Hizmet Hareketi, diğer tarikat ve cemaatler, AK Parti (2)

Numan Yılmaz Yiğit

Numan Yılmaz Yiğit

29 Nis 2022 19:16
  • Bir önceki yazı da kısaca AKP ile cemaat ve tarikatların, Fethullah Gülen Hocaefendi, Hizmet ve Hizmet insanı ile diğer tarikat ve cemaatlerin münasebetlerine değinerek, Hizmet düşüncesinin, kim olursa olsun Allah (cc) yolunda hizmet etmeye gayret gösteren kişi, tarikat veya cemaatlere bakışlarını aynı zamanda fiilî davranışlarını ifade etmeye çalışmıştık. Tabi ki diyalog, birlik beraberlik, kaynaşma adına diğer tarikat ve cemaatlerle yapılan çalışmalar bir önceki yazıda anlatıldığı kadarıyla sınırlı değildi. Bunlar bir fikir vermesi için, ilk etapta hemen akla gelen hususlardı. Bunlara temas etmemizin sebebi; Hizmet ve Hizmet insanının diğer cemaat ve tarikatlarla gerek diyalog gerek aradaki mesafeyi açmamak, kardeşlik duygularını pekiştirmek, gerekse de birbirlerinden istifade etmek adına gösterdiği çaba ve gayretlere kısa da olsa işaret etmektir.


    Tarikat ve cemaatlerin Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ve Hizmete yaklaşımları


    Pekâlâ Fethullah Gülen Hocaefendi ve hizmet insanının diğer cemaat ve tarikatlarla ortak bir noktada buluşma, aradaki ihtilafları azaltma, ortak projeler geliştirme adına attığı bunca adıma mukabil, cemaat ve tarikat camiası acaba neler yapmış, ne gibi adımları atmıştır? Bütün bunlara nasıl mukabele de bulunmuştur? Şunu esefle ifade etmek gerekir ki 15 Temmuz’dan önce de -bir kaç zat müstesna- cemaat ve tarikatların hizmet hareketinin bu yaklaşımlarına karşı ciddi bir çaba, alaka gösterdiklerinden bahsetmek zordur. 


    Bu 15 Temmuz fitnesinden önce, hizmet insanının diğer cemaat ve tarikatlara karşı böyle bir safiyeti vardı. Sonrasında ise bazı tarikat ve cemaatlerin hatta ekseri Risale Nur okuyanların bile hizmete karşı aldıkları tavır hizmete gönül verenlerin bu safiyetini oldukça zorladı. Hocaefendi, onların düştükleri bu durum karşısında, hayret, üzüntü ve şaşkınlığını gizleyemese de yine de ilkeli davrandı ve aleyhlerinde konuşmadı. Ders sohbet ve yazılarında, 15 Temmuz sonrası yapılan yanlışlara temas etse de meseleyi olaylar ve vasıflar üzerinden ifade ederek, her şeye rağmen isim, unvan vermekten kaçındı. 


    15 Temmuz fitnesi olduğunda sanki böyle bir fırsatı beklermişçesine hareket edenler olduğu gibi hatta sonradan bu planın bir parçası içinde olduğu anlaşılan sözüm ona bazı cemaat ve tarikatlarda vardı. Meydan meydan dolaşan, kanal kanal konuşan, halkı iğfal eden güruha, severek ve isteyerek destek veren, şaşılacak derecede, içi kin, nefret, öfke ve haset dolu insanlar türedi her yerden. Onların bu tutumları darbe oyununu kuran zalimleri, diğer destekçilerden daha çok cesaretlendirdi. Kendilerine hazırlanmış kurmaca bilgilere hemen inandılar. Her birerlerini, farklı yollarla markaja almış olan, bu oyun kurucuların planlarını fark edemediler. 


