Eğitim ve öğretimin bizcesi

Hüseyin Kara

Hüseyin Kara

09 Eki 2017 13:28
  • Eğitim ve öğretim insan için olmazsa olmaz, hava ve su gibi değerli ihtiyaçlardandır. Çünkü insan ta’allüm ile tekemmül eden bir varlık olarak dünyaya gelmiştir. Yaratılışı itibarıyla her şey olmaya müsait bir fıtrata sahip olan insan, aldığı eğitim, gördüğü öğretim ile ya insan-ı kâmil olacak ya da nakıs bir insan olarak kalacaktır. İnsanın alacağı terbiye, ulaşacağı bilgi seviyesi onun sadece dünyasını değil, aynı zamanda ahiretini de etkileyeceği hesaba katılırsa işin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bundan dolayı Allah’ın gönderdiği bütün peygamberlerin ortak vasıflarından biri de, içinde bulundukları toplumları eğitmek olmuştur. Efendimiz’in (sav) ‘’Ben bir muallim olarak gönderildim.’’ (İbn Mâce) beyanında bu durum apaçık  görülmektedir. Peygamberlerin izlerini takip eden alimler ve arifler de aslında birer öğretmen olarak görev yaparlar. Alimler akılları doyururken, arifler de kalpleri doyururlar. Böylece insanlar kalp ve kafa bütünlüğüne ulaşarak insan-ı kâmil olma yolunu bulurlar. 

    İnsanın mahiyetini bütünleyen ruhunun ve vücudunun en mükemmel bir kıvamda yaratılması (Tîn,95/4) kusursuz bir işleyişle yeryüzüne halife unvanıyla gönderilmesi,(Bakara,2/30) onun yapacağı görevin ulvîliğine delâlet etmektedir. (Zâriyât, 52/56) Bu kalitedeki varlığın doğru bir eğitim ve öğretimden mahrum bırakılması kadar büyük bir kusur, hatta büyük bir cinayet olamaz. Kısa bir ömre çok şey sığdırması beklenen insan, bunu ancak alması gereken yüksek kalitede bir eğitim sayesinde başarabilir. İnsan hayatının bütününe tesir edip izler bırakacak unsurlar içinde, aile ortamından başlayıp okul ve çevreye kadar her merhalede, hayatın merkezine eğitim ve öğretim yerleştirilirse bu ağır görev ifa edilebilir. Zaten devletlerin ve milletlerin en önemli işi de budur. Yeni nesilleri, gelecekleri için iyi hazırlayamayan milletlerin uzun süre yaşama şansları olmamış ve tarihin çöplüğünde kendilerine ayrılmış olan meş’um yerlerini kısa sürede almışlardır. Zaten tarih denen şey beşeriyet ve medeniyetler mezarlığı değil midir? 
     
    İnsanın eğitim ve öğretimi çok mühim bir konu olmakla birlikte, dünyadaki en zor işlerden birisi olduğu da unutulmamalıdır. İnsanları eğiten ve onları hayata hazırlayan ana-baba ve öğretmenlerin toplumda en çok hürmete layık olmalarının altında yatan gerçek bu olsa gerektir. Çünkü bu; çok sabır, şefkat ve süreklilik isteyen bir iştir. Bir anne düşünelim; doğurduğu yavrusunu topluma faydalı bir fert haline getirinceye kadar ne zahmetler çekmekte ve nice meşakkatlere katlanmaktadır. Keza bir baba; iyi yetişmiş evlatların babası olmak için ne fedakârlıklar yapmaktadır. Yine ideal bir öğretmen düşünün; kendisine emanet edilen vatan evlatlarına bir taraftan en son gelişen bilgileri aktarırken diğer taraftan ona terbiye aşılayacaktır. Çocuklardaki veya gençlerdeki aşırılıkları tolere ederek, şefkat ve merhametle fakat en önemlisi mevcut haline değil geleceğine bakarak sabırla muamelede bulunması öğretmeni hürmet edilir konuma yükseltmektedir.
            
    Kaliteli bir eğitim ve öğretim faaliyeti yapabilmek için; ikisi asıl ikisi de değişken olmak üzere dört önemli unsurun bir araya getirilmesi ve bunların uyumlu işlemesi gerekmektedir. Bu unsurlar; öğretmen, öğrenci, okul ve müfredattır. İlk ikisi dünden bugüne hiç değişmeyen üst yapılardır. Yani öğrencinin olduğu her yerde öğretmen de var olmuştur. Bunun tersi de doğrudur. Kaliteli öğretmen de her dönem kendine öğrenci bulmakta güçlük çekmemiştir.  Son ikisi ise zamanın şartlarına ve gelişmelere paralel olarak farklılıklar gösteren alt yapılardır. 
          
    Yaşadığımız milenyum çağında, bilgiye ulaşmak hiçbir dönemde bu kadar kolay olmamıştı. Özellikle sanal âlemde paylaşılan bilgiler sayesinde, nerede ise insanlar kitaplara ihtiyaç duymaz hale gelmiştir. Fakat buna rağmen eğitim ve öğretim faaliyetinin en önemli iki temel ayağı olan öğretmen ve öğrencinin yüz yüze gelerek doğrudan bir iletişim ile yapılan eğitimi dünyada hiçbir ülke tamamen terk edememiştir. Bu gerçeği kavramak için; bugün dünyada yapılmakta olan eğitim ve öğretim faaliyetlerinin  yüz yüze eğitim (aktif) ile uzaktan eğitimin (pasif)  oranlarının karşılaştırılması sonucu ortaya çıkan duruma bakıldığında en azından şimdilik görünen odur ki,  bütün zorluklarına ve pahalılığına rağmen yüz yüze eğitimden insanlık vazgeçememiştir. Yakın bir zamanda vazgeçeceğe de benzemiyor. Çünkü eğitim ve öğretimin asıl gayesi insanı bilgi sahibi yapmanın yanı sıra; bir milletin fertleri olarak bir arada yaşama kültürünü geliştirip insanları sosyalleştirmek olduğu da unutulmamalıdır. 

    Bugün dünyada ülkelerin gelişmişlik seviyeleri ile eğitim ve öğretim seviyeleri birlikte anılmaktadır. Demek oluyor ki gelişen ülkeler yeni nesillerine verdikleri eğitimlerinin kalitesi ile atbaşı gelişmişler, geri kalmış ülkeler de eğitimdeki kalitesizlikleri nedeniyle kalkınamamışlardır. En basit bir örnekle; dünyada kalite sıralamasında ilk yüze giren üniversitelerin sahipleri olan ülkelerin, aynı zamanda gelişmiş ülkeler olduğu gerçeği bu durumu izah etmeye yeter sanırım.
          
    Günümüz dünyasında, kadîm İslam medeniyetinin eğitim ve öğretim prensiplerini temel kabul edip; gelişmiş ülkelerin bulup geliştirdikleri ile harmanlayıp uygulayan ve çok güzel sonuçları da ortaya çıkan bir eğitim ve öğretim modelini bütün insanlığa uyarlayan Hizmet Hareketi, bu asırda İslam aleminin ve  dünyanın eğitim ve öğretimde GÜLEN yüzü olmuştur.  Merkezine öğrenciyi yerleştiren ve öğretmeni en önemli unsur sayan bu eğitim ve öğretim faaliyetleri, insanlık ortak paydası üzerinden sürdürülmektedir. Madem ‘’ Her doğan İslam fıtratı üzere dünyaya gelir…’’( Buharî, cenaiz 92) gerçeğine inanılıyor, öyle ise eğitim ve öğretim yolu ile insana kazandırılacak ikinci fıtrat, onun kulluk fıtratı olacaktır. Eğitim ve öğretim için de insanın rengi, dili, dini ve milliyeti bir ayrışma sebebi asla olamaz. Yeter ki bu eğitim ve öğretim faaliyetini yapacak olan insanlar bu işin dertlisi olan, davasına kendisini adamış ve branşında başarılı olan öğretmenler olsun. 

    Bir öğretmen düşünün ki; sınıfındaki öğrencilerin hepsi kendisine emanet edildiğinin şuuru ile hareket etmektedir. Bu emanetin asıl sahibi olan öğrencilerin kendileri de ondan dünyada ve ahirette hesap soracağının farkındadır. İkinci olarak; o öğrencilerin ana ve babalarının da çocuklarını emanet ettiği o öğretmenden hesap sormaya tabii ki hakları vardır. Diğer bir husus da; öğrencilerin asıl sahibi olan Yaratıcı’ya karşı taşıdığı sorumluluğu dikkate alındığında bu kutsî görevi ifa eden öğretmenin ne kadar büyük sorumluluklar yüklendiğinin resmi net olarak görülmektedir. Bundan dolayı, ‘’ Alimler,  (öğretmenler) peygamberlerin varisleridirler.’’ (Tirmîzi, ilim 19) beyan-ı Nebevîsinden anlaşılan odur ki; öğretmenlerin, peygamberler gibi dünyalık bir menfaat karşılığı olarak mesleklerini icra etmeleri hiç de doğru olmaz. Madem peygamberler kendi dillerinden Kur’an’laşan beyanlarında ‘ Buna karşı sizden  hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir. ’’buyuruluyor.  (Şuarâ, 26/109) Öyleyse; geçinebilecek kadar maaşı olan bir öğretmen, eskilerin tabiri ile kifaf-ı nefs eder ve öğretmenlik maaşı ile zenginleşmeyi hiç mi hiç düşünmez. Bu kalite ve kabiliyetlere sahip olan Hizmet Hareketi’nin öğretmen kadrosuna bütün insanlık çok muhtaçtır. Kapitalist dünyaya inat, bu beklentisiz ve adanmış ruhlar yeni neslin eğitiminde yepyeni bir çığır açmayı Allah’ın izni ve inayeti ile başarmışlardır. Başarmışlardır ki dünyada 170 ülkenin insanları bunlara kapılarını açtı ve en değerli varlıkları olan evlatlarını bu âl-i cenap öğretmenlere tereddütsüz teslim etti. İnsan köpeğini bile haydut bir kişiye emanet edemezken, 170 ülkenin insanı o güzelim evlatlarını teröristlere mi teslim etti? Böyle düşünen mahlûkatın insanlıktan nasibi olabilir mi? Hasetleri, kin ve nefretleri kalp ve gözlerini, vicdan ve ruhlarını esir almış kişilikler ne derlerse desinler, bu yakışıksız sözler insanlık vicdanında asla yer bulamayacaktır. Buna karşılık kem söz sahibini rezil ve rüsvay edecektir. Bu da inşallah yakında görülecektir. Çünkü hakikatlerin ortak bir huyları vardır. O da uzun süre gizli kalamamalarıdır.              

    Dr. Hüseyin Kara
    09 Eki 2017 13:28
    YAZARIN SON YAZILARI