Yabancı Murahhaslara Tavrımız

Safvet Senih

Safvet Senih

24 Tem 2019 12:05
  • Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi'ye “Efendimizin (S.A.S.) gelen heyetlere karşı ciddî hassasiyetinin hikmeti nedir?” diye sorulan soruya verdiği cevaplar: “Efendimiz'in (S.A.S.) bu hassasiyeti bizim de en çok hassas olmamız gereken önemli bir konudur. Bu sebeple de mutlaka üzerinde durulmalıdır.

    “Allah Rasulü, sadece kendisine gelen heyetlere karşı değil, dini kabul etmek için gelen ferdlere karşı da her zaman ilgi ve alâkasını en üst seviyede sürdürmüştür. Meselâ, Halid b. Velid, Amr b. Âss ve Osman b. Talha gibi Mekke’nin seçkinleri Medine’ye geldiklerinde, her biri Allah Resulünden öyle iltifatlar görmüşlerdir ki, o gün için Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r. anhüm) öylesini bulamamışlardı.

    “Efendimiz (S.A.S.) Hz. Halid’e: ‘Ben de, Halid bu kadar akıllıyken nasıl oluyor da küfür içinde kalıyor diye hayret ediyorum’ der… Kısa bir müddet sonra da onu ‘Allah’ın Kılıcı’ ünvanıyla taltif eder.

    “Amr b. Ass, Müslümanlara  çok kötülüğü dokunmuş bir insandı. Öyle ki, bu zat, o güne kadar dehasını hep İslam aleyhinde kullanmıştı. Ama Müslüman olup Medine’ye gelince, Efendimiz (S.A.S.) ona mâziye ait en küçük bir meseleyi dahi hatırlatmayacak kadar sıcak davranmıştı. Onun dua talebi üzerine ‘Bilmiyor musun İslam, onu kabul etmeden önce işlenen bütün günahları siler, temizler.’ buyurmuştu…

    “Abdullah b. Cerir el-Beceli huzura girince, Efendimiz (S.A.S.) gözleriyle herkese yol gösteriyor gibi cemaat içinden birinin kalkıp da ona yer vermesini arzuluyordu… Cemaat bunu anlayamayınca da, hemen hareket geçiyor ve cübbesini çıkararak Abdullah b. Cerir (r.a.)’in altına seriveriyor. Daha sonra da, ashabına: Bir kavmin kerimine karşı ikramda bulunulması gerektiği hususundaki o ölümsüz nasihatlarını sunuyordu. Ebu Cehil’in oğlu İkrime’ye iltifat dolu sözlerle mukabelesi ise, bu konuda apayrı bir ibret levhasıdır.

    “Evet bu davranışlar Efendimiz’de (S.A.S.) değişmeyen prensipler cümlesindendi… İşte O, gelen ferd ve heyetlere de bu prensipler  çerçevesinde muamelede bulunuyordu ki, bütün bunlarda bir sürü hikmet dolu gayeler vardı:

    “Evvela: Henüz yeni gelmiş ve bütünü ile İslam’a ısınmamış bu insanlar yer değiştirmenin rahatsızlığını, tedirginliğini yaşarken, eğer kendilerini tedirginlikten kurtaracak emniyet dolu bu sıcak atmosferi bulmasalardı, tercihlerini başka türlü de kullanılabilir ki, bu da onlar için büyük bir kayıp olurdu. İşte Efendimiz (S.A.S.) kendisine, imanın en küçücük bir şemmesiyle gelenlere dahi fevkalade alâka ve ilgi göstermesi, onları böyle bir yanlış karardan kurtarıyordu ki, bu da, bugün ve yarın üzerinde önemle durulması gerekli konulardan olsa gerek.

    “İkincisi: Gelen heyet fertleri arasında kavmi ve kabilesi içinde daima saygı ve hürmet görmüş insanlar da oluyordu. Bunlar, kendi toplumlarında bu gibi ilgi ve alâkaya alışmış insanlardı. Dolayısıyla onlara aynı oranda bir ilgi ve alâka gösterilmeliydi ki, geldikleri yeni toplumu yadırgamasınlar. Yani bu ilgi ve alâka onlara ünsiyet aşılamalı ve yabancılığın verdiği rahatsızlığı ortadan kaldırmış olmalıydı…

    “Üçüncüsü: Bu heyetlerden pek çoğu resmi idi. İslam bir devlet  nizamı olarak ilan edilince, çevresindeki kabile ve devletler kendilerince bir durum değerlendirmesi yapmak üzere, Medine’ye heyetler gönderiyorlardı. Bu heyetlerdeki insanlar da sıradan insanlar değillerdi; az-çok hemen hepsinin kendine göre bir dünya görüşü ve değer yargıları vardı. Ve bu insanlar geldikleri yerlere döndüklerinde intibalarıyla geriye döneceklerdi… ve onların bu kanaati de, mensubu oldukları devlet veya kabileye mutlaka tesirli olacaktı. Öyle ise, bu insanların müsbet kanaatlerle teçhiz edilmesi şarttı. Bu da onlara gösterilecek ilgi ve sıcak bir istikbal (karşılama) ile yakından alakalıydı.

    “Dördüncüsü: Efendimizin (S.A.S.) ahlâk ve şemâili Ehl-i Kitap tarafından biliniyordu. Zira bu şemâil onların kitaplarında da mevcuttu. Gelen heyetlerden bir kısmı da bu işin hakikatini araştırmak için geliyordu. Efendimiz (S.A.S.) ise, kendinden emindi.  O, Tevrat ve İncil’de geleceği müjdelenen Peygamberdi. Muhatabın, bunu  yakından görmesi için ona yakın olmasını, mesajının kabulüne vesile sayıyordu. Evet Allah Rasulü, onları yakınına alıyor ve âdetâ, nübüvvetine ait alâmet ve işaretleri görmelerine yardımcı oluyordu ki, bu sayede, şüphe ve tereddütler, O’nun her şeyi paramparça eden o mübarek hal ve tavrına çarpıyor ve delik-deşik oluyordu. Gelenler ekseriyetle önceki kanaatlerini değiştiriyor ve döndükleri yerlerde tebliğ misyonunu edaya hazır hale geliyorlardı.

    “Meselenin günümüze ait yorumu: Evvelâ itiraf etmeliyiz ki, hiç kimse Allah Rasulünün sergilediği bu tavrı ayniyle gerçekleştiremez. Zira hiçbir insanın buna takat ve gücü yetmez. Düşünün ki, O, Kur’an’ın ifadesiyle, dağları tuz-buz edecek azamet ve ağırlıktaki Kur’an’ı omuzlayan insandı. Her iki ayağını da yere öyle sağlam basmıştı ki, hiçbir hadise O’nu sarmıyor ve hiçbir aksi davranış O’nu prensiplerinden vazgeçiremiyordu. Bizlerde, bıkkınlıklar, yılgınlıklar olabilir. Ama O’nun için, böyle zaafları düşünmek bile mümkün değildir. Bu itibarla diyorum ki, ister heyetleri kabulünde gösterdiği sıcak alâka ve ilgiyi, isterse bazı  kimselerin mazideki kusurlarını tamamen unutarak onları kabullenişini bizim aynı ile tatbik ve temsil etmemiz imkansızdır. Ama, yine de aynı şeyleri, gücümüz nisbetinde yapmak mecburiyetindeyiz. Yoksa âlemşümul bir hizmeti, seviyesiz göstermiş, dolayısıyla da bu yüce devaya ihanet etmiş oluruz.

    “Efendimiz (S.A.S.) heyetlerin kabul şeklini ve bu hususta gösterilmesi gereken hassasiyeti, son vasiyetine konu edinmekle de, bu işin önemine ve bu meselenin istikbalde alacağı boyut  ve derinliklerine de  işaret ediyorlardı  ki, bu da yakın-uzak gelecek açısından  çok önemliydi.

    “Zira kendi döneminde henüz Ceziratü’l-Arap dışına çıkılmamıştı. 

    Safvet Senih 
    24 Tem 2019 12:05
    YAZARIN SON YAZILARI