hangi satırı bunlara işaret eder?” diye bir suale karşı şöyle cevap vermiş: “Hikmet sayfasının mizan satırının nizam âyeti. Meselâ sen bir tiyatro çadırına gittin. Orada gözleri hayrette bırakan pek çok garip şeyler, kulağa hoş gelen eğlenceler, akıl ve hayalin hoşlandığı çeşitli sihirbazlıklar ve hâkezâ, insanın hadsiz lâtife, hissiyat ve hasselerinin lezzet alacağı ne varsa hepsini orada gördün. Sonra bir de salona baktın ki orada kör, sağır ve pek azı dışında bütün hasse ve hissiyatı felçli çocuklardan başka kimsecikler yok. Bu durumda, mecburen şöyle bir neticeye varır ve yakinen bilirsin ki, şu perdelerin ve duvarlara asılmış örtülerin arkasında, zevk ve meşrepleri muhtelif, hiss-i selim sahibi olan, tenezzüh için oraya gelmiş bulunan ve orada sahneye konup teşhir edilecek şeylere arzu duyan kimseler vardır ve bunlar oyunu senin görmediğin bir taraftan seyretmektedirler. 

“Eğer temsilin sırrını anladınsa, dünya yurdundaki şu sanat eserlerine bak: Orada serilmiş halılar, kurulmuş döşekler, giyilip kuşanılan elbiseler, saçılmış mücevherler, neşredilmiş sayfalar göreceksin. Ve yine öyle çiçek ve meyveler göreceksin ki, renkleriyle, tatlarıyla, kokularıyla canlıları ve hâcet sahiplerini kendilerine çağırıyorlar; nakışları ile, ziynetleriyle ve sanatlarıyla akıl ve ibret erbabını davet ediyorlar. Ve yine nebâtâtı göreceksin, eteklerini toplayıp yaratılış vazifelerine koyulmuşlar; hayvanatı göreceksin, ayakları üzerine doğrulup ubudiyet vazifelerine yönelmişler… Ancak onların ekserisi, kendilerine tevdi edilmiş bulunan vazifelerdeki pek ince güzelliklerinin ve yüksek lâtif şirinliklerinin farkında değiller. “Demek ki, o lâtif durumları ve hoş hüsün ve cemalleri idrak etmek, öyle şuursuz mahlukların kaldırabileceği türden işler değildir, bu ancak işiten ve gören daha başka (insan, cin, melek ve rûhânîler gibi) varlıkların işidir. Bunlar ise had ve hesaba gelmeyecek kadar çokturlar. 

“Bütün bunların yanı sıra, bir de son derece câzib ve çekici bir ziynet var. Türlü türlü taltif ve teveddütler, tahabbüb ve taarruflar var. Mahlukat taifelerinin ihtiyaç ve hâcetlerini tekeffül edip üzerine alan ve herkesi kasdî bir şekilde lütuf ve ihsanlara mazhar eden kısım kısım taahhüt ve taammüdler var. Sınıf sınıf süslenme ve tebessümler, türlü şekillerde işaretler ve tecelliler ve daha nice lisan-ı haller var ki, neredeyse dile gelerek kâl (konuşma) diliyle konuşacak. Bununla beraber zâhire bakılırsa, şu dünya sahasında şu insanlardan ve cinnîlerden başka ibret ve basiret ehli de göremiyoruz. Üstelik onların da çoğunu gaflet öyle bir hale getirmiş ki, âdetâ sağır ve kör felçli çocuklara dönmüşler, tabiat tâğutunun zulümatında oyalanıyorlar! 

“Bu durumda sâdık bir hads (sezgi) ile, kat’î bir zaruretle, akla apaçık görünecek bir şekilde anlaşılır ki, şu kâinat, mutlaka insan ve cinden başka, ibret ehli olan tesbih edici ruh sahipleriyle dolu olmalıdır… Asıl sözü dinlenecek olan Cenab-ı Hakkın buyurduğu gibi: ‘Yedi gök ve yer ile bunlarda olan kim varsa O’nu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin. Lâkin siz onların teşbihini anlamazsınız.” (İsra Suresi, 17/44) (Mesnevi-i Nûriye, Zühre, 2. İ’lem)

<< Önceki Haber [Safvet Senih] Tiyatro çadırı Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER