Nefisle Mücadele

Mehmet Ali Şengül

Mehmet Ali Şengül

20 Ağu 2020 10:59

  • İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Nefsin en büyük düşmanı da ölümdür. “Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevk eder. Doğrusu Rabbim Gafur’dur, Rahim’dir (affı ve merhameti boldur).”  (Yusuf sûresi 53)
    Burada kast edilen devamlı şeytandan sinyal alarak insanları Allah’a başkaldırıp isyana sevk eden nefsin mertebelerinin en düşük seviyede olanı ‘Nefs-i Emmare’ kast edilmiştir. Nefsin diğer mertebelerine gelince kısaca onlar şunlardır.
    Nefs-i Emmâre: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını dinlemeyen ve dünyanın fani lezzet ve zevklerine tabi olan nefistir.
    Nefs-i Levvâme: Allah`ın emirlerine bazen uyan, bazen uymayan, işlediği günahlardan dolayı üzülen ve sevaplardan dolayı sevinen nefistir.
    Nefs-i Mülheme: İlhama mazhar olmuş nefistir.
    Nefs-i Mutmainne: İmân esaslarına saygıda kusur etmeyen, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden, İslamın itikadi ve ameli emir ve yasaklarında şüphesi bulunmayan ve kalbini Allah’ın rızasına kilitleyen ve imanın zevkini vicdanında duyan nefistir.
    Cenab-ı Hakk: “Ey gönül huzuruna ermiş ruh! Sen Rabbinden razı, O senden razı olarak dön Rabbine! Sen de katıl has kullarımın içine, gir cennetime!” (Fecr Sûresi 27-30) buyurmuştur.
    Nefs-i Radiye: Her yönüyle Hakk`a yönelen, Allah`tan gâfil bulunmayan ve her hâlükârda  O`ndan razı olan nefistir.
    Nefs-i Mardiyye: Bütün benliği ile Hakk`a teslim olan ve böylece Allah`ın kendisinden razı olduğu nefistir.
    Nefs-i Kâmile: Bütün kötülüklerden sıyrılıp manevi olgunluğa eren nefis. Bu mertebeye erişen bir kişinin bütün sıfatları güzeldir.
    Hayat ve memat Allah’ın yed-i Kudretindedir. İnsan dünyaya gelmeden evvel hayattan haberi yoktu. İnsan kendisini yaratan, mülkün mutlak sahibi Allah’ı tanımayınca; aklı, hakem yapıp bu cevheri götürüp bir yere teslim ediyor. Ya tabiata, sebeplere, tesadüflere veya herhangi bir yaratılan varlığa verip gülünç duruma düşüyor.
    İnanmayan insan, ölümü istemediği ve talep etmediği halde, Allah’ın taahhütte bulunduğu ebedi hayatı, bu dünyada arzu etmektedir. İnsanın bu arzusu dünyada mümkün olmadığı için, beklenmedik bir anda, bazen gençliğin baharında ölüm yakasına yapışıyor, çok sevdiği dünyadan ayrılmak zorunda kalıyor. Çünkü ölümün önüne hiçbir kimsenin geçmesi mümkün değildir. Ne kendisinin, ne de nefsinin uydurduğu tanrı ittihaz ettiği şeylerden herhangi birisi ölümün önüne geçemiyor.
    Çünkü, hayat gibi ölümde Allah’ın tasarrufunda olduğu için, mülkün gerçek sahibi Allah, ölümü yaratmakla nefsin dünyadaki arzularını sona erdiriyor.
    Onun için Efendimiz (sav) “Dünya lezzetlerini acılaştıran ölümü çok zikredin.”( Tirmizî) buyurmaktadır.
    Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bizim huzurumuza getirileceksiniz.” (Ankebut Sûresi 57)
    İnsan, dünyaya gözünü açmadan nerede, ne zaman, hangi anne-babadan geleceğini bilemediği gibi, nerede, ne zaman, ne şekilde öleceğini de bilememektedir.
    Öyle ise insanın en önemli vazifesi; her an mutlak kudret sahibi Allah’ın varlığına ve birliğine olan imanını güçlendirip, zerresinden hesap vereceği ölümsüz ebedi aleme her an davet edileceğini nazarı itibara alarak, ciddi bir şekilde hazırlıklı olması gerekmektedir.
    İnsanlar sonsuz ve ebedi ahiret hayatını kazanabilmek için, dünya pazarı ve sermayesi gibi bir fırsat varken, neden zulmette boğuluyorlar? 
    Rahman ve Rahim Allah’a iman varken ve aynı zamanda paha biçilmez nimetler emrine verilmişken, neden küfür ve dalalet vadilerinde nefsin esiri, şeytanın melabegâhı olmaktadırlar?
    Neden ahiret hayatı yanında bir gün bile etmeyen dünyaya bu kadar talip olurken, ahireti unutmakta, enaniyetinin, gurur ve kibirlerinin, şan ve şöhretlerinin, nefis ve şehvetlerinin esiri olmaktadırlar?
    İlimle kafalarını aydınlatan, iman nuruyla kalplerini ahlak ve feyizle dolduran geleceğin ümit neslinden beklenen, milyarlarca Allah’ı(cc) ve Resülullah’ı(sav) tanımayan, küfür ve dalalet yangınında yanmakta, 9-10 şiddetinde manevi zelzele enkazı altında boğulmakta olan nesilleri kurtarmaktır.
    Böylesine imanla Allah’ın şereflendirdiği bu talihli nesiller; tulumbayı alarak yanan nesli kurtarmaya, manivelayı alıp enkazdan nesilleri çıkarmaya, bütün güç ve enerjisiyle çalışıp gayret göstermelidir. Yoksa milyarlarca insan, ölümle sona erecek dünyanın fani şeylerinde boğulup gidecek ve imanın güzelliklerinden mahrum kalacaklardır.
    Milyonlara baliğ evliya makamına namzet, nefsinin zincirlerini kırmış, şeytana baş kaldırmış, Kur’an ve sünnet yolunda geriye adım atmadan, kimsenin malında, canında, namusunda ve makamında gözü olmayan, Allah’ın rızasına kalbini kilitlemiş gönül mimarları; vahdet-i ruhiye içinde fırsatları değerlendirip “Emri bil maruf , nehyi anil münker” yapmak suretiyle, şahsi hata ve kusurlara takılmadan, adabı muaşeret içinde “Şûra” ile çözülmesine önem verip, dinin temel dinamiklerine saygılı kalarak vazifelerini yapmalıdırlar. 
    Nimetler şükürle artar. Bugün dünyada ve hususiyle ülkemizde öyle zor durumda olan ihvanımız var ki, onları düşünüp dua ederek, fiilen çareler üretip onlarında, hürriyetlerine kavuşmalarını, çoluk çocukları ile buluşmalarını sağlamalı, bu mevzuda maddi manevi ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaya gayret göstermeli, enerjiyi, zamanı boşa israf etmemelidir. Sevgiyle, güven ve itimat telkin ederek kardeşliği, birlik ve beraberliği güçlendirme mevzuunda azami gayret gösterilmelidir.
    Kim olursa olsun gayri samimi hiçbir insan, bu hizmetin bereketinden istifade edemez. Er geç sıkıntılar ortaya çıkar. Onun için bütün kaderini davayı İslam’a adayan ehli iman kardeşlerimiz için Allah’tan iman-ı Kâmil, İhlas-ı etem, âmâl-i sâliha ile şereflenmeleri ve yapacakları bütün işlerini Allah huzurunda hesap verme şuuruyla yapmaları adına, Hakimler Hâkimi Allah huzurunda mahcup olmamaları için dua etmeliyiz.
    İnanmayanlar da dahil, hiçbir insanın ahiretini kaybetmesi bir mü’mini sevindirmez. Ne var ki, kalplere iman koyma tamamen Allah’a ait olduğundan dolayı, mü’min üzerine terettüp eden vazifeleri yapma mevzuunda ihmal göstermemeli, neticede de Cenab-ı Hakk’tan hâşâ daha şefkatli davranarak, onun icraatına müdahale etmeye hakkı olmadığını da bilmelidir. 
    Bugüne kadar elde edilen bütün başarı ve muvaffakiyetler Cenab-ı Hakk’ın izni ve nusretiyle gerçekleşmiştir. Gelişen dünya şartlarını, ilmi ve teknik gelişmeleri de nazarı itibara alarak akademik kariyer sahibi insanların halis bir niyetle davaya sahip çıkmaları, kalpleri ayrıştırıcı değil, birleştirici rol oynayarak üzerlerine düşeni yapmaları, beraber hareket etmeleri rahmeti ilahiyi cezbeder. Allah’ta dinine sahip çıkan bu hasbilere sahip çıkar inşaallah.
    20 Ağu 2020 10:59
    YAZARIN SON YAZILARI