İslam-devlet ilişkisini yeniden düşünmek-1

Mevlüt Karakaplan

Mevlüt Karakaplan

12 Mar 2019 12:37
  • Türkiye'deki mevcut iktidarın sapıtarak hızlı adımlarla demokrasiden uzaklaşmaya başlaması ve mel'un 15 Temmuz hadisesinden sonra Türkiye'de yaşanan büyük acılar, bu ülkedeki birçok insanın devlet ile ilgili fikir ve düşüncelerini yeniden gözden geçirmesine sebep oldu.  Özellikle de ''söz konusu vatansa gerisi teferruattır'' düşüncesine sahip ve aynı zamanda bu sürecin de mağdur ve zedeleri olan epey insan, gördüğüm kadarıyla bu sorgulamayı pek gerekli görüyor artık. 

    Zaten esasında, maalesef İslam toplumlarında devlet-birey ilişkisi ve toplumun-devlet telakkisi bu açıdan bakıldığında hep problemli olagelmiştir. Üstelik bu durum Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca da farklılık göstermeden aynı şekilde devam eder. Örneğin, dünya görüşü ne olursa olsun Türkiye'de her kesimden görüşe ait insan; ister muhalif olsun, ister taraftar, ister marjinal ve uçlarda olsun ister muhafazakar, tüm kesimlerin devlet görüşü üç aşağı beş yukarı birbirine yakındır: Devlet kutsaldır, her şey devlet içindir, en önce devlet gelir. Dolayısıyla gerçekleştirilen her davranış öncelikle devletin menfaati için yapılmalıdır. Fakat çok ilginçtir ki, devleti bu kadar önemseyip öncelemesine rağmen ve üstelik bu düşüncenin gerekliliğine canı gönülden inanıp bu hassasiyeti yaşamaya çalışmasına rağmen, toplumun çoğu devletten aynı sopayı yemiş ve devlet tarafından benzer bir sona uğratılmıştır. İster sağcı olsun ister solcu, ister muhafazakâr olsun ister yenilikçi, ister dindar olsun ister seküler; her kesimin maruz kaldığı muamele netice itibariyle aynı olmuştur.

    Nihayet devleti kutsayan ve devleti insanın çok üstünde tutan, insanı ''devleti yaşatmak için yaşaması gereken bir varlık'' statüsüne indirgeyen bu bakış açısı artık değişime uğrayacağı emareleri gösteriyor. Çünkü yaklaşık 3 yıldır Türkiye'de, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde örneği görülmemiş büyük bir ''sosyal soykırım'' ve büyük bir zulüm gerçekleşiyor. Maalesef ne acıdır ki bu zulüm bizzat devletin eliyle gerçekleşmekte. Bu mezalime maruz kalanların büyük çoğunluğunu ise Hizmet Hareketi mensupları oluşturuyor. Gerçi mevcut siyasal iktidara muhalif herkes aynı tokadı tadıp aynı akıbete bir şekilde uğruyor.

    Ama yukarıda kastettiğim devlet algısındaki değişme sebebiyet teşkil eden asıl faktör, bu değişim fikrine sahip kesimi, yani devlet algısındaki tutumun değişmesi gerektiği fikrini taşıyan kesimi, büyük çoğunluğu itibari ile Hizmet Hareketi mensubu insanların oluşturuyor olmasıdır. Çünkü tüm İslam tarihi boyunca devletler güç ve meşruiyetlerini çoğunlukla dine ve dolayısı ile dindar insanlara yaslayarak muhafaza edip geliştirdi. Yakın tarihteki örneklerden de anlaşılacağı üzere Türkiye'de 1950'lerde, 1960'larda, 1980'lerde yaşanan olaylar ve topluma yaşatılan onca acıya rağmen, devletin bu konudaki endişesiz ve rahat tavrının asıl sebebi, özellikle muhafazakâr kesimin devlete olan ''devletçi'' bakış açısından emin olmasıdır. Çünkü tüm bu yaşatılanlara rağmen Türkiye toplumunun çoğunluğunu oluşturan dindar ve muhafazakâr kesimde devlete karşı olan bakış açısı hiç değişmemiş, bilakis ulus ve devlete dair yüceltici bakış açısı daha da güçlenmiştir. Oysa şu anda, ilk defa bu kesime ait bir topluluk (ki sayısı, etkinliği ve eğitim seviyesini gerçekten dikkate almak gerekir), topluluk şeklinde, mevcut devlet algısının yanlış olduğunu düşünüyor, bu konudaki düşüncelerini yeniden ele alıyor ve devletin konumunu, devletin gücünü, devletin meşruiyetini ve devletin gücünün sınırlarını sorgulama ihtiyacı hissediyor. 

    Bu durum geleceğin dünyasında demokrasi ve insan haklarının gelişimi adına ümit verici bir tutumdur. Tabi bu ifadelerden Hizmet Hareketinin sadece devletin emrinde ve devletin amaçlarını gerçekleştirmek üzere, her şeye rağmen devleti asla sorgulamayan bir oluşum olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Ama neticede Hizmet'i oluşturan kitlenin, Türkiye'deki muhafazakâr kesimin bir kısmını oluşturduğu gerçeği de gözden kaçırılmamalıdır.

    Evet, nihayet devletin insanın üstünde kutsal bir varlık ve Tanrı tarafından oluşturulmuş bir oluşum olarak algılanması fikri yavaş yavaş değişiyor.  Devletin, insanların kendi eliyle oluşturduğu, yine insanların kendi huzur, mutluluk, güven ve düzenini temin etmek üzere yetkilerinin bir kısmını oluşturduğu bu organizasyona devrettiği ve eğer bu maksatları sağlayamazsa devredilen yetkilerin sonuna kadar sorgulanabilmesi gerektiği düşüncesinin gerçekten konuşulup tartışılabileceği bir demdeyiz. Ama bu sorgulamaları yaparken anarşizme varan çıkarımlar elde edildiği gibi, muhafazakâr bir tutum sergilenerek mevcut problemlerin kaynağını sadece mevcut iktidar ve mevcut halkı göstererek, problemi burada kapatma eğiliminde olan görüşler de ortaya çıkabiliyor. Fakat çıkarılan sonuçlar her ne olursa olsun, bu irdelemeler yapılırken yapıcı bir sonucun elde edilmesi, sürekli olarak birilerini suçlayıcı tavırlar sergilemekten kaçınmakla ve temel kaynaklara(Kur'an ve sünnet) objektif şekilde bağlı kalmakla mümkün olabilir. 

    Olaya bu açıdan baktığımızda Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 25.02.2019 tarihinde Le Monde gazetesinde yayınlanan makalesi gerçek bir manifesto niteliğindeydi. Çünkü İslam’da devlet ve siyaset konularında az buçuk mürekkep yalamış herkes bilir ki; İslam devlet felsefesi çalışmalarının hiçbirinde bu seviye ve önemde orijinal tespitlere rastlamak zordur maalesef. Üstelik bu konuda yapılan çalışma ve tartışmalardaki kısır döngü günümüzdeki mevcut İslam -demokrasi münasebetini de sürekli çıkmazda bırakmaktadır. 

    Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bu orijinal tespitleri üzerinde yazıyı daha çok uzatmamak için gelecek yazılarda yeri geldikçe duracağım. Ama şimdi kısaca İslam toplumlarında din-devlet telakkisindeki yanılgının sebebini maddeler halinde kısaca sıralamakta fayda var. 

    Tarihsel süreç içerisinde İslam toplumlarında oluşmuş din-devlet algısındaki sapmanın sebeplerini kısmen şu şekilde sıralayabiliriz: 

    1) Toplumsal olaylardaki gidişat; ortaya çıkan çok sayıda uç ve marjinal fikirlerden dolayı oluşan fitne ortamı 
    2) iktidar meyli ve mücadeleleri; iktidar ve otorite meşruiyetini sağlama gayret ve çalışmaları, bunun neticesinde dinin siyasete alet edilmesi ve hatta siyasetin emrine sokulması, toplumda siyasetle iç içe geçmiş ve siyasetin bir parçası olmuş bir din algısının oluşması.
    3) Fitne ve çatışma ortamında kaosu engellemek maksadıyla âlimlerin düzenden yana tavır alıp itaati teşvik eden tutum ve tavırları. 
    4) Moğol saldırıları, fetih ve açılım gibi sebeplerle ihtiyaç duyulan ''birlik'' düşüncesi ve bir olma çağrıları.
    5) Devlet anlayışı her şeyin üzerinde ve üstünde olan bazı kavimlerin topluluklar halinde ve hatta devletçe İslam’a dehalet etmeleri neticesinde eski devlet anlayışlarını İslam'a girdikten sonra kısmen devam ettirmeye çalışmalarıyla oluşan yeni devlet anlayış ve algısı (Persler, Türkler vb gibi). 
    6) İslam dünyasının tarihte uluslararası camiada sahip olduğu üstünlük ve bundan kaynaklı İslam toplumlarının sahip olduğu popülariteden dolayı, Müslümanların dünyayı kendi fikirlerinden ve Müslüman toplumlardan ibaret görmeleri, yine bundan kaynaklı üstünlük anlayışı ve tutumunda bulunmaları 
    7) Ve son olarak da yakın tarihte gerileyen İslam toplumlarında, başarısızlıktan, geri kalmışlıktan ve gelişen yeni dış dünyaya cevap veremeyip ayak uyduramamaktan dolayı gerçekleşen bozgunlar ve bu bozgunlardan kaynaklı oluşan kompleksler ve toplumsal içe kapanmalar. 

    Allah izin verirse gelecek yazılarda bu maddelerin tek tek üzerinde durmaya çalışıp mevcut devlet algısının mevcut halini nasıl aldığını izah etmeye çalışacağım. 

    Mevlüt KARAKAPLAN 
    Twitter: @mevlutkk13
    12 Mar 2019 12:37
    YAZARIN SON YAZILARI