Verme duygusu nasıl bir şeydir?

Hüseyin Kara

Hüseyin Kara

25 Eyl 2017 16:27
  • İnsandaki verme ve paylaşma duygusu ilâhî bir mevhibedir. Vermeye alışana kadar başlangıçta nefse ağır gelebilir. Bir zaman sonra infak etmek fıtratın bir yanı haline gelir. Bu defa da vermeden rahat edemez bir konuma yükselir. Tıpkı namaz ve oruca alışmak gibi. Çok mala-mülke sahip olan daha çok verir diye bir kural asla yoktur.  Fakat insanın aldığı terbiye ve yetiştiği aile çevresi, içinde bulunduğu hizmet halkası onun cömert bir kişilik kazanmasına katkı sağlar. Allah’ın Cevâd ismine mazhar olan Efendimiz (sav) in yetiştirdiği sahabe-i Kiram’ın önlerinde böyle cömert bir Nebi, elinde avucunda olanı korkusuzca isteyenlere veren bir peygamberi görmeleri, onları birinci dirilişin infak kahramanları haline getirmiştir. Şüphesiz bu insanlar önceden böyle değillerdi. Fakat fıtratlarında verme ve var olanı başkaları ile paylaşma duygusunun çekirdekleri mevcuttu. Efendimiz (sav) Sahabe-i Kiram’ın ruhlarında var olan bu cömertlik tohumlarını, sağanak sağanak başlarından aşağıya yağan Kur’an-ı Kerim'in ayetlerini bizzat kendisi hayata geçirerek öyle suladı ki, o mübarek cemaat, kendisi gibi cömertler topluluğu haline dönüştüler. Aradan on beş asır geçmiş olmasına rağmen, her asrın müslümanları fedakârlık konusunda ashab-ı kiram’ın yaptığı fedakârlıkları anlatmaktadırlar.

    Verebilme duygusu aynı zamanda imanî bir haslet olması itibarıyla da dinimizde ön plana çıkmıştır. İslam dini, müntesiplerini kendi duyguları ile baş başa bırakıp insanların cimrilik girdabında boğulmalarına müsaade etmemiştir. Tam tersine cömertliği teşvik etmiş ve en azından her yıl kazancının kırkta birini fakirlere vermeyi (zekat) farz kılmıştır. Böylece dinimizde en cimri müslüman bile bu kırkta biri vermek zorundadır. Beş vakit namazın sadece farzlarını kılan namaz cimrisi bir müslüman gibi.  Zekattan daha kapsamlı olan sadakaya üst sınır konmamış olup, kişinin cömertlik anlayışına bırakılmıştır. Böylece bazıları Hz. Ebubekir (ra) gibi sahip olduğu her şeyi bir anda verebilmiş, bazıları da Hz. Ömer (ra) gibi yarısını verebilmiştir. Aslında müminlik cömert bir kişiliğin tezahürüdür. Verebilmek hakiki inanmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Onun için ‘ insanlar inandığı kadar verirler’ hükmü çok doğru ve isabetli bir hükümdür.
     
    Müslümanın temel anlayışına göre; sahip olunan her şeyi Allah ihsan ettiği gibi, onu başkaları ile paylaşma duygusunu da veren O’dur. İlki muğnî ve Rezzak isimlerinin tecellileri ise, ikincisi de Cevâd isminin tezahürüdür. Kullarına verdiklerinden başkalarına verme duygusunu da beraberinde vermiş ise bu talihli bir kul sayılır. Diğeri de talihsiz. Bundan dolayıdır ki verme duygusu müminde bir Allah ahlakıdır. Çünkü Allah vermeyi seviyor. Verebilen kullarını da seviyor. Allah’ın cimrilik diye bir ismi ve sıfatı olmadığı gibi cimriliği de sevmiyor, cimri kullarını da…

    Müslüman, sahip olduğu her şey ( ki buna canı da dahil ), kendisine imtihan aracı olarak verildiğinin farkında ve şuurunda olarak, onlarla rıza-i ilâhiyi peyleme adına her türlü fedakârlığı göze alan bir insandır. Değil sadece var olandan verme, gerekiyorsa kendisinin ihtiyacı olanları bile başkalarına verebilme duygusu (isar ruhu) sadece müminde bulunabilen yüksek bir haslettir.( 59/9 ) 

