Kaderin fetvası

Safvet Senih

Safvet Senih

07 Eyl 2022 09:19
  • Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin değerli talebelerinden merhum orman mühendisi Ali İhsan Tola ağabeyimiz, Hizmete yapılan dört tecavüzden bahsediyor.

    Birincisi: Üstadımız, Barla’da iken kendi eliyle tamir ettiği Rum Mahallesindeki Muş Mescidini yıktılar. 
    İkincisi: 27 Mayıs 1960 ihtilali oldu, saat 7:30’da radyodan ilan edildi. Beş dakika sonra Barla’ya geldiler, Üstadımızın çınar ağacına çıktığı merdivenleri kırdılar. O zaman Sıddık Süleyman ağlayarak bana geldi. Ben de ‘Niye ağlıyorsun? İnsanlar oraya ayakkabılarıyla çıkmaya başlamışlardı; kaderin fetvası var.’ demiştim. 
    Üçüncüsü: Yine 27 Mayıs İhtilali’nden sonra Üstadımızın kabrine Urfa’daki kabrini kırarak kaçırdılar. 
    Dördüncüsü: Şimdi yapılan ‘Çam ve katran ağaçlarının kesilmesidir. 


    Bir gün hukukçulara ders yaparken, sorular soruldu… Hep adalet hususunda idi. Tam o anda kapı çalındı, ben de hilâf-ı âdet olarak, o geleni içeri aldım. Baktık adamın kolu kesik. Kendisinden helâllik isteyerek, nasıl olduğunu anlatmasını söyledim. Adam dedi ki: ‘Bir kumaş fabrikasında çalışıyordum. Çok kıymetli kumaş geçerken mahsus üstlerine yağ damlatırdım. Sonra onları özürlü diye çok düşük fiyata satışa çıkarırlardı, ben de gider alırdım. İşte bir gün makine kolumu kaptı ve bu hâle getirdi!’ Evet işte böyle kader adâlet etmişti. Ben onların bu hususta sordukları soruya canlı bir cevap bulmuştum. Kesilen ağaçlarda da insanlar hangi hareketleri ile kadere fetva verdirdiler, onu düşünmek lâzım. Belki de bilen bilmeyen geliyordu ve o ağaçlara kutsallık verilmeye başlanmıştı…” Unutmayalım. Hz. Ömer, Hudeybiye’de altında anlaşma yapılan ağaca böyle bir şey izafe edilmeye başlanınca, kestirmişti.

    * * *

    Bayram Yüksel diyor ki, “Üstad Hazretleri ‘Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahü Ekber!’ diye yapılan tesbihatı mutlaka yaptırırdı. Hatta bize ‘Tesbihatınızı yaptınız mı?’ diye sorar. ‘Yapmadık’ dersek, ne kadar acele iş olursa olsun tesbihatı yaptırır, öyle gönderirdi. Diğer uzun tesbihatı acele durumlarda, yolda, arabada da yapılabilir.’ Üstadımız bazı vesilelerle bize sık sık sadakat dersi verirdi.

    * * *

    Sav Köylü Hasan Çavuş diyor ki: “Üstadımız bize derdi ki: ‘Kardeşlerim!  Size kibrit çöpü kadar bir hizmet düşerse, sakın küçük görmeyin, en büyük hizmet olarak kabul edin, ihmâl etmeyin. Sizin şimdiki hizmetleriniz Levh-i Mahfuz’da yazılıyor. Onları, Allah’ın  huzuruna vardıktan sonra göreceksiniz.” 


    Albay Husuli Ağabey diyor ki: “İlk defa Haşir Risalesi, Kur’an harfleriyle tab’edildi. O tab’da, Allah rahmet eylesin, Şamlı Hafız Tevfik’in dediği gibi, Üstad’ın kemerindeki 30 altınını bu işe sarf etmesiyle oldu. Kitapların çoğunu da hediye ederdi.


