"Ben ona işkence yapmam. Peygamber bile olsam"

Hamdullah Öztürk

Hamdullah Öztürk

04 Şub 2022 08:54
  • İnsanlara hangi amaçla olursa olsun işkence edilemez; işkence, sistemli bir şekilde uygulanarak bir etnik ya da inanç grubu yok edilemez. Çağdaş hukuk anlayışı açısından da dini hukuk açısından da işkence ve soykırım suçları zaman aşımı olmayan büyük suçlardır.

    İşkence denilince kastedilen şey şudur: “Hukuk dilinde işkence, geniş anlamıyla bir şahsın maddî veya mânevî varlığına yöneltilmiş maksatlı ve haksız eziyeti, acı ve utanç verici tutum ve davranışı, dar ve teknik anlamıyla ise itirafta bulunması için sanığa veya cezalandırma amacıyla suçluya yapılan aynı nitelikteki haksız davranışları ifade eder. (DİA, İşkence maddesi)”

     Allah Teala “Kullarıma işkence etmeyin (Müsned, IV, 172-173)” der. Peygamber Efendimiz de (SAS) dünyada insanlara işkence edenlere Allah’ın âhirette ceza vereceğini bildirir. (Ebû Dâvûd, “İmâre”, 32) Kur’an ayetleri ve Efendimizin beyanları dikkate alındığı zaman görülür ki, işlenen bir suçun karşılığında verilen hukuki cezalar veya başka yol bulunamadığı için savaşmak zorunda kalınması dışında insanlara zarar verilemez. Bu zarar ister vücuduna zarar vermek şeklinde maddi olsun, isterse psikolojisini bozmak ve itibarsızlaştırmak gibi manevi olsun, yasaktır.

     Meseleyi bütün boyutları ile burada anlatma imkanı olmadığı için iki örnek vererek işkencenin en küçüğü ile en büyüğü arasındaki geniş alanı düşüncelere havale edelim. Peygamber Efendimiz insanların yollarda oturup, gelip geçenlere bakmak, gözüyle takip ederek rahatsız etmek gibi şeylerden sakındırır. Eziyet veren şeyleri gidermeye de sadaka der. (Buhari, “Mezalim”, 22-24.) Mesela yoldan geçerken tükürmek veya çöp atarak oradan geçenleri iğrendirecek şeyler yapmak eziyet, manevi bir işkence, yolda gördüğü bu tür şeyleri ortadan kaldırmak ise sadaka, yani ibadettir. Resûlullah’ın, azılı düşmanlarından biri esir alındığında ona işkence yapılmasını isteyenlere, “Ben ona işkence yapmam. Peygamber bile olsam Allah beni de aynı şekilde cezalandırır (Vâkıdî, I, 107)” demiş, savaşta esir alınanlara, düşman hakkında bilgi almak için işkence yapılmasına rıza göstermemiştir. (İbn Hişam 1, 616-617) Bu iki örnek Peygamberimizin işkenceye karşı tavrını gösterdiği gibi aşağıdaki üç ilke de işkenceye müsaade etmez:

     a.   İddia eden ispatla yükümlüdür. Yani devletin polisi üç yüzden fazla kadın ve erkeği emniyete alıp işkence yapıyorsa buna hakkı yoktur. Tam tersine sorguya aldığı insanları hangi iddia ile aldıysa o iddiayı ispat edecek delilleri noksansız olarak ortaya koymak polisin veya onlara emir veren savcının görevidir.

    b.   Kur’an bir topluluğa duyulan öfkenin kişiyi adaletsizliğe sevk etmemesini emreder (el-Mâide 5/8). Yani devlet gücünü elinde bulunduranlar hislerine göre ve keyfi davranamazlar. O gücü ancak adalet ve hukukun gereğini yerine getirecek şekilde kullanabilirler. Aksi zulüm olur.

    c.   Bir kimse suçu kesinleşmediği müddetçe suçlu olarak kabul edilemez. Dolayısıyla o kişilere suç uydurabilmek için işkence yapılamaz. Suçu kesinleşmeden hapse atmak da işkencedir.

     Hz. Peygamberin uygulamaları ve temel ilkeler ortada iken, İslam’ı dilinden düşürmeyenlerin Türkiye’de işkenceye yol vermesi ve işkence yapanlara göz yummaları, hatta ödüllendirmeleri İslam ile  bağdaştırılamaz. Siyasetin gerçekleri, iktidarı elinden kaçırmama tutkusu insanları aldatır. İnançlarını feda ettirir. Bediüzzaman’ın dediği gibi, Ömer b. Abdülaziz ve Abbasi emirlerinden Mehdi gibi fevkalade züht hayatı yaşamaları lazım ki, iktidar elitleri dinlerini siyasetlerine feda etmesin. (Bediüzzaman, Mektubat, 108.)

     Yapılanalar işkenceyi geçmiş soykırım olmuştur

    Bugün Türkiye’de Gülen Hareketi mensuplarına yapılanlar işkence kelimesinin ifade ettiği manayı çok aşmış ve soykırım seviyesine ulaşmıştır. Çünkü işkenceler maznun şahıslarla sınırlı kalmıyor, onların yakınları, akrabaları, çocukları, avukatları ve hatta işinden atılanlara ve hapse tıkılanların çoluk çocuğuna insani yardım yapanları da cezalandırarak hayatı yaşanmaz hale getirmiştir. Bu yapılanların ne İslamiyet ile bir alakası vardır ne de insaniyetle!... Emniyet sorgusunda ya da hapishanelerde işkence yapan ve onlara yol verenler bilmelidir ki, yapılanlar insanlık suçudur. Bu suçu işleyenler dünyanın neresinde ve ne zaman olursa olsun yakalanır ve cezalandırılırlar. İşkence bumerang gibidir. Birgün mutlaka döner ve işkencecileri vurur.

    Bir kutsî hadiste Allah’ın, “Kullarıma işkence etmeyiniz” buyurduğunu bildiren (Müsned, IV, 172-173) ve, “Dünyada insanlara işkence edenlere Allah da âhirette ceza verir” diyen Resûl-i Ekrem (Müslim, “Birr”, 117-119; Ebû Dâvûd, “İmâre”, 32), işkencenin insanı yeryüzünün efendisi olarak yaratan Allah’a karşı da bir saygısızlık olduğuna işaret eder. Doktrinde üzerinde hassasiyetle durulan husus, tutukluluk halinde sanığa suçunu itiraf etmesi için baskı ve işkencenin uygulanmamasıdır. Suç itirafının sözlü şekilde ve mahkemede yapılması halinde geçerli olması ilkesi de yine bu amaca yönelik bir tedbirdir. Ancak İslâm hukukçularının bu yaklaşımı, sanığın toplumda iyi tanınan veya durumu bilinmemekle birlikte sabıkası da bulunmayan bir kimse olması halindedir. Maddî baskı ve işkence altında zihnî fonksiyonlar düzenli çalışmayacağından bu şartlarda verilen bilginin ve yapılan ikrarın gerçeği yansıtması şüphelidir. Ceza hukukunda şüphe suçun ispatı önündeki en büyük engeldir ve şüpheli durumdan sanık yararlandırılır. İkrah altında Allah’ı inkârın hüküm ifade etmeyeceğine ve zorlanan kimseden sorumluluğun kalktığına dair naslar (en-Nahl 16/106; Buhârî, “İkrâh”, 1, “Megazî”, 10, 13, 28; İbn Mâce, “?alâ?”, 16) Resûl-i Ekrem Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte Uhud Dağı’na çıktığı bir sırada dağ sallanınca “Ey Uhud, sakin ol! Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehid var” demiştir (Buhârî, “A??âbü’n-nebî”, 5; Tirmizî, “Menâ?ıb”, 18; Müsned, III, 112).

    Hukuk dilinde işkence, geniş anlamıyla bir şahsın maddî veya mânevî varlığına yöneltilmiş maksatlı ve haksız eziyeti, acı ve utanç verici tutum ve davranışı, dar ve teknik anlamıyla ise itirafta bulunması için sanığa veya cezalandırma amacıyla suçluya yapılan aynı nitelikteki haksız davranışları ifade eder. İlkeler:  

    a. İddia eden ispatla yükümlüdür.
    b. Kur’an bir topluluğa duyulan öfkenin kişiyi adaletsizliğe sevketmemesini emreder (el-Mâide 5/8).
    c. Bir kimse suçu kesinleşmediği müddetçe suçlanamaz: Fıkıhta bir kimsenin aksi ispat edilmediği sürece suçsuzluğu ve borçsuzluğu esas alındığından sorgulama aşamasında sanığa işkence yapılması câiz görülmez ve suçu sabit olmadığı sürece kendisine suçsuz muamelesi yapılması istenir. İbn Hazm başta olmak üzere bir grup fakih, bu ilkeden hareketle suçluluğu kesinleşmedikçe sanığın hapsedilmesini dahi uygun bulmaz (el-Mu?allâ, XIII, 25-27).



    04 Şub 2022 08:54
    YAZARIN SON YAZILARI