Makasıd-ı diniyye nedir?

Hüseyin Kara

Hüseyin Kara

23 Eki 2017 14:58
  • İslam dininin, önemine binaen korumaya aldığı beş husus vardır. Bunlar; can, mal, akıl, din ve nesildir. İslam alimleri bunlara, makasıd-ı diniyye veya zaruriyyat-ı diniyye demişlerdir. Bu önemli maddeler aynı zamanda, evrensel değerlerdir. İnsanlık tarihinde Hz. Adem’den (as) beri gönderilen bütün ilâhî dinlerde bu beş temel hak, ortak değerlerin arasında yer almışlardır. Yapılan hukuk düzenlemelerinde, her dönem bunlara en başta yer verildiği görülmektedir. 

    Kur’an, CAN’a zarar vermenin müeyyidelerini ortaya koyarken, Efendimiz’in (sav) tatbikatları da bu hususların önemini göstermiştir. Hayat nimeti insana verilmiş en hususi ve de kıymetli bir nimet olması itibari ile korunması gerekmektedir. İslam dininde kısas uygulamasının mantığı da burada aranmalıdır. Allah’ın Hayy isminin tezahürü olarak hayat bulan bir cana kasteden cânînin hayat hakkı elinden alınmakla, katile en ağır ceza uygulanmaktadır. Tâ ki başka hiç kimse böyle bir kötülüğe tevessül etmesin.

    Hak dinler, insanların MÜLKİYET haklarını da teminat altına almıştır. Hırsızlık, gasp ve haramîlik her toplumda çirkin görülmüştür. Dinen ve hukuken suç sayılmış olup yapanlara müeyyideler uygulanmıştır. Toplumun düzenini sağlamak, mal güvenliğini sağlamakla eşdeğerdir. Mal ve servetleri kazanmada insanlar çok ciddi zorluklarla karşılaşırken, bunların haramilerin, zorbaların eline geçmesi de bir insanlık suçudur. İnsana karşı yapılan saygısızlığın en kötü örneğidir. Bunu ister fert isterse devlet yapsın, fark etmez. Değil mi ki insana haksızlık yapılıyor ve malı elinden gasp edilerek alınıyor. Her ikisinin de yaptığı, insanlık dışı bir davranıştır ve suçtur.
     
    Hayatın merkezinde konuşlandırılmış olan AKIL da korunması gerekenler arasında önde yer almaktadır. Çünkü, aklın olmadığı yerde hiçbir şey gerçek kıymetini bulamaz. Bundan dolayı bütün ilâhî dinler ve beşerî hukuk sistemleri, aklı devre dışı bırakacak her çeşit yol ve yöntemi yasaklamakta ortak tavır içindedirler. Aklı giderici emtiayı üretmekten onun satışına kadar, kullanılmasından yayılmasına kadar her yolun kapalı tutulmasının gerçek sebebi de budur. Aklın çıktığı yere ancak cinnet yerleşeceği için, akılsız insanların elinden çıkacak kötülüklerin toplumda açacağı zararların telafisi güçleşecektir. Zararlı alışkanlıklara müptela olan milletlerin ne büyük tehlikelerle karşılaştıklarını gördükçe İslam dininin seddüz-zerai (Kötülüklerin önünü kesmek) konusundaki kararlı duruşunu bir kez daha yakından anlama fırsatı ortaya çıkmaktadır.
             
    DİN, insan hayatının en önemli bir argümanı olması itibariyle korunup kollanmaya en çok ihtiyaç duyulan bir husustur. Dinsiz ve kuralsız toplumların tarihte uzun süre saadet içerisinde yaşadıkları görülmemiştir. İnsanlık için din, dünya adına çok önemli bir müessese olması yanında, ahiret için daha büyük önem arz etmektedir. İlâhî dinlerin koyduğu kurallar insan fıtratı ile uyumlu kurallar olması itibariyle, fert ve toplum bu prensiplere uymak sureti ile ancak rahat ve huzurlu bir hayat sürebilir. Bugüne kadar insanların ürettiği hiçbir ideoloji dinlerin yerini dolduramamış ve uzun süre de insanları mutlu edememiştir. Bu yönü ile insanlar için çok lüzumlu olan dinler korunmalı, din karşıtı görüş ve düşüncelerin dinleri boğmasına asla müsaade edilmemelidir.
               
    Makasıd-ı diniyyeden olan diğer önemli bir husus da NESİLLERİN korunmasıdır. Eşref-i mahlûkat olan insanın mutlaka, nikâhla bir araya gelmiş ailede doğma hakkı ve mecburiyeti vardır. Zira, yeni nesil bir önceki kuşağa emanet edilmiştir. Bu kuşak, dünyaya gelmesine vesile olduğu neslin her şeyinden sorumludur. İslam dini bütün bu sorumluluk alanlarını garanti altına alarak korumaktadır. Ana ve babanın çocuklarına helal rızık yedirme zorunluluğundan, iyi bir eğitim ve terbiye vermesine kadar nesillerden birinci derecede mesuliyet taşımaktadır. Bir milletin öğretmenleri de yeni neslin iyi yetiştirilmeleri konusunda ana ve babadan sonra ikinci derecede sorumluluk taşıyan kişilerdir. Bedenî hastalıklardan korunmaları kadar ruhî depresyonlardan da korunmaları, çevrenin rezaletlerinden korunmaları kadar sanal alemin dipsiz çirkefliklerinden de korunmaları gerekmektedir. Çünkü gençliğin ahlakının dejenere olduğu yerde milletler asla ayakta kalamaz. Kur’an’ın bahsettiği kavimler açlıktan değil, ahlaksızlıktan mahvolmuşlardır.
              
    Bu beş temel hakka, altıncı olarak HÜRRİYYET’in korunmasını İslam uleması ilave etmektedir. Çünkü hürriyetin olmadığı bir hayat, insanî bir hayattan çok hayvanî bir hayata daha yakındır. Kula kulluğun yaşandığı ve insana yakışır bir serbestliğin bulunmadığı bir hayatta Allah’ın rızası kazanılamaz ve İslam dininin hükümleri de yerine getirilemez. İslam dini köleliği cahiliyet toplumunda kurulu bir düzen olarak buldu. Tamamen kaldırılması da çok çabuk ve kolay olamazdı. Zira kölelik tarihin akışı içinde müesseseleşmişti. Fakat ilk defa İslam dini ‘’Müslüman köle olamaz.’’ sözünü duyurmuştur. Çünkü Allah’a kul olan kullara kul olamazdı. Bu söz, her ne kadar efendileri şaşkına çevirse de doğru olan buydu. Doğan herkes dünyaya hür olarak gözlerini açarken başkaları insanın bu hürriyetini asla gasp edemez. Fakat insan kendi iradesi ile mala-mülke, makama-mevkiye, paraya-pula peylenip kul olacaksa, onu bu çeşit kulluklardan hürriyete kavuşturup âzât edecek hiçbir mekanizma bulunmamaktadır. İnsanın işlediği suça karşılık hürriyetini kısıtlayarak cezalandırılması insanî olmadığı gibi İslamî de değildir. Hele suçsuzların hapsedilip hürriyetten yoksun bırakılmaları ise insana karşı yapılabilecek en büyük bir zulümdür. Bunu yapanlar da zalimlerin ta kendileridir. Hürriyetleri ellerinden alınarak masum insanlara yapılan bu insanlık dışı muamelelerin hem dünyada hem de ahirette ağır sonuçları olacaktır.
            
    Son olarak; korunması gerekenlere VATAN’ı da ilave etmeyi muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi dillendirmektedir. Madem, vatanın korunması ve kollanması uğrunda can verenler şehitlik mertebesine yükseliyor, gaziler de cenneti peylemenin yoluna giriyor, öyle ise bir insanın vatanının olması temel haklardan sayılmalıdır. Bu tespit çok yerinde ve doğru bir değerlendirmedir. Zaten insanın fıtratında, hürriyete karşı bir eğilim ve muhabbet olduğu gibi vatana karşı da cibillî bir sevgi vardır. Vatanından uzak kalmak zorunda olanların vatanlarına karşı duydukları özlem ve hasret bunun en bariz açıklamasıdır. Bir müslümanın ruh dünyasına yansıyan vatan mefhumu, elbette bir toprak parçasından daha öte değerler taşır ve derin anlamlar ihtiva eder. Adeta bir milletin geçmişi ile geleceğinin cem olduğu mübarek ve mukaddes bir coğrafya akla gelmektedir.
               
    Hasılı; zaruriyyat-ı diniyye olarak da adlandırılan bu kıymetler, ne pahasına olursa olsun korunmalı ve nesillerden nesillere sürekliliği sağlanmalıdır.         

    Dr. Hüseyin Kara
    23 Eki 2017 14:58
    YAZARIN SON YAZILARI