    AKP’den gördükleri desteklerle kendilerini minnet altında hisseden, itiraz ettiklerinde, kendilerine sunulan imkânların kesileceğinden endişe eden, korku damarına yenik düşen cemaat ve tarikat önderleri de bu haksızlık ve zulümlere seyirci kalmayı tercih ettiler. Hatırı sayılır bir kısmı da Hizmet Hareketi, 15 Temmuz darbe komplosunun faili olmadığını defaatle ifade etmesine rağmen, hizmet insanına değil de, maalesef bu büyük oyunu kuranlara inanmayı tercih ettiler. 


    Cemaat ve tarikatlar yangına körükle gitmeyebilirlerdi


    Oysaki, Hizmet insanının böyle zor bir zamanında, hiç olmazsa, o cemaat ve tarikatlar yangına körükle gitmeyebilirlerdi. “Biz bu insanları tanıyoruz, durun bir bakalım, bekleyelim, meseleyi bir araştıralım, bir de kendilerine soralım’’ diyebilirlerdi. Muhalfarz anlatılanlar doğru olsa da, “Durun sapla samanı karıştırmayın, suçun şahsiliği çok önemli, bu, dini, hukuki bir prensiptir, kimse kimsenin günahı ile suçlanamaz, suç kiminse o cezalandırılmalı” demek suretiyle bu zulmü yapan insanlara daha adil, daha itidalli olmayı tavsiye edebilirlerdi, hâlâ edebilirler. 


    ‘’Savaşta bile yaşlılara, kadın ve çocuklara dokunulmaz, bu kadar da olmaz, bu haddi aşmadır” demek suretiyle zulme mâni olabilirlerdi. Mümine yakışan teenni ile hareket etmek ise, toz duman yatışıncaya, hakikat tam ortaya çıkıp anlaşılıncaya kadar en azından ‘’sükût’’ edebilirlerdi. Veyahut da birkaç vefalı dostun yaptığı gibi, güçlü bir şekilde ‘’bu yapılanları tasvip etmiyoruz, bu yapılanların dinde imanda, kardeşlikte, insanlıkta, vefada yeri yoktur” diyerek zalimin direncini kırabilirlerdi. 


    Türkiye de hâlâ binlerce masum insan; yaşlısı kadını, çocuğu, iş adamı, KHK ile işinden atılarak tutuklanmış memuru, medyacısı ile, hâlâ hapishanelerde ciddi mağduriyetler yaşanıyor. Onlara bunları yaşatanlardan bir kısmı, çok iyi biliniyor ki 15 Temmuz sonrası bu tarikat ve cemaatlerde yetişmiş, adalet ve emniyet kadrolarına yerleştirilmiş cemaat, tarikat mensubu insanlar. Bu insanların, Hizmet insanı ile ilgili davalarda, hukuki kararlarında, hukuk ve vicdanları ile baş başa bırakılmadığı da maalesef bilinen bir gerçek. Fakat bir de bu zulüm ve hukuksuzluğu ‘’cihat’’ gibi algılayarak, dönen oyunun farkında olan ve isteyerek, bilerek, inanmış yüzlerce insana müebbet, on binlerce insana yıllarca hapis verenler yok mu? ‘Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah'la bu beddua arasında perde mevcut değildir." [Buhari, Zekât 1) On binlerce mazlumun ahı, cemaat ve tarikat mensubu olup da hak ve hukuktan uzaklaşan bu militan emir kullarının yakasını hem dünyada hem de ahirette bırakmayacaktır. 


    Vakit geçmiş değil 


    Kimseden bir şey dilenmek niyeti ile değil, gerçek kardeşliğin gereği olarak bütün bu olup bitenlere rağmen yine de doğruları hatırlatmak da yarar olduğu muhakkaktır. Olur ki birilerinin insafa gelmesine vesile olur. Öncelikle mümine yakışan vefalı olmaktır. İyi günde beraber olduğunuz insanları zor zamanlarında, -gücünüz yettiği nispette- yalnız bırakmamak müminlik karakterinin gereğidir. 


