İhlas her şeyin önündedir

Safvet Senih

Safvet Senih

20 Eyl 2018 09:01
  • Denizli’de Berber Mehmet Ağabeyle tanışmıştık. Risale-i Nurları tanıyınca, içindeki hakikatları bütün insanlığa duyurmak aşk ve şevkini kalbinde duymuş. Onun için, herkese “İmana dair sorular mevzuunda istediğiniz soruyu yazıp şuraya koyun” diye ilan etmiş. Evinin kapısına koyduğu bir kutuya / torbaya bu soruların atılmasını istemiş. Sonra cevapları da yazıp oraya  koyuyormuş. O günlerde Denizli Kabristanında bulunan evliya bir zâtın türbesinin harap olduğunu görmüş. İki arkadaşıyla beraber bunu tamir edelim, demişler. Bu arkadaşlarından birisi Zafer Gazozlarının sahibi, birisi de marangoz imiş… Tamirden sonra Berber Mehmet bir gece, rüyasında bu evliyayı görmüş. Yanında o iki arkadaşı da bulunuyormuş. O zât bunlara, “Gelin bakalım Mehdinin talebeleri. Şöyle bir dizilin; sizi yarıştıracağım” demiş. Bunlar, onun verdiği işaretle harekete başlamışlar ama marangoz yerinde çakılıp kalmış. İkisi koşuşturmuşlar. Berber Mehmet birinci, öbürü ikinci gelmiş. Ama o bir de secde etmiş. Onun için o veli zat Mehmet Berber’e “Gerçi sen önde görünüyorsun ama arkadaşın ihlasta senin önünde…” demiş. Marangoza da “Sen eski kötü haline dönecek ve maalesef yerinde sayacaksın.” demiş. Gerçekten o öyle kalmış. Mehmet Berber Ağabeyin ifadesiyle öbür ağabeyimiz de gerçekten ihlasta öncülüğü korumuş. Bunu, başka arkadaşlarımızdan da duydum…
    * * *
    Bir tatil sırasında tenezzühe çıkmıştık. On Birinci Lem’a’dan Dördüncü Nükte’yi okuyorduk: “İkincisi; küre-i arz mezaristanında, nev’-i beşerin hayatı ile alâkadar çeşit çeşit canlı varlıkların hepsinin mâzi mezarına gömülen büyük cenazenin başında bulunan, mezar taşı olan bu asrın yüzünde çabuk silinecek bir nokta ve çabuk ölecek  bir karıncayım” bölümünü bitirdik, İzmir’den telaşla birisi geldi ve Yeni Asya gazetesi başyazarı Mustafa Nezihî Polat’ın vefat etmiş olduğunu haber verdi…
    * * *
    Abdurrahman Cerrahoğlu Ağabeyimiz, aslen Burdur’ludur. Prof. Dr. Mehmet Hatipoğlu’nun babasının talebesidir. Sonra İzmir’e gelip kitapçılık yapmıştır. Okumaya çok meraklı olan Cerrahoğlu, bir gün tanıdığı birisinin elinde bir Risale-i Nur kitabı görür, hoşuna gider, okumak ister, fakat nedense bu kitabı kendisine vermez. Bu duruma çok üzülür. Zaten kendisi Uşşâkî tarikatına müntesipti. Şeyhi de çok âlim bir zattır. Her gün beş saattan aşağı mütalaada bulunmaktan kendini alamayan gayret eden bir okuma aşığıdır. Gördüğü bir rüyayı  şeyh efendiye anlatır. O, rüyayı tabir edip, “Sana Ehl-i Beyt’ten büyük hayır gelecek!..’  diye yorumlar. Bir gün kitapçı dükkanına birisi gelip “Bu günlerde  polisler çok sıkıştırıyorlar! Şu kitapları dükkanında saklayabilir misin? Sen kitapçısın zaten, dikkat çekmezsin.” der. Ağabey bir de bakar ki, bu kitaplar Risalelerdir. Gökte ararken, yerde bulmuştur. Hemen okumaya koyulur. Sonra da Üstad Hazretlerine bir mektup yazar. Daha sonra ziyaretine gider. Üstad da kendisine çok iltifat eder. Bir ara, “O, Ehl-i Beyt’ten hayır göreceğin kişi benim… Sen şeyhinden ayrılma ama Risale-i Nurları okumaya devam et.” der. Üstadın bu sözlerinden sonra birden bire Abdurrahman Cerrahoğlu Ağabey rüyasını ve şeyhinin yorumunu hatırlar.
    Bu  ağabeyimiz, Risaleleri teksir makinesiyle ilk defa çoğaltanlardandır. Bunun için de yine Üstadın övgülerine mazhar olur. Meşhur  alkolsüz cerrol mürekkeplerini de işte bu teksir işinden sonra yapmaya başlar. “Bir gün içime müthiş bir sıkıntı bastı… Ne kadar teksir sayfası varsa hepsini makine ile beraber sakladım. Arkasından evimi bastılar ama bir şey bulamadılar.” demişti. Bir ara böbreğindeki taş yüzünden büyük bir rahatsızlık geçirir. Arkadaşları “Niye Risale sohbetlerine gelmiyorsun artık?’ diye dokundururlar. Üzülür. Bunun üzerine rüyasında, Üstad’ı görür. Bütün cemaat de oradadır. Bazıları, “Üstadım Abdurrahman pek derslere gelmiyor” diye şikayet eder… O da “Üstadım, rahatsızım… Ben de taş var. Bir türlü düşmüyor.” der.  Üstad, “Nerende?” der. Sonra Üstad elini, onun gösterdiği yere “Bismillah!..” diyerek koyar ve hemen taş düşer. Uyanır bakar gerçekten taş düşmüştür. Hemen kocaman bir parçadır. Tıp Fakültesindeki Doçent olan yeğenine götürür. Bütün gören doktorlar hayret ederler, inanamazlar!.. 
    Bir arkadaşımızın dedesinin vefatı münasebetiyle kabristan’a gitmiştik. Orada Abdurrahman Cerrahoğlu Ağabeyle karşılaştık. Defin işlemlerinden sonra beni alıp bir mezarın başına götürdü: “Bu benim  annemin mezarı… O benden daha heyecanlı idi… Risale-i Nurları okur sonra bana ‘Oğlum siz nasıl erkeksiniz? Niye gidip Üstadın dizinin dibinde hizmet etmiyorsunuz. Ah ben bir erkek olsaydım, Üstad’dan hiç ayrılmazdım!..’ derdi. Bir ziyaretim sırasında, hiç bunlardan bahsetmediğim halde Üstad bana,  ‘Abdurrahman, annen bizi çok meşgul ediyor!..  Selâm söyle, onu büyük talebelerim arasında talebeliğe kabul ettim.’ dedi. 
    Üstad Hazretleri, ihlasta birinciliği hep koruyan Hulusî Ağabeyimize yazdığı bir mektupta diyor ki: “Sana Nokta Risalesini gönderiyorum. Acibtir ki, Eski Said’in  kuvvet-i İLMİ  ile, nazar-ı AKLI  ile anladığı ve gördüğü hakikatları, senin kardeşin (Yeni Said), şuhûd-u KALBİ ile nur-u VİCDANI  ile gördüklerine TEVÂFUK ediyor. Yalnız nazı cihetlerde noksan  kalmıştır ki, Yirmi Dokuzuncu Söz’de tekmil edilmiş… Bilhassa âhirdeki Remizli Nükte ve Remizli Nüktenin Sırrı beyanında, çok hakikatlar, Nokta Risalesinde yoktur. Yirmi Dokuzuncu Söz’de vardır. Fakat birbirinden çok uzak bu iki Said’in AKLI’nın ve KALBİ’nin bu derece ittifakı acîbtir.”  (Barla Lahikası, 262)  
    Bu hakikatlardan biz de elden geldiğince istifade etmeye bakalım… 




    20 Eyl 2018 09:01
    YAZARIN SON YAZILARI