[ Abdullah Aymaz ] Mahşer günü kabirden çıkar gibi

'Yetiştirilmiş ve hâlâ yetiştirilmekte olan adanmış gönüller de hiçbir beklentiye girmeden inşaallah hizmete her zaman hazır olacaklardır…'

SHABER3.COM

ABDULLAH AYMAZ - SAMANYOLUHABER.COM 



Bir arkadaşımız güzel Kur’an okuyan Galveş için “Kadife  sesli hafız” derdi. Bizim gül letafetinde ipek sesli Şengül Hocamız hatıralarını anlatırken diyor ki: “Çardak Kur’an Kursunda okurken belli aralıklarla sıla-i rahim için köye izine gönderiyorlardı. Köyümüzde 80 yaşlarında bir imamız vardı. Bu zatı, babam da çok severdi. Bir gün elimden tutup beni kabristana götürdü. Ziyarette bulunup dua okuduk. Sonra bir kabrin başına geldik… Mezar boş gibi görünüyordu. ‘Burada kim yatıyor hocam!?.’  diye sordum. Ağlayarak bana dedi ki: ‘Evladım hafız efendi! Bu kabirde cenaze yok, ama dinimiz gömülü!..’  Beni de bu sözler oldukça tesir etmişti. Meğer Kur’an harfleriyle tedrisat yasaklanınca, bütün tefsir, hadis ve fıkıh kitapları gibi kaynak kitapları, insanlar evlerinde bulunduklarından dolayı götürüp kabristandaki bu mezara gömmüşler!..

“Denizli-Çardak Kur’an Kursu o zaman gayr-i resmi olduğundan, ben Kur’an öğrendikten sonra, köyümüzde de artık cenazeleri yıkayacak kimse kalmadığı için, beni köye imam yapmak istediler. Bu isteğe babam, köyün büyüklerini kıramadığı için sıcak bakmıştı. Annem ise, ‘Oğlum câhillik kötü, sen bu köyde kalma, git oku!’ diye ısrar etti ve bir saman veya koyun kamyonuna bindirip Denizli’ye gönderdi. Kamyoncu da beni Denizli’ye varınca indirip ‘Haydi evladım’ deyip bıraktı. Hiçbir adresim yoktu. İlk defa büyük bir şehre geliyordum. Caddede giderken sakallı bir ihtiyar amcaya yaklaştım selam vererek  ‘Amca ben okumaya geldim. Kur’an Kursu nerede, bana tarif eder misiniz?’  dedim. İhtiyar heyecanla elimden tutup ‘Gel evladım’ dedi. Beni bir esnafa götürüp ‘Bu çocuk okumak istiyormuş.’ deyip teslim etti… 

O ihtiyarın beni teslim ettiği zât, meğer Kur’an Kursu’nun Dernek Başkanı şekerci Mustafa amca imiş. Bana bir pusula yazarak, Denizli Merkez Kur’an Kursu, Hocası Mehmet Aydınoğlu’na gönderdi. Aydınoğlu Hocam, İstanbul’da meşhur Hasan Akkuş Hocaefendinin talebesiymiş. Kendisine pusulayı verdim, okuduktan sonra benim Kur’an okuyuşumu kontrol etti ve bana ‘Hâfızlığa başlayabilirsin.’ dedi. Fakat Kur’an gözümde büyüdü bu koca kitap nasıl girecek diye üzülüp bir kenara çekilip ağlamaya başladığımı, arkadaşlar hocama söylemişler. Aydınoğlu hocam, beni çağırdı ve Birinci Cüz’ün birinci sayfasını göstererek, ‘Git bu sayfayı ezberle’ dedi. Ben de bir kenara çekilip yarım saatte ezberledim. Beni çağırıp dinledi. ‘Şimdi daha yirmi üç buçuk saat var, sen yarım saatte ezberledin. Senin vazifen her gün bir sayfayı ezberlemektir.’ dedi. Allah’ın izniyle bir buçuk yılda hafızlığı bitirip hocama yardımcı hoca olarak bir müddet devam ettim. Aynı zamanda  İzmir Kestanepazarına gidene kadar Denizli Çarşı Camiinde vazife yaptım…”

Bu yolculuk onu, dünyayı aydınlatacak bir hizmetin merkezine ulaştırmış oldu. Yavaş yavaş İzmir, Ege, sonra İstanbul Ankara daha sonra bütün ülkemizin şehirleri bu aydınlatmadan nasibini alır. Sonra bütün dünya ülkelerine bu güzellik yayılır.

Her bir taşı dağ değil, dağlar büyüklüğünde olan ve İslamiyetin de içinde bulunduğu İNSANLIK  KALESİNİN  tamirinde en büyük rolü oynayacak olan bu güzellikler, yeni bir diriliş ve uyanış içinde yepyeni bir dünyanın hem de pırıl, pırıl güzelliklerle donatılmış bir dünyanın inşaasında kendi üzerine düşenleri yerine getirecektir. Bunun için yetiştirilmiş ve  hâlâ yetiştirilmekte olan adanmış gönüller de hiçbir beklentiye girmeden inşaallah hizmete  her zaman  hazır olacaklardır…
<< Önceki Haber [ Abdullah Aymaz ] Mahşer günü kabirden çıkar gibi Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER