Euro’dan… Dolar’dan… Daha Büyük Bir Kayıp!

Fikret Kaplan

Fikret Kaplan

25 Kas 2021 14:47

  • İnsanlığa Hizmet Etmeyi Gaye Edinmiş Samimi Öğretmenlerimize…

    Bugün ülkede etkisini göstermeye başlayan ekonomik çöküntü herkesin gündeminde… Ama bu çöküntüden çok daha büyük… telafisi imkansız kayıplar yaşanıyor zaten ülkede… Gayyalara yuvarlanmasına neden olacak çok şiddetli yıkılışlar… Bir neslin yok edilmesi… ifsad edilmesi…  Bundan daha dehşetli bir çöküş mü olur? 
    Bu yıkımı yıllar öncesinden görüyor masum bir adam Eskişehir Hapishanesi’nin penceresinde…  Derinden derine inliyor iç yakan bir hüzün nağmesiyle. İnsanların ağlanacak hallerine aldırmamasına ağlıyor. İstikbali gören merceğiyle onların akıbeti hakkında endişe ediyor.  
    Manevî bir sinema ile karşısındaki lisenin büyük kızlarının elli sene sonraki vaziyetleri görünüyor ona. Onların bir kısmının hayatın gayesini anlamadan kabirde toprak olup azap çekmesine; diğer kısmının da yetmiş-seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğini kaybetmiş, sevgi beklediği nazarlardan nefret görmesine üzülüyor. Onların o acınacak hâllerine ağlıyor, kendi dertlerine değil.
    Hücrede tam bir tecrid içerisinde kendisine çok şiddetli işkenceler yapılmasına aldırmıyor o. Sular içerisinde, karanlık ve soğuk bir hücrede 12 gün tutulması da heyecanını söndürmüyor onun. Öldüğü sanılarak tam 12 gün sonra hücresinin kapısının açılmasını da dert etmiyor. O hücreden çıkar çıkmaz pencereden şahit olduğu bu hadiseye üzülüyor. İnsanların ebedi bir ölümle ölmesinden korkuyor. Yağmur olup akıyor gözyaşları. Hapishanedeki arkadaşları onun gördüğü zulümler yüzünden duygulandığını zannedip soruyorlar ona ne olduğunu. 
    Gözyaşları içerisinde:
    “Şimdi beni kendi hâlime bırakınız, gidiniz.” diyor o büyük adam.
    Ne Rus kumandanı ne 31 Mart vakası ne Hurşit Paşa ve ne Mahmut Şevket Paşa… ne esaretler, zehirlemeler, sürgünler ve ne baskı rejimleri yıkamamış o Çağın Eşsiz Güzeli’ni… Ama, mahzun bir gönül… ebedi hayatını mahveden bir nesil görünce üzülüyor, yıkılıyor işte… Yüksek bir kaleden düştüğü an bile kendi canı ve hayatı aklına gelmiyor. Dâvâsını, insanlığa hizmeti düşünüyor. Sesinin çıktığı kadar bağırıyor:
    "Dâvâm, Dâvâm!" diyor. 
    İnsanlığın bekasına hizmet etmek onun nazarında öyle değerli bir şey olmuş ki, o meseleyi dâvâ edinmiş, onu hayatının gâyesi bilmiş; o dâvâ uğruna maddî-manevî her türlü fedakarlığı göze almış.. Ve "dâvâm" diyen bu adam zindanın penceresinden bir neslin yok edilmesine ağlıyor…
    Kaybettikleri şeylerden habersiz olmalarına, gamsızlıklarına, rahmetten uzak kalmalarına ağlıyor!...
    Duygularının dumura uğrayışına ve hoyratlaşan gönüllerine ağlıyor!...
    Bugün o büyük dava adamının yerinde, yüzbinlerce masum insan duruyor o hapishane pencerelerinde. 
    Yiğitliklerin sergilendiği bu topraklar daha vahim bir durumda… çok daha tehlikeli bir yıkımla karşı karşıya… Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “… Eskiden tehlikeler hâriçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı… Şimdi tehlikeler içerden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz; çünkü düşmanı sezemez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder…”
    Milyonlarca Hizmet gönüllüsünü, insanca yaşama haklarından mahrum eden insafsız kimseler, gövdenin kılcallarına kadar sızmışlar. Cehennemi bir zindan haline getirmişler Mübarek Anadolu’yu. Yeryüzünde melekliği temsil eden hayırlı insanlara karşı akla hayale gelmedik isnatta, iftirada, tezvirde, tahkirde, tezyifte bulunuyorlar. Kendi karakterlerini ortaya koyuyorlar. Dilsiz şeytan kesilen hasetçiler de bunun nasıl bir soykırım olduğunu görmüyorlar… Görmek istemiyorlar… Hasetleri, kıskançlıkları… menfaatleri kör etmiş gözlerini… taşa çevirmiş vicdanlarını, insaflarını…
    Ne gurbettir çöken İslâm’a İslâm’ın diyârında?
    Umar mıydın ki: Ma’bedler, ibâdetler yetîm olsun?
    Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?
    Umar mıydın: Cemâ’at bekleyip durdukça minberler,
    Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?
    M. Akif
    Gelecek zaman bu soykırımı kör gözlerinin önüne koyacak. Şu anda bile, azıcık insanlıklarını unutmamışlarsa gelecekte zamanın göstermesinin karın ağrılarını çekmeye başlamışlardır. Bugün olmasa da yarın mutlaka bu hakikatleri görünce kafalarını duvarlara vuracaklar.
    Çünkü, ülkesine, vatanına, milletine, dinine, diyanetine ve kültürüne hizmet etmediği zaman yaşamayı abes sayan insanlar zulme maruz bırakıldı.
    ‘Bu gayeler uğrunda yaşıyorsam yaşamamın bir manası var, yoksa abes yaşamaktan, bu dünyada boşuna yer işgal etmekten sana sığınırım Rabbim!’ diye her gün dua dua yalvaran insanlar cadı avına tabi tutuldu…
    Bugün memleketin her bir bucağı olmuş Eskişehir Hapishanesi. Suçsuz insanlar sürüklenmişler zindan köşelerine. Sadece onlar değil, onlarla birlikte eşleri, çocukları, bebekleri, yaşlı anne-babaları da koparılmış hayattan. Bu sefer masum insanlara duyulan kinin sınırını kestirmek çok zor. Zira, daha önce pek yaşanmamış böyle bir düşmanlığın benzeri. 
    Ve şimdi onlar ağlıyorlar… şefkatli bir hüzün, şaşkın bir teessüf ve sevgi dolu bir hasretle... 
    Bu güzel insanların yerine, caniler, esrarkeşler, katiller salınmışlar sokağa, şehre…okul kapılarına.. Taşlar bağlanmış, melek misal insanlar zincirlenmiş… 
    Samimi gönüller, Üstadları gibi gözyaşları içinde izliyorlar gencecik nesillerin yok edilmesini. Demir parmaklıklar, mahzenleri andıran ıslak, nemli duvarlar engelliyor onlara uzatılacak elleri… 
    Ne o büyük adamın pencereden izlediği raks eden kızlar kalmış okul bahçelerinde ne de kalp ve ruh hayatı… Şimdi her şey daha bir kötü olmuş… Gençlerin kafası bulanık, baygın baygın bakıyorlar hayata… Her şeyi maddede arayan körlüğün paletleri altında ezilip preslenmişler... yapışmışlar nefsin aldatan isteklerine. 
    Bir zamanlar, Hizmet sevdalılarının ellerinde mefkure sahibi olan bu gençler, yürekler acısı bir manzara sergiliyor. Sindirilmiş, azmi kırılmış, çeşitli oyunlarla birbirine düşürülmüş. Çarpık fikirli, zayıf iradeli, azimsiz, şuursuz ve gayesiz bir nesil.
    Hizmet düşmanlığında birleşen insafsız kalpler, insanı çıldırtacak şekilde basit bir menfaat arzusuna tutulmuşlar. Ülkede olup biten bu tükenişleri, zulümleri ölüm sessizliği içinde seyrediyorlar… Filmde izledikleri bir sahne kadar dahi üzülmüyorlar bu medeniyet beşiğinin yağmalanmasına…talan edilip yok edilmesine…
    Ülkenin bir zamanlar destanlar yazan cesareti, kahramanlar doğuran aklı ve ilmî gücü koparılıp atılmış zindana. Bozguncuların, fesat ve süfyan şebekesinin tahribatına karşı tamir yolunu tutup can siperane mücadele edecek olan o garipler… o sevdalı öğretmenler, kederle izliyorlar bunları hapishane penceresinden…
    Bu ülkenin sözde Müslüman evlatları, bu masum insanlara kin duymakla, amel defterlerini sevapla doldurduklarını zannediyorlar… Onun için, öfke duydukları o masum bebekler eriyip giderken zindanlarda ya da hicret yollarında, bu insan namını taşıyan zavallı canlılar, güzelim ülkenin ne kadar büyük bir yıkıma uğradığını fark etmiyorlar bile…   
    Garip Hizmet insanları bir hapishane penceresine mahkum edilmişler; ama uğrunda ölecekleri kutsal düşüncelerine halel getirmemişler. Haksızlık karşısında eğilip bükülmemişler. Bir menfaate alınıp satılmamışlar. Onlar ki, kendi kurtuluşları kadar şu kendilerine zulmedenlerin evlatları için de kurtuluş yolu arıyorlar. Ne kadar sevgi dolu yürekler ki, her şeye rağmen hapishane pencerelerinden ülkenin evlatları için gözyaşı döküyorlar! 
    Ve ne mutlu onlara ki, Eskişehir Hapishanesi’nin penceresindeki o büyük adam: 
    ‘Kardeşlerim! Sizin hapis meyveleriniz, benim nazarımda firdevs meyveleri gibi hoştur, kıymetlidir. Benim sizler hakkında büyük ümitlerimi ve dâvâlarımı tasdik ve tahkik ettiği gibi, tesanüdün kuvvetini pek güzel gösterdi.’ diyerek onları övüyor. (Şuâlar, On Üçüncü Şuâ) 
    Ve ne bahtiyar o insanlar ki, kader onlara bir vazife taksimi yapmış. O hapishane penceresinde olmayan diğer kardeşleri, evlerine dönmeyen o yüz binlerce sahabeler gibi gittikleri yerlerde toprağın bağrına düşüp oraları yeşertmek için hicret yollarına düşmüşler…  
    Hazan mevsiminde olduğu gibi yaprak yaprak dökülüşün, çiçek çiçek soluşun arkasından yeniden varoluşun kapısında duruyor o Hizmet erleri. Kaybettikleri mallarından, gençliklerinden, makamlarından müteessir değiller. Sonsuza ermedeki hazzı kavramış olduklarından hallerine şükrediyorlar. Bu ağır süreç onlarda ebedi aleme karşı ciddi bir iştiyak uyandırmış.  
    Geride, o hapishane pencerelerinde kalan arkadaşlarına karşı çok merhametli, şefkatli ve vefalı bunlar. Bütün insanlığı himmetleri yapmanın sevdasıyla gurbete çıkmışlar. Gerektiğinde sevdaları için arzularını yüreklerine bastırmasını bilen gönüllüler bunlar. Sarsılmaz, yılmaz, dönmez, şefkat ve merhamet abidesi insanlar. Elleri tek bir şey için işleyecek, kafaları tek bir şey için çalışacak, ayakları tek bir şey için yürüyecek… koşacak: İnsanlığın huzur ve bekası…    
    ‘Şimdi gel sen de dikenler içinde olsan bile, bu davaya omuz ver, gül türküleri söyle! Çevrene yumuşatıcı nefeslerle bir şeyler fısılda! Toparlan, gönlüne açıl ve gelip ruhunun üzerine çöreklenen rahatlık cadısını kov! 
    Ah u enine hasret seccadene koş ve iniltilerini gözyaşlarınla nefeslendir! Nefeslendir ki bu ah u efgan ve bu mübarek damlalar, değil geçici karanlık ve dünyevi ateşleri, Cehennemin kıvılcımlarını dahi söndürüp, ateşin bağrında “berd u selâm”lara inkılap edecektir. 
    Çevrendeki sisten-dumandan endişe edip geri durma! Atmosferine çarpan meteor taşlarıyla sarsılma! Feleğin dölyatağında gerinen mutlu yarınları gör ve rüyaların Hira’sında, hülyaların Tur’unda Sonsuz’dan gelen nefesleri duymaya çalış!”  ***

    25 Kas 2021 14:47
    YAZARIN SON YAZILARI