    Hizmet insanı bir komploya maruz kalmış ve suçlu ilan edilerek kendisini savunma hakları elinden alınmıştır. Onlar bilerek herhangi bir kimseye zarar verecek insanlar değildir. 15 Temmuz da şehit edilenler bu komployu planlayanların eseridir. Onları birer terörist gibi görüp, masum ve mazlum olan bu insanlara sözlü, fiili, icrai zulüm ve haksızlık etmek Müslümanlığa halel getiren bir kul hakkıdır. Gerçek Müslüman, hadisin ifadesiyle "(İyi) Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kişidir. (Asıl) muhacir de Allah'ın yasakladıklarını terk edendir." (Buhari, İman 4) 


    Onun için bir an evvel Allah’ın yasakladığı zulüm, haksızlık-hukuksuzluktan, emrettiği adalete, şefkat ve merhamete yönelmelidir. Bu haksızlık ve zulümleri yapanların, taraftarı olduğunuz cemaat, tarikat veya partinin kadroları olması hakkı söylemeye engel değildir.’’ Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın) Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Nisâ :4/ 135) 


    Kanaat önderlerine, cemaat ve tarikat liderlerine, gerçek ulemaya düşen artık haddini aşan bu zulüm karşısında zalime yardımcı olmalarıdır. Evet yanlış anlamadınız, zalime yardımcı olmalıdırlar. Bu ne demektir? Hz Muhammed Mustafa (SAS) “Din kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et." Bir adam:-Ya Rasulullah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse ona nasıl yardım edeyim, söyler misin? dedi. Peygamberimiz: "Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir" buyurdu. (Buhari, Mezalim 4) Bu, eğer zalim, arkadaşınız, dostunuz, din kardeşiniz, sevdiğiniz biri ise bazen elinden tutarak bazen ona tesir edecek bir söz veya nasihatle, bazen de zulmüne dayanak yaptığı imkânları elinden alarak öncelikle mazlumu onun zararından korumak, sonra da yine onun ıslahı ve ahiretini berbat etmemesi adına ona yardımcı olmak demektir. Zalimden ve zulümden korkmadan hakkı söylemekten çekinmemek, zor olsa da bir müminlik vazifesidir. “Sizden birinin herhangi bir kimseden duyduğu korku, hakkı söylemesine veya yapmasına engel olmasın!” (Tirmizi, Fiten, 26) 


    Bu vazife başta ulemaya, cemaat ve tarikatların kanaat önderlerine düşmektedir. İlmiyle amel eden gerçek alimler birtakım menfaatler (mevki-makam, ilgi-alaka, beğenilme-takdir toplama, tarafgirlik) karşılığında zulme ve haksızlığa zemin hazırlayacak fetvalarla zalime destek olan sözde alimlere gerek nasihat gerekse de ilmi olarak cevap vererek ‘’dur ‘’demeleri bulundukları konumun gereği değil midir? Tevrat ve İncil’i bilen alimler hakkında nazil olan, “Bari onların mürşitleri ve fakihleri onların günah olan şeyler söylemelerini ve (rüşvet karşılığında Allah’ın hükümleri değiştirmek suretiyle) haram yemelerini önleselerdi ya! Ama heyhât! Bunların yaptıkları da ayrıca bir çirkin! ” (el-Mâide, 63) ayetinin muhtevası, bu ayet her ne kadar onlar hakkında nazil olmuş olsa da Kur’an’ı Kerim’e muhatap olan müminlere de bir mesaj içermekte olduğu muhakkaktır. 


    Zulüm ve haksızlıklar devam ettiği sürece bir ülke de taşlar yerine oturmayacağı gibi sosyoekonomik- kültürel problemlerde, doğru çözümlere ulaşmak asla mümkün olmayacaktır. ’’ “Allah zâlim bir toplumu hidayete erdirmez.” (Bakara sûresi, 2/258) Çünkü adalet dengeli ve ölçülü olmak, her şeyin yerli yerine oturtulması demek ise zulüm, bunun zıddıdır, kaostur. 


    Bayrama yakınlaştığımız şu mübarek rahmet ayı Ramazan’da yeryüzünde ne kadar mazlum, mağdur insan varsa onlar için Allah’tan bir çıkış yolu lütfetmesini niyaz ederiz.

    29 Nis 2022 19:16
    YAZARIN SON YAZILARI