Mevsimlerimiz

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

07 Nis 2021 12:42
  • Hayatımız gibi medeniyetimizin değişim ve dönüşümleri de mevsimlere benzer şekilde cereyan eder. Çünkü, baharlar kışlar ve yazlar birbirini takip ederek mevsimler oluşur. Toprağın ve tabiatın seyri bu mevsimlere göre değişir ve başkalaşır. Mevsimler tabiatın ve nebatın değişip başkalaşmasına mı sebep olur yoksa bu değişimi beraber aynı anda mı gerçekleştirirler bilinmez... Fakat ortaklaşa bir münasebetle hareket ettikleri bir gerçektir. 

    Ve insan olarak bizler, bu iki ana faktörü takip edip kollayarak iş yapmalı ve hayatımızı ayarlamaya çalışmalıyız.  Tohumu ne zaman toprağa atacaksın? Ne zaman büyüme ve gelişme olacak? Tohumun toprağa atılma zamanı başkadır. Büyüme, neşv u nema bulma, gelişme zamanı daha başka. Büyüme gelişme için başka bir mevsime ihtiyaç vardır çünkü. Her iki işlemi aynı mevsimde gerçekleştirmek mümkün olmaz; aceleciliktir. 

    “Tiz i retar olanın pâyine dâmen dolaşır
    Erişir menzil-i maksuduna aheste giden,” 

    Acele gidenin etekleri ayaklarına dolanır derler ya. Bu aşamada sadece bize düşen tohumu toprağa zamanında atmak, serpebildiğimiz kadar serpmek. Ve tabi ki serpilmek. 

    Tohum toprağın altında tevazu ve mahviyet içinde bir hayat sürer. Can sıkıcı bir vetirenin geçmesi gerekir. Stresler sıkıntılar, anguazlar birbirini takip eder.  Güneşin görmediği toprakta suya karşı, çürümeye karşı savaş etmek gerekir. Bu mücadeleler esnasında kabuğu çatlar tohumun ve özünden bir filiz boy atar. Tohumun kendi varlığından vaz geçmesi bu bereketli vetireye sebep olmuştur.  Çürümeye karşı alınmış en büyük tedbir kabuğundan, şeklinden yani varlığından vazgeçmektir. Varlığını şekil olarak devam ettirmek için direnen tohumlarsa maalesef özünü çürütürler ve kaybederler.  Bu bakımdan kabuğu yarıp öze inme tohum hayatının devamını sağlayacaktır. Büyüyerek gelişmek ve maddî hem de manevî olarak katlanarak mucizevi bir büyüklüğe erişip ağaç olabilmek, şekli muhafazadan vazgeçmeye bağlıdır. Bu bakımdan terakki ve yükselme Yunus gibi ballar balını bulduktan sonra varlığını yağma edenlere ve şekli manaya feda edenlere nasiptir.

    “Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun
    Assın ziyandan geçtim, dükkanım yağma olsun

    Ben benliğimden geçtim, gözüm hicabın açtım
    Dost vaslına eriştim, gümanım yağma olsun” (Yunus Emre)

    Yerin altında bunlar olurken tohum yerin üzerindeki havadan, güneşten, kardan, fırtınadan ve bin bir türlü hayat cevelanlarından habersiz, uyur gibidir. Toprağın üzerindekilere göre ise toprağın altında bir hayatiyet yoktur. Yani iki âlem arasında bir berzah; birbirinden habersizdir.

    Bu arada toprak rahmi maderini de unutmamak gerekir. Toprak tohumun bütün ihtiyaçlarını karşılayacak keyfiyettedir. Bir kere düşünün, yerin üzerine kurulmuş esrarengiz alemlerin bütün hazırlığı yerin altında toprağın içinde yapılır.  Toprağın bağrında milyonlarla tohumla yapılan hazırlık nebat aleminin cennet gibi bahçelerimizi ve ciğerlerimiz mesabesindeki ormanlarımızın geleceğini belirleyecektir.  Toprağın altındaki alemin fabrikalarında kulakları sağır edecek derecede sesler, sadalar , hayhuyları vardır amma yerin üzerindekilerin gözleri görmediği gibi  kulakları da bunu duyamaz ve hissedemez. 

    Güneş ve nemin dışardan yumuşak müdahalesi tohumdaki canlanmayı ve gelişmeyi hızlandırır. Fakat büyümenin asıl tetikleyici unsuru hariçte değil dahildeki çekirdeğin yaratılış programında saklıdır. Harici müdahale yardımcı pozisyonunda olmalıdır. Yoksa akim kalır, faydasızdır, israf olur. Fakat büyüme istidadında olan tohum için güneş ve nem olmazsa olmazdır. Toprağın delinmesi, kabuğun kırılması tohum veya civcivin yeterli seviyede güce ve kuvvete ulaşması ile mümkündür. Bu zaman ister, vakte bağlı bir sabır işidir. 

