Harun Hoca

Ercümend PERVER

Ercümend PERVER

13 Nis 2017 13:44
  • Görgüsüzlüğü, doyma bilmeyen açlığı, yedikçe azmışlığıyla; insafın semtine uğramadığı, iflah olmaz kin dolu beyniyle, tımarhanelik ruh haliyle, peşinden giden sürüleri yalan ve hurafelerle yallalayan, attığı iftiralara, anlattığı masallara, yaptığı şirretliklere birkaç paket makarna birkaç yüz kilo kömüre oleyy çektiren, rakiplerine kurduğu gayrıahlaki tuzaklara; “Efendim kanunları zorluyoruz sıkıntı olmasın” diye uyaranlara çemkirip, kimseye aldırış etmeyen, cirmine rağmen kirlettiği alan haddi aşan Yezit soylunun biri tarafından aşığı olduğu meslekten, bir zamanlar kendisinin de selam ve hürmetlerini televizyon ekranlarından dillendirdiği, dünyanın hürmet ettiği bir insanın onlarca kitabından birinin haysiyet fukarası bir meslektaşının evinde görüp ihbar etmesi sonucu mesleğinden ihraç edilip, açlığa terkedilen Harun öğrenmenle pazarda pazarcılık yaparken karşılaştık.

    Yıllardır dişinden tırnağından artırarak aldığı arabasını aşık olduğu meslekten ihraç edilince ailesinin rızkını temin etmek için satıp pazarcılığa başlayan Harun öğretmen o gün ilk defa pazara çıkıyordu. 

    Yine kendisi gibi mesleğinden ihraç edilmiş bir arkadaşının uzun zamandır ısrarlı  tavsiyesiyle bu işe başlamıştı. Pazara çıkacağı günün gecesi heyecan ve endişeden sabaha kadar uyku girmemişti gözüne. Kendisi gibi öğretmen olup yine kendisi gibi mesleğinden ihraç edilen eşi Sûzan Hanım ne kadar cesaretlendirip yarınki pazar için Harun Hocayı psikolojik olarak hazırlamaya çalışsa da Harun Hocanın endişeleri vardı. 

    Ömründe ilk defa ve daha önce hiç yapmadığı bir işi yapacaktı. Hem pazardan yer de kiralamamıştı. Gerçi kiralamak istese de vermezlerdi. Malum, başına “F” harfi koyarak terörle suçladıkları bir gerekçeyle. Zira daha evvel mesleğinden ihraç edenlerin partisine mensup bir şom ağızlı yetkili, ihraç edilenleri kastederek; “Ağaç kökü yesin kabuk kemirsinler” demişti. Bu herzeleri yiyenler Harun Hoca gibilere hiç pazarda yer verirler miydi. İşte bu yüzden daha önce televizyonlardan gördüğü zabıta pazarcı tartışmalarını şimdi kendisinin yaşama ihtimali çok yüksekti. Tezgahına el koyarlar veya tezgahını devirirlerse emekleri de boşa gidecek belki şevki kırılıp bir daha pazara çıkmaya cesaret de edemeyecekti. Bunu bilen eşi Sûzan Hanım Harun Hocaya moral vermeye çalışıyordu ama nafile. Harun Hocanın uykusu kaçmıştı bir defa. O gece sabaha kadar uyuyamadı. Dile kolay, tam yirmi bir yıldır bu milletin evladına erdemli insan olmayı öğreten haya abidesi bir “edebiyat” öğretmeniydi. Şimdi ise ondan “Domates biber patlıcaan” diye bağırması isteniyordu.

    Sabaha kadar yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duran Harun Hoca sabah ezanları okunurken iki üç gündür stresini yaşadığı bu ana gözleri kızarmış olarak başlıyordu. Sûzan Hanım sabah namazından sonra hem okula gidecek çocukların hem pazara gidecek eşi Harun Hocanın kahvaltısını hazırlayıp sofraya davet etti. Kahvaltıdan sonra çocuklar babaları Harun Hocaya bol kazanç dileyip sonra okulun yolunu tuttular. 

    Vakit gelmişti. Harun Hoca sebze kasalarını daha önceden ayarladığı seyyar tablaya yerleştirip pazarın yolunu tuttu. Niyeti pazarın girişinde veya çıkışında bir yer belirleyip orada rızkını arayacaktı. Pazara yaklaşırken heyecandan elinde olmadan kalbinin ritimleri yükselmişti. Bu heyecanı yıllar evvel ilk derse girdiği anda da yaşamıştı. O zaman sevdiği mesleğe başlamanın verdiği heyecandı şimdi ise mecburiyetten, utangaçlıktan ve zabıta korkusundan yaşıyordu bu heyecanlı hali.

