Yeryüzü mirasçılarının altıncı vasfı

'' Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûra kuvvet bulsun’ Bütün kınama, azar ve nefret, hevâ ve hevese tâbî olanlara olsun. Selam ve selâmet, Hüdâya tâbî olanlar üstüne olsun. ''

SHABER3.COM

Abdullah Aymaz / Samanyoluhaber.com

“Herşeyin olabildiğince teferruata açıldığı ve ferd-i feridlerin dahi altından kalkamayacağı bir hâl aldığı günümüzde artık dehânın yerini de, şahs-ı mânevî, meşveret ve kollektif şuur almıştır.” diyen M.  Fethullah Gülen Hocaefendi çok haklıdır. “Ortak akıl” da diyebileceğimiz bu husus  yeryüzü mirasçısının altıncı vasfıdır.

Bediüzzaman Hazretleri 1911’de Şam’da okuduğu hutbesinde meşveret, istişare ve şûrâ üzerinde de durmuştur: “Müslümanların İslâmî, ictimaî hayattaki saadetlerinin anahtarı, şer’î meşverettir. “Onların  işleri, aralarında şûrâ iledir”  (Sûra Suresi, 42/38) âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor. Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr (fikirlerin, birikimlerin birbirini destekleyip yeni buluş ve düşüncelere kapı açması) ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbirleriyle meşvereti, bütün insanlığın gelişip ilerlemesi ve fenlerin esası olduğu gibi, büyük kıta olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o HAKÎKΠ ŞÛRA’yı yapmamasıdır. 

“Asya kıtasının ve istikbalinin keşşafı ve anahtarı ŞÛRÂ’dır. Yani, nasıl ferdler birbirleriyle meşveret eder; tâifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını zincirlerini açacak, dağıtacak, şer’î meşveret ile imanî yiğitlik, şehamet  şefkatten doğan şer’î HÜRRİYET’tir ki, o şer’î hürriyet, şer’î âdâb ile süslenip Batı’nın sefih medeniyetindeki kötülükleri  ve günahkarları atmaktır.”

“Yaşasın sıdk! Ölsün yeis!  Muhabbet devam etsin! Şûra kuvvet bulsun’ Bütün kınama, azar ve nefret, hevâ ve hevese tâbî olanlara olsun. Selam ve selâmet, Hüdâya tâbî olanlar üstüne olsun. Âmin.

“Eğer denilse: Neden şûrâya bu kadar önem veriyorsun? İnsanlığın bilhassa Asya’nın, özellikle İslâmiyetin hayatı ve terakkisi nasıl o şûrâ ile olabilir?

“Elcevap: Risale-i Nur’un Yirmi Birinci İhlas Lem’asında izah edildiği gibi, haklı şûrâ ihlas ve tesânüdü netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlas ve hakikî dayanışma ile, üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. On adamın hakiki ihlas, tesanüd ve meşveretin sırrıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, çok tairhî vukuât bize haber veriyor. Madem insanlığın ihtiyaçları hadsiz ve düşmanları nihayetsiz, kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; bilhassa dinsizlik canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz ihtiyaçlara karşı, imandan gelen  dayanma noktası ve o medet isteme noktası ile beraber insanlığın şahsî hayatı dayandığı gibi, ictimaî hayatı da yine imanın hakikatlarından gelen şer’î şûrâ ile yaşanabilir, o düşmanları durdurur, o ihtiyaçların teminine yol açar.”

M. Fethullah Gülen Hocaefendi, ülkemizdeki istişare, meşveret ve şûrâ hakkındaki durumu şöyle anlatıyor: “Yakın tarihimiz itibariyle, böyle bir anlayışın İslâmî topluma mâl edilemediği bir gerçek… zaten mektebin bir kısım dogmaları heceleyip durduğu, medresenin hayata kenarından köşesinden baktığı, tekyenin bütün bütün gidip metafiziğe gömüldüğü, kışlanın sadece kuvvetle gerinip, kuvvetle gürlediği bir dönemde bunların hayata mâl edilmesi de mümkün değildi.

“Evet bu dönemde MEKTEP bütünüyle skolastik düşüncenin tesirinde kaldı ve  hep onu solukladı; MEDRESE, ilme ve düşünceye kapalı, inşâ gücünden mahrum, âdeta bir meflûç gibi yaşadı… TEKKE-ZÂVİYE  aşk ve şevkin yerine menkıbelerde teselli olmaya başladı… KUVVETİ  TEMSİL  EDENLER  de sık sık  unutuldukları mülâhazasıyla kendilerini hatırlatma ve isbat etme kompleksine kapıldı; derken her şey alt üst oldu ve MİLLET  AĞACI  devrilecek şekilde temelinden sarsıldı. Öyle anlaşılıyor ki, kaderin yollarına su serptiği bahtiyarlar  bu dinamikleri yerli yerinde kullanacakları, kalb ve kafa arasındaki tıkanıklıkları açıp insan enfüsünde ilham ve düşünce koridorları meydana getirecekleri güne kadar  da bu sarsıntılar yaşanacak.”

“Şûrâyı önemsemeyen bir toplum, tam mümin sayılamayacağı gibi, onu uygulamayan bir cemaat de kâmil mânada Müslüman kabul edilmemiştir. İslâm dininde şûrâ, hem idare edenlerin hem de idare edilenlerin mutlaka uymaları gereken hayâtî bir esastır. İdareci; siyaset, idare, teşri (yasa çıkarma) ve toplumla alâkalı daha pek çok meselede istişârede bulunmakla; idare edilenler de kendi görüş ve düşüncelerini idarecilere bildirmekle sorumlu tutulmuşlardır.

“Evvela şûrâ, herhangi bir hususta verilecek kararların isabetli olabilmesinin ilk şartıdır. İyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitleri alınmadan fert ve toplumla alâkalı verilen kararlar, çok defa hüsran ve fiyasko ile neticelendiği görülmüştür. Kendi düşüncelerine kapalı ve başkalarının fikirlerine de saygılı olmayan biri, üstün bir fıtrat, seviyeli bir dimağ, hatta dâhî bile olsa, her düşüncesini meşvereti arzeden sıradan ve düz bir insana göre daha çok yanılmalara  maruzdurlar. En akıllı insan, meşverette en çok saygılı ve başkalarının düşüncelerinden de en çok yararlanan insandır.

“Evet, bir insanın  teşebbüs ettiği herhangi bir işinde en güzel neticelere ulaşmasının ilk şartı MEŞVERET  olduğu gibi; onun kendi gücünün kat kat üstünde önemli bir kuvvet kaynağına sahip olmasının yolu da başka değil yine meşverettir.”

Bu meselenin iyi anlaşılabilmesi için bu hususun enine boyuna ele alındığı, “Ruhumuzun Heykelini Dikerken” isimli kitabın, “Şûrâ” başlık yazısının mutlaka ele alınması ve  M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bu husustaki geniş ve derin mütalâaları üzerinde durulması gerekmektedir. 

<< Önceki Haber Yeryüzü mirasçılarının altıncı vasfı Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER