Kazanma kuşağında kaybetmemek

Hüseyin Kara

Hüseyin Kara

27 Haz 2017 13:20
  • Bir kere daha hayatımızdan üç ayları uğurladık. Özellikle oruç ibadetinin ayı olan ramazanı da şimdi bayramla uğurluyoruz. Mübarek geceleri ve feyizli gündüzleri ile üç aydır hayatımızda misafir ettiğimiz bu değerli aylar ruh dünyamıza çok üstün  katkılar sağlamıştır. Müminler bu zaman zarfında pek çok fedakârlık yaparak üç aylardan azamî derecede istifade etmenin haz ve mutluluğu ile bayram yapmaktadırlar. Hizmet insanlarının da son buruk bayramları inşallah bu bayram olur. Kim bilir bu üç aylar içinde Allah hangi günahlarımızı affetti de ruhlarımız o günahların ağırlığından kurtuldu. Buna mukabil ortaya koyduğumuz kulluk performansı neticesinde ne sevaplar yazıldı amel defterlerimizde. Bunları kesin olarak bilmesek de birazını hissedebiliyoruz.  Yapıp ettiklerimizin en küçüğünü bile zayi etmeyeceğini bize bildiren Rabbimiz, bunların mükâfatlarını da kullarına eksiksiz olarak vereceğinde hiç şüphe yoktur.
         
    Üç aylarda, özellikle ramazan ayında kazanılan halet-i ruhiye ve bedeniyenin bir sonraki ramazana kadar sürekliliğini devam ettirmesi beklenir. Mesela bir ay sahura kalkmalar on bir ay seherleri ihyaya dönüşebilmeli değil mi? Kesintisiz bir ay oruç on bir ayın pazartesi-Perşembe oruçlarına evrilebilmeli değil mi? Ramazan ayının önemli bir ibadeti olan Kur’an mukabeleleri on bir ayı kapsar hale dönüştürülebilmeli değil mi? Yine ramazan ayının bir müekked sünneti olan teravihler 24 saate taksim edilerek evvabine, işraka, kuşluk namazına, hacet ve teheccüd namazlarına ınkılab ettirilebilmeli değil mi?  Bu sayılan gönüllü namazların  toplam rekatları 20 rekatlık teravih namazı kadar ancak vardır. Hatta yardımlaşma duygularımızın tavan yaptığı ramazan ayından kazanılan ivme ile bütün bir yıl boyu isar duygularımıza  canlılık ve süreklilik kazandırmak ta olamayacak bir iş değil. 
         
    Aslına bakılırsa üç aylar ve ramazan  müminlerin ibadet hayatlarında bir kutsî çekirdek gibi ekildiğini ve on bir ay meyve veren ağaca dönüştüğünü görmekteyiz. Yani Kur’anlaşmayı ramazan bahçesinde ektik ve on bir ay meyve verecek. Ramazan sahurlarında seherleri ektik ve on bir ay meyve verecek. Ramazan tarlasında isar ve cömertlik tohumları ektik on bir ay meyve verecek.  Üç ayların içinde ki mübarek gecelerde ruh dünyamızı iman, ibadet ve hizmet şuuru  ekilecek hale getirdik ve on bir ay bunların manevî meyvelerini hasat edeceğiz.  Hasılı genelde üç aylar, özelde ramazan ayı müminlik alışkanlığı kazanma adına çok önemli fırsatlarla dolu olan bir zaman dilimidir. Alışkanlık derken de asla sıradanlaşmayı kastetmiyorum. O öldürücü bir zehir gibidir. Burada kastedilen kulluk alışkanlığı, bir müminin büluğ çağından başlayıp son nefese kadar sürekli kulluğu hayatının bir yanı, bir ayrılmaz parçası, hatta olmazsa olmazı haline getirmesidir.
         
    Üç aylarda kazanılan bu potansiyeller sürdürülebilir halde tutulunca Allah ile kul arasındaki ilişkiler sağlam temellere oturtulmuş ve böylece insan ikinci bir fıtrat kazanmış olur. Aslında kazanılan bu değerler çok büyük fedakârlıklarla elde edilmiştir.  Sabırla, metanetle ; nefislere ağır gelen bunca ibadetler ifa edilmiştir. Sıcak ve uzun bir günde nefisleri oruç tutmaya ikna etmek kolay bir şey olmasa gerek. Kısa gecelerde yirmi rekat teravih namazını pes etmeden devamlı  kılmak hiç te küçümsenecek bir fedakârlık değildir.
          
    Evet , şeytanın ve nefsin bunca hile ve tuzaklarını aşıp ta bu ibadetleri yapmaya Allah’ın inayeti ile muvaffak olanlar elbette manevî kazanımlarını çoğalttılar. Fakat gelecek üç aylara kadar yapılanları yıkmadan, kazanılanları kaybetmeden, tamir edilenleri tahrif etmeden nasıl korunacağı konusu oldukça önem arz etmektedir.  Zira yaşadığımız dünyada pek çok yerde tam bir mümin gibi yaşamak nerede ise imkansız hale getirilmiştir. Hayat şartlarını bir müminin günaha girmeden yaşayacağı şartların oluşmadığı ve dinini yaşarken hayli zorlandığı bir piyasada yaşamak zorundayız. Yaşıyorsak da bir hayli zorlanıyoruz. Şartlar müminlere göre dizayn edilmemiştir. Zira dünya hayatına müminler değil, gayr-i müslimler hakimdir. Bir de buna hizmet insanlarının hayat tarzları açısından halvetiliği değil de celvetiliği tercih etmiş olmaları işimizi biraz daha zorlaştırıyor. Zira hem piyasada olacaksınız, insanlar arasında insanlardan bir insan olarak yaşayacaksınız ve hem de bu çirkef ortamdan size hiçbir zaman çamur ve pislik bulaşmayacak.  İşte bu hayat tarzının büyük getirileri olduğu gibi eğer korunma tedbirleri uygulanmazsa Allah korusun kazanma kuşağında kaybetme yaşanabilir. Zira bu dünya nice civanmertleri aldatmıştır.
         
    Madem yaşama zevkini terk edip başkalarını yaşatmayı tercih etmişiz, o zaman derinlikli ve şuurlu bir kulluk yolunu sürekli benimsemeliyiz ki hem kendimiz ayakta durabilelim ve hem de başkalarını ayağa kaldıralım. Aksi takdirde ramazanda kazandıklarımız şevvalde tükenir.  

    Dr. HÜSEYİN KARA 

    27 Haz 2017 13:20
    YAZARIN SON YAZILARI