İç acıtıcı tablo

Toplum günümüzde yaşananlara o kadar sessiz ve ilgisiz ki ancak kendi başlarına gelince şikayet eder hale geldi.

İç acıtıcı tablo

Bunun bir örneği Düzce Üniversitesi'nin personel alım ilanında yaşandı. Resmi Gazete'ye ilan veren kurum öyle şartlar öne sürdü ki akıllara hemen yandaşlık, torpil ve adam kayırma geldi.

Konuyla ilgili bir  makale kaleme alan Dr. Erkin Göçmen 'Prof. Aziz Sancar, Düzce Üniversitesi’nin iş ilanına başvursa kabul edilmeyecek' diyerek vahim olan noktaya parmak bastı.

İşte Göçmen'in o yazısı:

"Bugünkü Resmi Gazete’de Düzce Üniversitesi’nin akademik personel alım ilanı yayımlandı. İlan edilen kadrolardan bir tanesi de tıbbi biyokimya anabilim dalında. Yani Nobel ödüllü Türk bilim adamı Prof. Dr. Aziz Sancar’ın çalışma alanında. Elbette bu kadroya her Türk vatandaşının müracaat hakkı var.

Prof. Dr. Sancar da kendi alanında ilan edilen bir kadro olduğu için Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne iş başvurusu hakkına sahip. Ama ilan öyle koşullar içeriyor ki Nobel Ödüllü Prof. Dr. Aziz Sancar değil bir kez, bin kez bile Nobel alsa bu kadroya atanamaz. Çünkü bu kadroya atanacak tıbbi biyokimyacıda aranan bazı ek koşullar var ki bu atamaya engel. Bunlardan bir tanesi kök hücre konusunda çalışmaları olmak diğeri ise veteriner hekim olmak.

Prof. Dr. Aziz Sancar veteriner hekim değil tıp doktoru bu nedenle zaten Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesinin aradığı koşulları taşımıyor. Ayrıca Pubmed’e baktım, kök hücre konusunda çalışması da yok. Çalışma alanı biyokimyanın farklı konuları. Yine Düzce Üniversitesinin internet sayfasına da baktım. Acaba kök hücre konusunda dünyaya örnek bir araştırma merkezi veya enstitü var mı diye. Böyle bir şey de yok. O halde Aziz Sancar’ın bile müracaat etse alınmayacak şekilde dizayn edilen bu akademik kadro ilanının yayımlanmasının amacı nedir?

Elbette dikkatli okurlar için neden son derece açık. Rektör Hanım, aslında tıp fakültesinin biyokimya anabilim dalına kendi adamını atamak istiyor. Bunun için Aziz Sancar dahi müracaat etse alınmayacak şekilde ek koşullar belirliyor. Nasılsa bu ek koşullar olduğu müddetçe kimse bu kadroya atanmak için müracaat etmeyecek ve neticede Rektör Hanımın önceden belirlediği “kök hücre konusunda çalışmaları olan” ve aynı zamanda “veteriner” olan birisi tıp fakültesinin tıbbi biyokimya anabilim dalına atanacak. Maalesef bu tuhaf duruma yol veren düzenleme, son yıllarda yapılan bir yasa değişikliği.

Şu husus tartışmasız ön kabul olmalıdır: Bir bilim kurumuna atanacak kişide aranacak öncelikli nitelik şucu bucu olması değil, bilimsel liyakatidir. Bu bakımdan akademik yarışa katılan kişiler birden fazla ise en liyakatli olanın belirlenmesi zorunludur. Ancak üniversitelerimizde mevcut işleyiş tam da Düzce Üniversitesindeki gibi. Yani Rektörün istediği kişiyi atayacak şekilde kurgulanan bir akademik sistem.

Konunun hukuki altyapısı ise şöyle: Bilindiği üzere, üniversitelerde yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük gibi akademik kadrolara atama ya da yükseltilme işlemleri 1981 yılından bu yana YÖK Kanununa göre yürütülüyordu. Ancak 2008 yılında çıkarılan bir yasal değişiklikle, akademik kadrolara atanacak kişiyi doğrudan işaret etmeye imkan sağlayan bir sistem getirildi. Bu sistemle akademik hayatta liyakat tümüyle ortadan kalktı. Rektörlerin ve dekanların istedikleri kişileri istedikleri, istedikleri kadroya atayabilmelerinin önü açıldı.

Türkiye’de YÖK sistemi eleştiriliyor. Bu ayrı bir konu. Ancak bu hususta neredeyse herkesin itikat ettiği bir batıl inanca artık son vermek gerekiyor. Akademik atamalar bağlamında, 1981 yılında getirilen ve 1983 yılında kısmen değiştirilen temel düzenleme, 2008 yılındaki değişiklikle getirilenden çok daha adaletli ve hakkaniyetlidir.

2008 yılında getirilen sisteme göre, akademik atamalarda üniversitelere, (tabi ki sözde) bilimsel kaliteyi artırma amacına yönelik olarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşul öngörme yetkisi tanındı. Yani üniversite bilimsel niteliğine katkı sunacak özel nitelikleri olan kişileri istihdam etmek isterse yasa bu uygulamaya cevaz veriyor.

İlk bakışta sanki iyi niyetli bir sistem gibi görünüyor. Ne de olsa amaç bilimsel kaliteyi artırmak… Buna göre, söz gelimi bir akademik kadroya çok özel niteliklere sahip bir profesörün atanmasına ihtiyaç varsa, üniversite bu niteliği ilgili kadroya müracaat edecek kişilerde aranacak ek koşul olarak ilan edebiliyor.

Ancak bu düzenleme iyi niyet ambalajına sarılmış toksik bir iksirdir ve bu iksirle bütün akademik yapı zehirlenmek suretiyle öldürülmektedir. Çok da kökleşmemiş akademik gelenek, bu yolla bütünüyle yok edilmektedir. Maalesef bu üniversitelere tanınan “imkan” sadece tıp değil, hukuk dahil bütün alanlarda kullanılıyor. Üniversite ve fakülte yönetimleri, kendilerine yakın kişileri atamak için bu kuralı adeta bir tırpan gibi kullanıyor.

Aslında düzenleme bu hususta YÖK’e müdahale yetkisi tanıyor. Daha doğrusu YÖK’ü görevlendiriyor. Yasaya göre YÖK’ün bu ek koşulları nesnellik ve özellikle bilimsel niteliğe hizmet etme yönlerinden denetlemesi gerekiyor. Danıştayın yaklaşımı da bu yönde. Ancak YÖK bu yetkisini kullanmıyor ve atamalara müdahale etmiyor. Esasen göz yumuyor.

Böylece Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesine Prof. Dr. Aziz Sancar bile müracaat etse alınmayacak şekilde hatta bir veteriner hekimin atanmasına imkan sağlayacak ölçüde ek koşul belirleme imkanı tanınmış oluyor. Daha sonra da üniversitelerimizde neden nitelik ve liyakat sorunu var diye söylenip duruyoruz."
<< Önceki Haber İç acıtıcı tablo Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER