İslam-devlet ilişkisini yeniden düşünmek-2

Mevlüt Karakaplan

Mevlüt Karakaplan

18 Mar 2019 12:31
  • İSLAMIN AMACI VE DEVLETİN MAHİYETİ

    ''Ayrıca “devlet” dediğimiz şey insanların bir araya gelerek temel haklarını ve hürriyetlerini muhafaza, adalet ve barışı temin için oluşturdukları sistemin adıdır. Devlet bizatihi maksat değil, insanların her iki cihanda mutluluğa ulaşması için yardımcı bir araçtır. O sistemi oluşturan insanlar bir takım temel inançlar ve değerleri ne ölçüde benimsemişlerse devlet de o ölçüde o inanç ve değerlere yakındır. Dolayısıyla İslami devlet tabiri kendi içinde çelişkilidir. İslam’da ruhban sınıfı olmadığı için teokrasi de İslam’ın ruhuna yabancıdır. İnsanlar arasında bir sosyal kontratın neticesi olan devlet nihayetinde insanlardan müteşekkildir; “İslami” veya “kutsal” olamaz'' .

    Bu ifadeler 25.02.2019 da Le Monde'de yayınlanan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin makalesinden. Konuya bu ifade ile başlamamın sebebi, İslam toplumlarında din-devlet ilişkisindeki problemleri anlayabilmemiz için önemli bazı kavramları içeriyor olmasıdır. Mesela ''İslam devleti'' tabiri konuyu çözümlemek açısından önemli bir kavramdır. Bir önceki yazıda tarihsel süreç içerisinde oluşan algı yanılgısının sebeplerini sıralamış, bu sebeplerin her birisi kendi içinde uzun bilgilendirme ve açıklama gerektirdiği için gelecek yazılarda bu konuları ele alacağımızı ifade etmiştik. İşte bu sebeplerin anlaşılması için öncelikle bazı kavram ve içeriklerin net bir şekilde ifade edilmesi gerekir. 

    Meseleyi daha en başından, yani İslam’ın ne olduğu konusunda, küçük bir soru ve cevapla izah etmeye çalışalım; İslam nedir ve neyi amaçlar? 

    İslam, Hz Peygamber'in ilettiği, yüce Allah’ın tüm varlığı yarattığı ve yarattığı insanların da onu bilip, O'na kulluk edip O'nun istediği doğrultuda yaşama, bilmeyenlere ise O'nu anlatma; bu doğrultudaki davranışların ödüllendirilip bunun aksinin ise cezalandırılacağı bilgisine insanların inanması ve bu doğrultuda yaşanılması arzu edilen bir dindir. Bu durumda İslam'ın amaçladığı tek şey bütün insanların (ferd ferd) Allah’ı bilip Allah’ın istediği şekilde yaşamaları ve bunu hür iradeleriyle yapmaları; dolayısı ile öldükten sonra kendilerini bekleyen cezadan kurtulmalarıdır. Anlaşılacağı üzere ancak insanlar hür iradelerini hür bir şekilde kullanabilir, Allah’a inanabilir ve yine ancak insanlar öldükten sonra bu inancın hesap ve sorgusuna maruz kalabilirler. Bu sebeple kurumlar, kuruluşlar, tüzel kişilikler bunu yapamazlar. Çünkü hepsi de insan eliyle oluşturulmuş oluşumlardır ve hepsi de ancak insanın var olması şartı ile var olabilirler. Devlet de bu oluşumlardan sadece bir tanesidir. 

    Aynı şekilde devletin tanımı ve amacını belirtecek olursak; devlet, insanların tarihin sonraki dönemlerinde daha çok güvenlik endişesinden dolayı bir araya gelerek kendi içlerindeki düzeni sağlasın diye yetki ve haklarının bir kısmını devrettikleri, arzuladıkları bu düzen ve güvenliği sağlaması için de kendisinden adilane yararlanmak istedikleri bir oluşumdur. Dolayısıyla Yaratıcının emir ve dokunmasıyla değil, insanların kendi iradeleriyle var ettikleri bir oluşumdur devlet. Tıpkı kültür gibi, tıpkı gelenek ve görenekler gibi sonradan insanın kendisinin icat ettiği bir sistemdir. 

    Bu çerçeveden yola çıkarsak, İslam’ın amacı tamamen evrenseldir. Yani tüm insanları kucaklayarak onları Allah'a inanmaya davet eder. Devlet ise tek bir yönetimden oluşan ve hatta mümkünse tek tip insan modeli arzu eden bir oluşumdur. İslam'ın tek gayesi vardır, o da insanların Allah ile tanıştırılması;  devletin ise öncelikli gayesi ve refleksi, devletin muhafazası ve devamlılığını sağlamaktır. İslam insanı tamamen kendi hür iradesine bırakır; devlet ise koyduğu prensiplere herkesin uymasını zorunlu kılar. İslam insanı hedef alır, kişi ile ilgilenir; devlet ise kurumsal ve toptancı hareket eder. İslam kendisine inanmayanın cezasını ileriye, yani Ahirete bırakır; devlet ise kendisine karşı geleni hemen cezalandırır. İslam vahiy ile gelmiştir ve ilahi kaynaklıdır; devlet ise insan eliyle oluşturulmuş ve tamamen dünyevidir. İslam Tüm zamanlara ve tüm coğrafyalara hitap eder, amacı aynıdır; devletin ise meydana geldiği zamana ve coğrafyaya göre hem içeriği ve hem de şekli değişir, değişmek zorundadır. 

    Tüm bu kıyaslamalardan da anlaşılacağı üzere, devlete dini bir özellik atfetmek, ancak dinin amacında devlet kurmak gibi bir amacın mevcudiyeti ile mümkün olabilir. Oysa bu konuda ise işin esası şudur: Kuran'da, devlet yönetimi ile ilgili hiçbir ize rastlanmaz. Kur’an, devlet başkanı olarak sadece iki peygamberden söz eder; Hz Davut ve Hz Süleyman. Oysa ulu'l-azm (büyük) peygamberlerin hiçbirisi ne bir devlet kurmak gaye edinmiş, ne de bir devlet sistemi iddiasında bulunmuştur. Üstelik hem Hz Davut ve hem de Hz Süleyman ulu'l-azm peygamberlerden olarak zikredilmezler. Hadislerde ise devlet meselelerine pek az değinilmiştir, o da zorunlu olarak. Hz peygamberin Mekke'de iken ve elinde imkan varken, yani yönetime geçebilecekken, böyle bir işe girişmeyip, insanlara tek tek inandığı şeyi anlatmak suretiyle işe başlaması, devlet meselesinin İslam'ın esası bakımından nasıl ''detay'' bir konu olduğunu göstermesi için yeterlidir. Zaten eğer İslam bir ''İslam devleti'' hedefi göstermiş olsaydı, dünyadaki tüm insanları tek tip insan modeline sokmaya çalışmış olurdu. Bu durumda da “(...) Birbirinizi tanıyasınız ve tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık (...)”(Hücurat-13) ayetinin karşılığı olmazdı. Bilindiği gibi bu tutum ise imtihan sırrına aykırı bir durum teşkil ederdi.

    Dolayısı ile Siyaset ve devlet olgusu İslam'la birlikte doğmuş ve yeryüzüne dağılmış değildir. Devlet ve insanların bir araya gelmeleri ve organizasyon kurmaları fıtri bir olaydır. İslam burada ne fıtri bir bidat getirmiş, ne de fıtri olanı (devleti) inkâr etmiştir.

    İslam'ın devlet konusunda yaptığı tek şey, devlete ve devlet kurumlarına, yine bireyler üzerinden, yani müslüman olma iddiasındaki kişiler üzerinden bir ''İslamilik'' boyası çalmak olmuştur.  Daha açık ifade edecek olursak, İslam, devletin sadece vasıflarıyla ilgilenmiş, bunu da insan haklarının korunması; mesela canın korunması, malın korunması, ırzın korunması, inanç hürriyetinin sağlandığı bir ortamın teşekkülü maksadı ile yapmıştır. Bu sebeple Süleyman Uludağ'ın da belirttiği gibi Kur'an siyasal olarak okunmaya müsait bir kitap değildir. Bu bakış açısı ilk defa çoğunluğunu Şia ekollerin oluşturduğu çeşitli hiziplerin Kuran'ı ve hadisleri siyasal olarak okumaya girişmeleri neticesinde oluşmaya başladı. Bu hizipler sonraları peyder pey geliştirdikleri bütün siyasal teori ve düşünceleri, Kuranda varmış gibi Kurandan çıkarılmış gibi sunmuşlar, hadisler konusunda ise konuyla ilgili birçok kaynağı belirsiz hadis olduğu iddiasında bulundukları sözler öne sürerek daha rahat hareket etmişlerdir.

    Tarihsel süreç içerisinde devlet kavramının ulaştığı anlam değişliği ve günümüzdeki devlet dediğimiz, ama maalesef aslında kutsal bir oluşumu kastettiğimiz bu siyasal oluşum, İslam toplumlarının yol ararken ve yoldayken ulaştığı neticedir. Bu netice dolayısıyla bugün İslam dünyasında, despotlar hâkimiyeti ellerinde bulundurmakta, bu diktatörler devlet ve siyaseti müslümanların en temel ve gerekli mevzusu imiş gibi sunmakta ve yine İslam toplumlarının gözünü açıp ilerlemelerine engel olarak çok daha gerekli konularla ilgilenmelerinin önlemektedir. Ve sonuçta Yaratıcı ile olan münasebetleriyle ilgilenmek yerine, günümüzde olduğu gibi tamamen politize olmuş kitleler meydana gelmektedir. Oysa Ali Şeriati ne de güzel ifade eder bu durumu; 'Yolda kaybolmak yolu kaybetmekten daha kötüdür. Siyasete ve dolayısı ile devlet merkezli anlayışa indirgenmiş dini anlayışın durumu tam olarak budur. Dindar toplumlarda görülen rahatsızlıkların tümü, dinin ruh ve yön değiştirmesi ve sonuçta sahip olduğu rolün değişmesi nedeniyledir… 

    Not: Gelecek yazıda İslam'ın başlangıcında devletin ortaya çıkısı ve hilafetin yerleşmesi mevzusuna değineceğiz.
    Mevlüt KARAKAPLAN 
     @mevlutkk13
    18 Mar 2019 12:31
    YAZARIN SON YAZILARI