    Zamanı gelince doğum olur, tohum yerin derinliklerinden fışkırır yeni bir hayata uyanır filizler. Tohum metamorfoza uğramış ve başka bir mahiyete bürünmüştür. Tırtılın kozadan çıkıp kelebeğe dönüşmesi gibi bir şeydir bu. Her yer filizler, sürgünler, güller ve fidanlarla dolar. Ve bahar başlar.  

    Büyüme ve filizlenme zamanı da yani baharın ilerleyen vakitlerinde ayrık(yabâni) otlarının temizlenmesi gerekir. Çünkü verilen gübre, hava, güneş ve yağmur sadece filizi büyütmez; gül kadar dikenin de işine yarar.  Diğer taraftan düşmanca rakiplerinden temizlenmelidir.  Fakat bu temizleme ayrık otlarıyla sınırlı olmalıdır. Diğer fidanların rakip görülüp ayrık otları gibi temizlenmesi müspet rekabeti, tatlı mücadeleyi yok eder. Her ferdin gelişmesi tatlı bir rekabetle olur. Çünkü hiçbir fidan kendi başına ağaç olamaz, başağa yürüyemez.  Hatta iyi ağacın yani fidanların ormanda, başakların da tarlada yetiştiğini bilmek gerekir. Yok edici rekabetten uzaklaşmalıyız ancak faydalı rekabet ortamlarında kabiliyetlerin inkişafı için önemli olduğunu da bilmeliyiz. 

    Büyüme aşamasında kar tipi olmaz ancak; rüzgâr olur, bora olur. Savrulmak ve rüzgâr yiyen ekinler gibi yerlere yatmak da mümkündür. Fakat ne olursa olsun ümide sımsıkı sarılarak yeniden ayağa kalkmak gerekir. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, dün rüzgârlara maruz kalıp da sağa sola savrulan biz değilmişiz gibi. Hadisi şerifte Peygamberimiz(sav) ne güzel ifade eder: “Müminin misali taze ekin gibidir, rüzgâr nereden gelirse onu yatırır. Ama kökünden onu koparamaz. Kafirin misali ise çam ağacı gibidir. Rüzgâr vurdukça ses gelir, yıkılmaz gibi durur. Ama bir devrildi mi bir daha doğrulamaz. (Ahmet bin Hambel, el Müsned, 12,16/18 452)

    Sıcaklar ve soğuk da bir seviyede olmalıdır. Sıcaklığın aniden düşmesi mahsulün don yemesine sebep olabilir. Nisan ayı girdi bahar başladı diye tedbiri elden bırakmak olmaz. Kıştan kalma düşmanlarımız son bir tearuzda bulunup kırağı vurdurabilir. Emekler heba olabilir.  Dallar meyveye doğru yürürken tir tir titremek gerekir.  Artık tohumun toprakta saklanarak geçirdiği nispeten güvenli günler çok gerilerde kalmıştır. Filizlenerek boy atma ve derken dalların meyveye doğru ilerlemesi düşmanlar karşısında fidanları boy hedefi haline getirir. Bu saklanması mümkün olmayan bir durumdur. Kış mevsiminden kalan düşmanca taarruzlar bir müddet daha devam eder.  Efendimiz ’de Uhut savaşı, Osmanlıda fetret devri boyunca yaşananlar, bu tür bir geçici taarruz, sınırlı bir kırağı çalmadır işte! 

    Her hareket, hemen her iş ve her diriliş hamlesi bahar mevsimine geçişte bir kırağı gerçeğiyle karşı karşıya kalır? Neden? Evvelen bilmeliyiz ki bağın da bahçıvanın da gerçek sahibi Allah’tır. Sebepler üstü müdahalenin sebebi bu olabilir.  Çünkü ne kadar dikkat ederseniz edin, gücünüz hava şartlarına geçmediğinden esbap bi’l külliye sukut eder. Gübre atmak elimizde belki ama iklimi, klimayı havanın sıcağını sağunu ayarlamak elimizde değildir. Neticede meydana gelecek bereket bu kırağı vurmakla çok yakından alakalıdır. Haliyle Müsebbibu’l esbaba teveccüh etmeden verime, berekete, başağa yürüyemez veya hedefe ulaşamayız. 

    Bahara ve yaza doğru yol alırken hemen her arıza geride kalır. Her şey kendi tonunu kıvamını bulur. Olgunlaşan ve rengarenk meyveler karşısında “değdi” der insan.  Çünkü yaşanabilir bir dünya meydana gelmiştir nihayet. Arılar çiçekler ve kuşlarla muhteşem bahçeler meydan gelir. Her türlü meyve ve sebzesiyle, dalgalanan başaklarla bir mucize yaşanır. Salınan ağaçlar “hu” çeken yapraklarıyla ruhumuza ilham esintileri yollar. Sabahın en taze ışıkları arasında etrafımızda oynaşan kelebekler bize sonsuzluk şarkısı söylerler.  

    Bu bahara erenler Mehdi’nin soluklarıyla dirilen bir medeniyet görürler. Toplumları kasıp kavuran ihtilaf, bellerini büken fakirlik gibi halleri ve medeniyet ve terakkiye engel olan cehalet artık çok gerilerde kalmıştır. Şimdi mayesi ilime ve marifete, temeli birlik ve beraberliğe, ceset ve görüntüsü her türlü zenginliğe dayalı bir medeniyet inşa edilmiştir.  Çünkü yaşanan bahardır, hemen her derde çareler vardır. “Acele ettim kışta geldim sizse cennetâsa bir baharda geleceksiniz” diyen bahçıvanın sesi soluğu tın tındır.  İnsan ve insaniyet tam da kendini gösterir. “Oğul insanı yaşat ki devlet yaşasın” nasihatleri yazın olgunlaşan meyveleri gibi cemiyet içeresinde tezahürleriyle kamilen karşılığını bulur.  İnsan, toplum arasındaki münasebet icmal ve tafsil irtibatı içinde varlığını devam ettirir. Yani her topluluğu büyütülmüş bir insan; her insanı da küçültülmüş bir cemiyet, millet olarak karşımıza çıkar.  Toplumlarında insana yatırım ve değer verme vardır; diğer taraftan da her insanın her bireyin ise toplumuna faydalı olma düşüncesiyle kalbi yanıp tutuşuyordur.

    Fakat bağbozumu ve sonbaharla beraber kışı yaşamak da kaderde vardır. Ağaçlar meyveleriyle beraber yapraklarını kaybeder. Ağacın gövde olarak varlığını devam ettirebilmesi bu kaybedişe bağlıdır. Tohumların çoğu yaza bağlı Lale devirlerinde harcanacak azı elimizde kalacaktır. Islahat fermanlarını ıslahat fermanları takip edecek fakat nafile! Cemiyeti saran gaflet ve çürüme karşısında Hz Ali gibi yiğitlerin solukları dahi hayat üflemeye yetmeyecektir. 

    Tabiat ve iklim öyle değişecek ki yürüdüğümüz yollar zaman zaman karlar altında kalacaktır. Tedbir tedbir üstüne. Özel kalın kıyafetlerimizle ancak dışarı çıkmamız mümkün olacaktır. O cevelan o bahçelerde pür heyecan canlılık kaybolmuş her şey, her kes bir kış uykusuna yatmış gibi olur. Artık bağlar bozulmuş bahçelerde katmer güller kalmamıştır. 

    “Bad i hazan esti bağlar bozuldu
    Gülistanda katmer güller mi kaldı?
    Şecerler kırıldı barlar üzüldü,
    El atacak dahi dallar mı kaldı?”
    (M. Lütfü  Alvarlı Efe Hazretleri)

    Fakat bu bir son değildir. Yeni baharlara açılmanın başlangıcıdır. “Artık bu son, bu boradan tipiden kurtulamayız” ümitsizliğine saplananlar için evet bir sondur.  İsyanlar ihtilaflar ortalıkta kol gezer. Beli bükülmüş bir yaşlı gibi gücü tükenen topluluklar tel tel dökülür. Medeniyetler talan olur.  İlmin ve liyakatin yerine cehalet ve kayırma geçer.  Kazan kaldıranlarla beşik uleması zararlı sarmaşıklar gibi her yanımızı sarıp sarmalayarak hayatı yaşanmaz hale getirir. 

    Getirir amma her güneş bir yeni doğumu tetikleyerek batar. Her çürüyen meyve, hayatını içindeki çekirdeklere emanet ederek yoluna devam eder. Gecelerin karanlıklarına dalıyor olsa da dünyamız, dönüş hızından bir şey kaybetmez.

    Hatta öyle ki Dünyamızın gündüz güneşlikteki hızıyla gecelerin karanlıklarındaki hızı aynıdır. 

    Hüseyin Odabaşı
    07 Nis 2021 12:42
    YAZARIN SON YAZILARI