    Medine'de, Ensar ve muhacir kardeşliği çerçevesinde yaşanan verme duygusunun zirveleşmiş haline insanlık o güne kadar hiç şahit olmamıştı. Bugün onun ikincisi hizmet hareketinde misliyle yaşanmakta olduğunu görmekteyiz.  Zira onlar biliyorlardı ki Allah, bütün kullarına verdiklerini Rahmaniyeti ile bu dünyada karşılıksız olarak vermektedir. Usul-ü hamseden ikisi olan can ve malın korunması kadar, gerektiğinde de sarf edilmesi çok ince bir noktadır. Yani bu emanetlerin korunmaları farz olduğu gibi, canı da malı da Allah yolunda verebilmek de ayrı bir farzdır. Canını verebilen şehitlik mertebesi ile serfiraz kılınırken, malını verebilen de infak kahramanı olarak Allah’ın nezdinde en sevimli kullar arasına girebiliyor. Hz. Osman (ra) gibi her ikisini birden verebilenlere Allah Rahimiyyeti ile ahrette ne gibi bir mükâfat vereceği onun cennetteki makamı görüldüğünde daha net anlaşılacaktır. Beş yüz deveyi yükleri ile bir defada vermek ona nasip olduğu gibi, mübarek canını da fitne ateşine kurban vermenin karşılığı olarak ebedî Firdevs’ler onu beklemektedir.

    Bu asırda hizmet insanları, birinci dirilişin infak kahramanlarını kendilerine numune-i imtisal görerek, onlar gibi olma istikametinde bir çabanın ve gayretin içine girdiler. Başta Tevbe suresi 111. ayet olmak üzere Kur’an-ı Kerimin pek çok ayetinde meth-ü sena edilen cömertliğin zirvelerini yakalamak üzere adeta bir yarışa giriştiler. Böylece, özellikle son üç asırda İslam dünyasında yaşanan görüntü kirliliğini de temizlediler. Vermenin ne demek olduğunu sadece anlatmakla kalmadılar, yaşayarak da gösterdiler. 

    Dinimizdeki hakikatların tarihsel değil, evrensel olduğunu ispat ettiler. On beş asır önce yaşanabilen bu güzellikler on beş asır sonra niçin yaşanmasın ki diyerek,  Anadolu’da kolları sıvadılar ve şimdi dünyanın 170 ülkesinde hizmet üretmeye muvaffak oldular. Hizmet hareketi bu yönü ile de nerede ise kaybolmaya yüz tutmuş isar ruhunu Allah’ın lütuf ve inayeti ile yeniden ihya etmeyi başararak insanlık tarihinin en büyük cömertlik destanını yaptılar. Destanın yazılması ise sonraki nesillerin vazifesidir. Hizmet insanı vasfı taşıyan kadın- erkek herkes, ya sahip olduğu malını, mülkünü ve evladını bu peygamberanî  yola feda etti veya canını bu uğurda kurban etti. Böylece en değerli varlıklarını vererek, en büyük emanetler olan dine, imana ve Kur’an’a sahip çıktı. Hizmet hareketi dünyanın Gülen yüzü oldu. Sebepler açısından bu semavî projenin insana bakan yanında iki kaliteli grup bulunmaktadır. Birincisi; kadın-erkek dünyanın en cömert kişileri, diğeri de dünyanın en fedakâr öğretmenleri.

    Tevbe suresinin 111. ayetinde Allah, müminler ile bir alış-verişini anlatmaktadır. İkinci Akabe biatının yapıldığı esnada Abdullah bin Revaha (ra) ‘’Rabbin ve senin için şartların nedir?’’ diye Efendimiz’e ( sav ) soruyor.  Rasulüllah (sav ) buyurdu ki: Rabbim için şartım O’na ibadet etmeniz ve O’na şirk koşmamanızdır. Kendi hakkımdaki şartım da canlarınızı ve mallarınızı nasıl koruyorsanız beni de öyle savunmanızdır. Tekrar sordular: Dediğiniz gibi yaparsak bize ne vardır?  Rasulüllah (sav ) de cennet vardır. Buyurdular. Onlar da ‘’Ne kârlı alış-veriş, Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz’’ dediler. 
               
    Allah (cc) ile müminler arasında cereyan eden alış-veriş ayeti böyle bir olay üzerine nazil oluyor ve bu çok kârlı alış-verişin hem tarihi arka planı hem de kıyamete kadar bu alış-verişten yararlanacakların durumları açıklığa kavuşturulmuş oluyor. Şöyle ki: ‘’Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. ( Bu ) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah’ın üzerine hak bir vaaddir.  Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır!  O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış-verişinizden dolayı sevinin. İşte bu ( gerçekten ) büyük kazançtır. ( 9/111 )

    Tenezzülât-ı ilâhî olarak;  Cenab-ı Hakk'ın kendisine inanan kullarını muhatap alıp, mümin kullarına verdiklerini, müminlerin dönüp yine kendisine satması karşılığında ebedî cennetleri vermesi bir rahimiyet tecellisidir. Zira Allah’ın kâfirlerle hiçbir alış-verişi yoktur. Onlara dünyada verir, fakat ahirette asla... Üstelik Allah bu kârlı alış-verişi sadece kur’an’da değil, Tevrat ve İncil’de de ferman buyurduğunu söylemekle işin ne kadar ehemmiyetli olduğunu ortaya koyuyor. Bu ayetin aynısı bu gün elimizde bulunan Tevrat ve İncil’de olmasa bile Kur’anın bu ayeti inananlara bir kez daha haykırarak demek istiyor ki; Ey Allah’a ve ahret gününe inananlar, en çok sevdiğiniz canlarınız da mallarınız da size belli bir süreliğine verilmiş emanetlerdir. Bu emanetleri bakîleştirmenin tek bir yolu vardır. O da bunları malın ve mülkün gerçek sahibi olan Allah’a cennet karşılğı satmanızdır. Dünyanın cazibesine aldanıp da yanılmayın sakın! Şimdiye kadar bu emanetleri kendi gücü ile koruyabilen hiç kimse olmadı. Siz de olamazsınız. Bu güne kadar olduğu gibi insanlar ya mallarını bırakıp kendileri önden gitti, ya da mal ve mülkleri onları bıraktı, ayrıldı gittiler. Üçüncü hal muhal. Yani ; Yunus’un diliyle : Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan. 
     
    İnsanlık tarihi boyunca bu ilâhî alış-veriş davetine kulak veren babayiğitler, infak kahramanlığı imtihanın kazananları olmuşlardır. Kıyamete kadar da bu yol her mümine açık olacaktır. Asrımızda bu davete en görkemli cevabı hizmet insanlarının verdiğine hiç kimsenin şüphesi yoktur. Bu günlerde ensar ve muhacir kardeşliğinden ve yardımlaşmasından tutun da dünyanın dört bir tarafına hicret edip, himmet edip hizmet eden gönüllüler hareketinin talihlileri, fanî dünyayı değil, bakî alemi peylemenin peşinde olduklarını diklenmeden dik duruşları ile bir kez daha aleme göstermişlerdir. Dünyanın gözü önünde cereyan eden bu kadar ağır şartlar altında bile kıvamını ve konumunu kaybetmeden ister hapiste isterse hicrette isterse gaybubette olsun, Allah ile olan alış-verişin verdiği zevk-i ruhani ile meşbu bulunmaktadırlar. Bu kadar büyük bir hizmet yapısından elbette dökülenler de olacaktır. Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de imtihanı kaybedenlerin olması her kes için mukadderdir. Her zaman Allah, kendi Hak davasının hizmetçilerini Kendisi tercih etmiştir. Zaman içinde liyakatsizleri de yine Kendisi ayıklamıştır. Bugün itibarıyla hizmet hareketinin içinde bulunuyor olmamız , hizmetin içinde bir fert olarak ölebileceğimizin teminatı asla değildir. Fakat bütün bu zor şartlara rağmen sarsılmadan, yiğitçe konumumuzun hakkını vererek, aktif sabırla  durmamız bir fiilî dua olacaktır. Ayrıca kavlî dualarımızla da ''Ey Yücelerden Yüce Rabbimiz, liyakatımız olmadığı halde bizleri istihdam buyurduğun bu hizmet-i imaniye ve Kur’aniyede ayaklarımızı sabit kadem eyle. Şartlar ne kadar zor olursa olsun bizlere dayanma gücü ver. Son nefesimizi hizmetin içinde iken verdiğimize meleklerini ve mümin kullarını şahit eyle’’ diye dua-dua yalvarmak en elsem yoldur kanaat-i acizanemce.     

    Dr. Hüseyin Kara
    25 Eyl 2017 16:27
    YAZARIN SON YAZILARI