[M.Ertuğrul İncekul] Türkiye’nin demokratikleşememe serüveni

Zaman en iyi yorumcudur. Kavramlarıda kendimize benzettik, İşimize geldiği gibi içini doldurduk.

SHABER3.COM

M.ERTUĞRUL İNCEKUL-SAMANYOLUHABER.COM 

Zaman en iyi yorumcudur. Kavramlarıda kendimize benzettik, İşimize geldiği gibi içini doldurduk. 2022 yılını yaşadığımız, enformasyon oluşumun bütün hayat sistemini değiştirmekte olduğu şu günlerde bile kendi kültürüne yabancılaşmış din düşmanı, saldırgan siyasi elitizm ve otoriterliği savunan, Atatürk’ün getirmiş olduğu kurucu değerlere zamanla sırtını dönen jakoben Kemalizm, ırkçılığa kaymış milliyetçi izmler, yalnızca kendini var eden, tüm suçlarını naslara ve dine dayandırarak çözdüğünü düşünen oldukça kapitalist, ahlâki kriterlerin içini boşaltan siyasi izmler.

AK Partizm, özgürlükçüyüz diyen başka mahallelerin mağduriyetine seyirci kalan sözde özgürlükçü sol izmler artık insanlara mutluluk, huzur ve çözüm getirmiyor tam tersine daha içe kapanık, daha agresif, daha nefret dilini benimseyen bir anlayış getiriyor. Osmanlı Avrupa’yı 1856 Islahat Fermanı ile izlemeye başlamıştır. Paris Antlaşması’nın şartlarında da bu fermanın kabulü vardır. Paris Antlaşması dönüm noktasıdır. Artık Avrupa'ya yüzümüzü döndüğümüz, belli imtiyazlar vermeye başladığımız yıllardır. Din farkı, siyasi fark hâline gelerek Müslümanı hem kendi Hıristiyan vatandaşlarından uzaklaştırmış hem de Avrupa’yı kendi kimliğini ve siyasi hürriyetini tehdit eder görünümüne sokmuştur. Abdülhamit Han'ın otoriterliği, İttihat ve Terakki’ye Nakşibendi mensuplarını yakınlaştırmıştır. Bürokrasi ile yakın ilişkilere girmişler seküler bir muhafazakarlık anlayışı doğmuştur. Kemal Karpat'ın yorumuyla; Milliyetçi fikirleri yaymak ve nihayet Osmanlı İmparatorluğu'nu bir Türk devleti haline getirmek maksadıyla 1911'de Türk Yurdu, 1912' de Türk Ocakları Teşkilatı meydana getirildi. (Türk Ocakları, 1930-31 yılında yerini Halkevleri'ne bıraktıysa da 1949'da yeni çeşit bir milliyetçiliği yaymak üzere özel bir dernek olarak aynı ad altında yeniden açıldı.)

Milliyetçiler hem din ve Osmanlılık bahsinde kendilerinden ayrıldıkları İslamcılar ile Garpçılara, hem de şair Tevfik Fikret'in temsil ettiği karşı ulusalcı ve hümanist cereyanlara karşıydılar. Bununla beraber milliyetçilik resmen tutulmuyor, Osmanlılık devletin ideolojisi olmaya devam ediyordu. İttihat ve Terakki'nin Batı’ya açılma politikalarının da etkisi ile modernizm, İslam, milliyetçi sentezi ile ortaya çıkan aydınlarımız olmuştur. Necip Fazıl, Erol Güngör, Nurettin Topçu gibi.

1970 lerde Milli Nizam, Milli Selamet, Türk Talebe Birliği kuruldu. Refah Partisi ve muhafazakar diğer partilerde siyasi çizgi devam etti. Ama Refah Partisi’nin etkisini kıran AKP'ye zemin hazırlayan etkenler olarak; Siyasal İslam'ın dünyada etkisinin azalması, İran ve Afganistan örneği, Ümmetçilik düşüncesinin sekülerleşmesi, küresel sermayeye karşı çıkma, 28 Şubat süreci ve Erbakan’a Mesih'i özellik yükleyenlerin Erbakan’ın lüks hayatını görmesi, ordu ile ters düşmesi sayılabilir.

1990’larda Özal ile zirve yapan milliyetçi, muhafazakar, modern sentezli bir dönem yaşandı. Aslında Anglo-Sakson tarzı ılımlı, muhafazakar laiklik modeli DP ile başlamıştır. Batı'ya ve dünyaya açılma, normalleşme süreci başarılıydı ama maalesef Özal'ın ani ölümü ile bu periyot da uzun sürmedi. Sonrası yıllarda Batı değerleri ile çatışmayan Amerikancı tarzda AKP, İslam ve modernist bir yaklaşımla ortaya çıktı. 2002-2010 yılları arasında AB üyeliği, hukuk, demokrasi ve kalkınma alanlarında başarılı adımlar atıldı. Ne zamanki Türkiye, Kopenhag Kriterleri’nden çıkarak hızla demokrasi ve hukuktan uzaklaşmaya başladı, o zaman, bürokrasiden ahlâka, ekonomiden eğitime, dış siyasetten spora, şehircilikten ekolojiye, kültür-sanattan akademiye ülke, toptan bir çöküşün eşiğine ulaştı.

Körü körüne lider eksenli düşünce, halkçı olamayan, sembollere, hamasete, ötekileştirmeye, kendi elitini zengin etmeye, öfkeyi körüklemeye dayanan bir anlayış da kullanım süresini çoktan doldurdu. Kemalizm geçmişi inkar eder ve köhne bir imparatorluktan kurtuluş olarak bakar Osmanlı’ya, ayrıca sabıkasında Kürtler ile ciddi problemler içerir. Kemalist döneme dair en karanlık ve kanlı sayfa şüphesiz 1937-38 Dersim Katliamı ve sonrası antidemokratik olan darbeler, eylemlerle kendi halkına karşı ciddi bir vebal yüklenmiş durumda. Onlar çıkış noktasındaki antiemperyalist yaklaşımlarını yitirdiler. Atatürkçülük kurtarıcı disiplinler ile ortaya çıktı. Bir Fransız Devrimi kadar halkta karşılık görmese de, muhafazakar aydınlarda bir karşılığı vardı. Örneğin laiklik ilkesi, Kemalistlerin laikliği koruma çabaları zamanla din düşmanlığına evrildi. Fransız tarzı, muhafazakar halktan kopuk, jakoben, katı bir laiklik tarzı. Ayrıca Cumhuriyet eliti olarak kendilerini tekel görmeleri, jakoben yaklaşımları, ciddi anlamda farklı düşünceden grupları rahatsız etti ve Kemalist etiketi ilgili, ilgisiz muhalif görülen gruplara yapıştırıldı. Bu da Kemalizmi yörüngesinden uzaklaştırdı ve köhneleştirdi. Daha kucaklayıcı olabilselerdi, muhafazakarları bu kadar dışlamasaydılar, bu kadar nefret üretmemiş, bugünkü demokrasi tsunamilerini daha hafif geçiriyor olabilirdik.

Sol fraksiyonlarda yetişen aydınların çok azı istisna eleştirenler olabilir ama bir Toktamış Ateş, bir Cem Karaca, bir Ahmet Altan gibiler haricinde Kürtler, Ermeniler, Hizmet Hareketi’ne yapılanlara seyirci kaldılar. Aydın sorumluluğu, dünya görüşü, renk ayırımına göre değil, hak ihlalleri, adalet arayışındaki haklılık, suç ve suçlunun karşısında olmaya göre şekillenir. Söylediklerinin toplumda karşılığı olması, anlaşılır (sehli mümteni) olması, söylem, projelerin orijinal ve çalıntı olmaması, fildişi kulesi aydını olmamak, toplumla ve geçmişiyle yüzleşebilmek aydın olma özellikleridir.

Son tahlilde Türkiye Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan, hatta Paris Antlaşması imzalanıp kendi kimliğinden tavizler vermeye başladığından bugüne ertelemiş olduğu sorunlar, problemler yumağı hatta sarmalı ile yüzleşmek zorunda, artık mevcut sistemler ne ülkeyi, ne de toplumu taşımıyor, huzur ve istikrar vermiyor. Tam tersine kaos, nefret, şiddet, mutsuzluk üretiyor. Doğu Batı savaşına artık son vermek gerekir. Bilgelik ve bilginin sentezine ihtiyacımız var.

Tıp öğrencisi Enes Kara’nın intiharı da gösterdi ki; tahammülsüzlük, aile baskısı, toptan bir gruba nefret patlaması gibi sebepler yüzünden, sağlıklı tartışma ve düşünme zemini yok oluyor. Ayrıca devlet kendi kurumlarını ve özel kuruluşları düzgün denetim yapmadığı için masum canlara oluyor olan. Toplumsal kesimlerin birbirini anlama çabası, demokrasi mücadelemiz birbirlerini yargılama savaşına dönüşmemeli. Karşı mahalleleri düşman görme, anlamaya çalışmadan kolayca yokluğa mahkum etme ve yargısız infazla hiçbir zaman uzlaşı ve toplumsal huzur ortaya çıkmaz. 

Modernizeye açık, birbirinin inanç ve dünya görüşüne saygılı, gelenekleri ile barışık, gerçek bir hukuk ve demokrasi toplumu olacağımız günlerin hayaliyle...

Taziye: İrfan dünyamıza ciddi katkıları olmuş ,bir mücadele insanı, Timaş Yayınevi kurucusu Hekimoğlu İsmail’in(Ömer Okçu) vefatını teessürle öğrendim. Sevenlerinin başı sağolsun. Makamı Firdevs olsun.
<< Önceki Haber [M.Ertuğrul İncekul] Türkiye’nin demokratikleşememe... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER