İlahi Dergah’ın Kapısına Dokunmadır Kurban

Fikret Kaplan

Fikret Kaplan

10 Tem 2020 10:33

  • Kurban, O’nun (cc) kapısının tokmağına dokunmadır…
    O kurbana niyet etme bir dokunmadır…
    Ücretini hazırlama bir dokunmadır… 
    Gitme bir dokunmadır… 

    ‘Bu bayram da evde yokuz deyip!’ o mağdurlara kurban götürme… 

    Ne olursa olsun, hangi engel önüne çıkarsa çıksın yine insanlığa hizmet coşkusuyla kurban isteme, gezip onları dağıtma… 
    “İyi misiniz, başka bir isteğiniz var mı?” deme…
    O bir parça et ile birlikte tebessümü, iyilik duygusunu… hediyeleri, oyuncakları… götürme o tokmağa ayrı bir dokunmadır… 

    Zilhicce’nin o ilk günlerinde… Arefe ve Bayram gibi mübarek zaman dilimlerinde mazlumlar için daha bir yana yakıla inleyip dua etme Rahmete bir dokunmadır!.. 

    Kement vurulmuş, ellerine-ayaklarına zincir vurulmuş…
    Hürriyetleri ellerinden alınmış, çocuklarından ayrılmış, eşlerinden koparılmış mağdurları, mazlumları, mehcûrları…
    Mahrumiyet içinde, ma’zûliyet içinde yaşayanları…düşünüp vefanın gereği onların adına birer kurban kesme bugün belki İlahi Dergah’ın kapısının tokmağına en etkili dokunmadır… Onların adına çok güçlü ve etkili bir paratonere başvurmadır… 

    İnsan vefat etmiş anne babası, yakınları ve büyükleri için dua ve istiğfarda bulunabilir, Kur’an okuyabilir, sadaka verebilir, hac ve umre yapabilir… sevabını onlara bağışlayabilir.
    Ama geçmişlerimiz ve özellikle de bu süreç boyunca vefat eden tanıdıklarımız, arkadaşlarımız, kardeşlerimiz adına kurban kesmek -inşaallah- onların ruhlarını memnun ve mesrur edecektir… 

    Bütün bunlar, O’nun (cc) kapısının tokmağına dokunmadır… Böyle bir fırsatı neden kaçıralım ki?!!

    ‘Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti…’ (Mâide Suresi, 27-29)

    Kâbil ve Hâbil, her ikisi de kurban emrine muhatap olunca, Kâbil, koyun kesmeye yanaşmamış, ürünün iyi kısmından kurban etmeye de kıyamamış ve kıymetsiz başaklardan oluşan bir demeti kurban olarak arz etmişti. Halbuki, bu nimetlerin bütününü ona veren Allah’tı (cc) ve Allah’ın onun vereceği herhangi bir şeye de ihtiyacı yoktu. Amaç onun niyetini ölçmekti. 
    Hâbil ise, beğendiği bir koyunu kurban etmişti. Çünkü, değil mi ki Rabbi ondan bir kurban istemişti, en iyisini, beğendiğini getirip vermişti. Hâbil’in kurbanı kabul görmüş, Kabil’inki ise adeta yüzüne çarpılmıştı. 

    İşte, daha o dönemde, insanoğlu Allah’ın koyduğu ibadet kurallarına kendi mantığını ve tasarruflarını karıştırmaya başlamış, kurbanı kendi manasından çıkarıp onu bir uzaklık sebebi haline getirmişti.

    Aslında bütün ibadet ü taatlerde Allah’a kurbeti hedefleme, O’nun (cc) kapısının tokmağına bir dokunmadır… 

    “Allah’ım, ben bu ibadetimi Senin için yaptım.” deme ve bunu içten içe duyma İlahi Dergah’a dokunmadır... 

    Kurban ibadetini eda ederken de kasdü’l-kalb olarak tarif ettiğimiz niyeti çok sağlam tutmak… 
    Canın yongası olan malını verirken aynı zamanda verebileceği şeyleri de hatırlamak ve emre amade olduğunu göstermek dokunmadır… 

    Nitekim Hazreti İbrahim ve İsmail’in (as) durumu anlatılırken:

    “İkisi de Hakk’a inkıyat edip teslim olunca O, kurban etmek üzere oğlunu yere serdi.” (Saffat Suresi,103) buyrularak, onların ubûdiyetteki sırrı ve emre itaatteki inceliği kavradıklarına ve ona göre bir tavır aldıklarına işaret edilmiştir.

    O yüzden, Kurban, “yaklaşmak” manasına gelmekte ve Allah yolunda malın, canın, her şeyin feda edilebileceğini, Allah’a teslimiyeti ve O’na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı ifade etmektedir. 

    Eğer bir insan kurban ibadetini baştan böyle sağlam bir niyete bağlarsa, hazırlık içerisine girerse onun kurbanla ilgili bütün fiilleri ibadet hükmüne geçecek ve İlahi Dergah’a yaklaşacaktır…dokunacaktır…   

    Zilhicce’nin ilk on gününde başlayan ve Arafe günü İhlâs Sûresi’nin zikri ile devam eden bu Kurban hazırlığının, teşrik tekbirleri ile küllileşmesi, duyguları yüceltmesi, tefekkürü enginleştirmesi... 
    Mahlûkatın halifesi ünvanıyla insanın, Rabbin dergâhında, masivadaki zikirleri takdim ederken diğer yandan kurbanla sosyal hayattaki birliktelik ve uhuvvete destek vermesi...İlahi Dergah’a bir dokunmadır. 

    Böylece, bütün bunların yapılmasını sembolize eden kurbanı da telef olmayıp, burada dağıtılınca bitmeyip sıratta ona burak hizmeti mertebesiyle mükâfatlandırılacaktır… 

    İşte kurban mevsiminde, kurbanla hiss-i semahatlerin ortaya konulması, gönüllerin fethedilmesi ve kesilen kurbanların etlerinden yedirilmesi, O’nun (cc) kapısının tokmağına bir dokunmadır. İlahi Rahmete bir davetiyedir…

    Bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, Cenâb-ı Hak kesilen kurbanları sahipleri için öbür tarafta en çok ihtiyaç duyacakları yerde bir binek yapacaktır. Bu durum karşısında insan orada bir taraftan takdir duyguları, diğer taraftan da taaccüp hisleriyle “Acaba şu kurbanlardan hangisine binsem?” diyecektir.

    Ama, o mübarek kurbanın hem kendimiz hem de bugün enkaz altında kalan arkadaki kardeşlerimizin kurtuluşuna vesile olması için gecemizi gündüzümüzü Rabbe açılan rampalar olarak düşünmeli ve Dergah-ı İlahiye’nin kapısının tokmağına sımsıkı sarılmalıyız. Rabbimizden kesilecek Kurbanlar hürmetine, Arafat’ta kalkan eller hürmetine ferec ve mahreç dilemeliyiz.   

    Böyle bir şeyin şerefesinde miyiz, arefesinde miyiz, arefeyi bayrama bağlayan gecesinde miyiz? Onu kestirmek mümkün değil! Fakat inşaallah Kurban vesilesiyle o meseleye ümit içinde yakın duruyoruz. Yakın duranları da Allah (celle celâluhu) hizlana, hicrana maruz bırakmaz.

    Bugünleri değerlendirme adına atacağımız her adım, her an, her söz o kurban mevsimi bitinceye kadar peşi peşine hiç yılmadan usanmadan dua etmek gibi bir ibadettir... 
    Bu fiili ve kavli dualara ne zaman icabet edileceğini ancak Cenâb-ı Hak bilir. 
    Biz ‘Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver.’ (Kevser Suresi, 2) ilahi emre karşı vefamızı, sadakatimizi, samimiyetimizi, sabit-kadem olduğumuzu ortaya koymuş olursak; O (cc) da ahlak-ı sübhanisiyle bize muamelede bulunacaktır… 

    Allah’ın rızası gözetilerek yapılan en küçük işin dahi dergah-ı ilahîde çok kıymetli olduğu, kesilen kurbanların yeryüzünün dört bir yanında akıtılan kanları durduracak bir paratoner olarak da görülebileceği, Hak katında böyle bir vesile sayılabileceği ve Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden bunun da beklenebileceği belirtiliyor…

    Yüce Allah, Recep, Şaban ve özellikle de Ramazan günlerini nasıl iyi değerlendirip Kadir Gecesi’ne ulaşmamızı istiyorsa aynen onun gibi Kurban Bayramı’na da Zilhicce’nin ilk on gününü maneviyatla geçirip bu mübarek bayram sabahına ulaşmamızı murad ediyor. 

    Ve Kurban Bayramı’nda kesilen kurbanlara Bediüzzaman’ın işarî bir müjdesi var:

    “Rahmân’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda mücâhede işinde vefat eden bir nefere şehâdet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, ahirette cismânî bir vücud-u baki vererek Sırat üstünde sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor.”