     “Barla’da Muhacir Hafız Ahmed vardı. O zâtın, misafirleri için küçücük bir odası vardı. Üstad Barla’ya karadan değil, göl tariki ile, motorla geliyor, sâhile çıkıp doğru Muhacir Hafız Ahmed’in o odasına gidiyor. Kendisini kimse tanımıyor. Neyse misafirdir. Zaten Hafız Ahmed’de misafirperver bir zat idi. İftar zamanı yakın… Peynir, zeytin gibi üç-dört parça iftariyelik getirilmiş. Üstad birini alıyor, diğerlerini götür diyor. Yatsıdan sonra Üstad o odada yalnız kalıyor. Hafız Ahmed diyor ki, ‘Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir de baktım, ailem beni dürtüyor!.  Uyanıp baktım ki, ev sallanıyor. ‘Rabbi innî messeniyeddurru ve Ente erhamürrâhimîn’  diyor. Çok gür olarak söylüyor. Evet ev sallanıyor. Hanıma dedim ki, ‘Yatağımızı ayıralım. Allah bizim başımıza bir devlet kuşu kondurdu!’ Üstad beş senelik kirasını peşin olarak vermek suretiyle orada kaldı. Kendisi ile biz de orada görüşmüştük.

    * * *

    Bayram Ağabeyimiz diyor ki: “Üstadımız günlük hayatında bazen hasta olurdu. Normal hastalık bile olsa, bazen ruhu daralır, çok daha fazla hasta olur, ıstırap ve acı çekerdi. Mesela bir gün çok hasta oldu. Bize, ‘Mutlaka çok mühim bir mesele var, araştırın bakalım ne var? Ne gibi havadislerden bahsediliyor?’ dedi.  Biz gittik haberleri öğrendik, bir şey yok. Emirdağ’dayız. Ertesi gün Mehmed Çalışkan Ağabeyin dükkanına vardık ki, ‘Bir haber var!..  Mısır’da Abdünnasır ihtilal yapmış ve İhvân-ı Müslümin’den çok kimseleri öldürtmüş!’ Bakın Üstad bunun ıstırabını hissediyor ve derdini çekiyordu. İslam Âlemiyle çok alâkadardı. Anadolu’da bir Nur Talebesine hücum oldu mu Üstad onu mutlaka hissederdi. (Şimdi aynen M. Fethullah Gülen Hocaefendi de öyle hissediyor!.)

    * * *

    Bilal İslamoğlu, Kastamonu’daki Mehmed Feyzi Ağabeyi anlatıyordu: “1967 veya 1968 yıllarıydı. İctimaî hayat çok karışıktı. Malum sol faaliyetlere artmıştı. Bazı  ağabeyler de ‘Sol bir ihtilal olma ihtimali var, tedbir alalım!’ diyorlardı. Biz yine dört-beş kişi Mehmed Feyzi Ağabeyin ziyaretine gittik. Bize tavsiyesi şu olmuştu: ‘Kardeşlerim! Risale-i Nur inayet altındadır. Hiçbir güç, bu hizmete mâni olamaz. Siz evinizde, eğer sivri uçlu bıçaklar varsa, onların uçlarını yuvarlayıverin ve hizmetinize devam edin.’ buyurdular.”

    * * *

    Mustafa Sungur Ağabey “1954 senesinde Üstad bizi Barla’nın güney doğusuna götürdü. O vadi ve bahçelerde bize dedi ki:30 sene evvel aynı bu badem ağaçlarının çiçek açtığı mevsimde burada ‘Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Bunu yapan elbette ölüleri diriltecektir. O her şeye kâdirdir.” (Rum Suresi,  50. Âyetini) günde kırk defa okudum. Birden o âyetin mânâsı bana açıldı. Haşir Risalesi böylece telif edildi.





    07 Eyl 2022 09:19
    YAZARIN SON YAZILARI