    Madem, kurban olarak kesilen o koyuna, o davara ahirette cismani bir vücud-u baki verilerek Sırat üstünde sahibine burak olma mertebesi verilecek o halde o bineğe binecek olan sahibi de ona binecek keyfiyette olmalı. İçte ve dışta çok iyi hazırlık yaparak bu maneviyatı yakalamaya çalışmalı. Yoksa Kurban, bayram sabahı uyanıp kan akıtıp sadece et dağıtmak demek değildir. Nitekim:

    “Fakat onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Lâkin O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır, Allah saygısıdır.” (Hacc Suresi, 37) âyet-i kerimesinde bu hususa işaret edilmektedir. Evet, eğer insan Allah’la irtibat, Allah’la münasebete geçme veya Allah’ın muamelesine bir vesile olması gibi mülâhazalara gönlünü bağlayarak bu ibadeti ifa ederse, öbür tarafta çok farklı zenginlik ve sürprizlerle karşı karşıya kalacaktır. 

    O halde, “Allah’ım, Sen benden hayvan boğazlamamı istedin, ben de bu emri yerine getiriyorum. Eğer kendimi boğazlamamı emretseydin ben seve seve bu emri de tatbik ederdim. Eğer dinimi, namusumu, nefsimi, malımı veya ülkemi müdafaa adına bir gayret gerekiyorsa ben ona da amade ve teşneyim.” diyerek Rıza ufkunda niyetimizi samimi olarak ortaya koymalıyız…  

    Burada yapılan bütün bu ameller, bir yönüyle basit ve küçük görülebilir. Fakat öte tarafta bunlar geriye döndüğünde hayret ve şaşkınlık içerisinde:

    “Allah’ım, Sen ne ganiymişsin. Bu küçük şeyleri aldın, nemalandırdın, büyüttün, genişlettin, farklılaştırdın, ebedileştirdin ve şimdi de bize sunuyorsun.” diyeceğiz. 

    Bu açıdan burada kurban ibadetini bir iç zenginliği ve kalp itminanıyla yerine getirmek için öncesinde çok iyi hazırlık yapmalı ve bu Kurban mevsiminde bize düşen ne gibi sorumluluklar varsa hakkıyla yerine getirmeye gayret etmeliyiz.  

    “Ağacın altında seninle biat ettikleri zaman…” (Fetih, 18)

    Son olarak… Hudeybiye Seferi ve Fetih Suresinde geçen Rıdvan Biat’ı da içinde bulunduğumuz Zilkade ve Zilhicce’nin o maneviyatlı günlerinde olmuştu.

    Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Hudeybiye’de: 
    “Allahü Teâla, bana biât yapılmasını emretti!” diye seslendi.
    Müslümanları Allah yolunda dine sahip çıkmaya çağırdı. İlk biat eden Ebû Sinan el-Esedî oldu. “Rasûlullah (s.a.s.)’in gönlündeki muradı ne ise, onun gerçekleşmesi üzerine biat ediyorum.” dedi.

    Hudeybiye’de bodur bir ağacın altında bütün Müslümanlar sırayla Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) ellerini tutarak bağlılıklarını bildirdiler. 

    Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Osman adına da bir elini diğeriyle tuttu, onu da böylece bîata kattı. Yalnızca Cedd b. Kays adlı münâfık, devesinin arkasında gizlendi, bîata katılmadı.

    Cenâb-ı Hak, bu biâtta bulunan Müslümanlardan razı ve memnun olduğunu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyân eder:

    “And olsun ki, o ağacın altında sana bîat eden mü’minlerden Allah râzı oldu. Kalplerinde olanı bildiği için Allah onların üzerine sükûnet ve emniyet indirdi ve onları yakın bir fetihle mükâfatlandırdı. Elde edecekleri pek çok ganimetleri de onlara nasip etti. Çünkü Allah’ın kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır.” (Fetih Sûresi, 18-19)

    Şimdi biz de sahabenin o gün içinde olduğu o ağır şartlar içerisindeyiz ve Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) eli elimizin üzerinde. Gelin bu hizmetlere sahip çıkacağımıza dair O’na söz verelim. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Osman adına bir elini diğeriyle tutarak onu da bîata kattığı gibi biz de hapishanede, zindanda, hücrede kalmış arkadaşlarımızın elini, elimizle birlikte manen Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) elinin altında tutalım ve ilk biat eden Ebû Sinan el-Esedî gibi:

    ‘Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) gönlündeki muradı ne ise, onun gerçekleşmesi üzerine biat ediyorum ve Nam-ı Celil-i Muhammedî’yi dünyanın her yerine ulaştırmak için bütün gayretimi sarf edeceğime söz veriyorum.’ diyelim.

    Zilhicce’ye ve Kurban’a yaklaştığımız bugünlerimiz mübarek olsun, Rabbim bu Kurban’ı hizmetlerimiz için hayır ve bereketlere vesile kılsın.

    10 Tem 2020 10:33
    YAZARIN SON YAZILARI