    Önce pazarın girişine doğru yöneldi. Ama girişte zabıtayı görünce ilk sokaktan yolunu pazarın çıkışına çevirdi. Arka sokaklardan içinde bin bir endişeyle pazarın çıkışına geldi. Önce pazarın biraz uzağına park etti seyyar tablasını. Bir müddet orada oyalandı. Gelen giden yoktu. Karar verdi pazara biraz daha yaklaşacaktı. Ürkek adımlarla ilerlerken adeta ayakları hep geri geri gidiyordu. Pazara yaklaşırken bir iki kişi fiyat sorunca sebzelerin üzerine fiyat yazmadığını fark etti. Ama yanında sebzelerin üzerine fiyatını yazacağı karton veya biraz kalınca kağıt da yoktu. Sorduklarında ise utana sıkıla cevap veriyordu. “Hay aksi” diyordu “İlk günden hata ettik.” Oysa Harun Hocanın hiç konuşmaya niyeti yoktu. İnsanlar sebzelerin üzerinde fiyatını görecek “Ver şundan iki kilo” diyecekler Harun Hoca da tartıp verecekti. Kendi kendine “Yahu Harun hoca böyle pazarcılık mı olur? Elbette, konuşacaksın insanlar pazarlık yapacak. Onları ikna edip mal satacaksın sende amma beleşçisin” diye kendi kendini eleştirmeye başladı. Biraz cesaret gelmişti.

    Pazarın çıkışına biraz yaklaştığında saatler epey ilerlemişti ve görünürlerde de zabıta filan yoktu. Pazarda curcuna vardı. Bağırtılardan kimin ne dediği ve kimin ne sattığı anlaşılmıyordu. Harun Hocaya biraz daha cesaret gelmiş kısık sesiyle o da “Domatees” diye utana sıkıla ancak yanındakinin duyacağı kadar bağırmaya başlamıştı. 

    Bu arada eşi Sûzan hanım evdeki işleri bitirmiş Harun Hocaya yardımcı olmak için pazara gelmişti. Sûzan Hanımın da tahmin ettiği gibi Harun Hoca pazarın çıkışına tablasını park etmişti. Sûzan Hanımın Harun Hocayı pazarcılık yaparken görmesi içini burkmuştu. Harun Hocaya belli etmemeye çalışsa da Harun Hoca Sûzan Hanımın hüzünlendiğini fark etti. Eşini hüzünlü görünce onu neşelendirmek için yüksek sesle “Domatees” diye bağırmaya başladı. Ve arkasından “Nasıl hayatım becerebiliyor muyum” diye espri yaparak Sûzan Hanıma tebessüm ettirmeyi başarmıştı. Suzan Hanımın tebessümüyle dünyalar Harun Hocanın olmuştu. Bir anda gam ve gaseveti dağılmış içini bir neşe kaplamıştı.

    Sûzan Hanım tebessüm etmişti etmesine de ardından bu manzara karşısında kendini tutamamış gözyaşlarına hakim olamamıştı. Ama kendini salmak istemiyordu. Tezgahın arkasına Harun Hocanın yanına sokuldu. Eşinin elini sıkı sıkı tutup “Sana güveniyorum hayatım. Eğilmeyeceğiz” dedi ve arkasından o da önünden geçenlere “Hanımefendi çok güzel biberlerimiz var almak ister misiniz” diye Harun Hocaya yardımcı olmaya başladı. 

    Saatler öğle vaktini gösteriyordu. O ana kadar beş kilo domates, iki kilo biber, bir kilo patlıcan satabilmişlerdi. Daha günün bitmesine çoktu “İnşallah daha fazla satış yapıp tablayı boşaltacağız” diyordu Sûzan Hanım. Ama bilmiyordu ki pazarda Harun Hoca gibilerin korkulu rüyası zabıta hemen yanı başlarında idi. Arkadan “Ulan siz de nereden çıktınız” diye soğuk ve ürkütücü o sesi duymalarıyla tablalarının devrilip üzerindeki sebzelerin ortaya saçılması bir oldu. 

    Harun Hoca ve Suzan Hanım bir anda ne yapacaklarını şaşırmış Sûzan Hanım elini ağzına götürmüş “Olamaz” diyebilmişti sadece. Harun Hocanın eli ayağı boşalmış oracığa çöküvermişti. Nereden çıktığını anlayamadıkları sonradan isminin “Feridun” olduğunu öğrendikleri bir beyefendi zabıtalara engel olmaya çalışıp yere dökülen sebzeleri toplamaya başladı. Ve bir taraftan da şiddetle zabıtaları eleştiriyordu.

    “Arkadaş, sizde hiç mi Allah korkusu yok! İlla tezgahı devirmek zorunda mısın? Kibarca uyaramaz mısın? Hem bu insanlar ne yapacak. Gidip hırsızlık mı yapsın. Baksana şu insanların haline, buna mecbur olmasa gelip de senin ağzının kokusunu çeker mi? Demek ki bu işe mecbur olmuşlar. Siz hiç halden anlamaz mısınız” ve daha bir çok sözün ardından Harun Hocaya döndü “Hadi kardeşim topla şunları. Durma öyle. Pes etmek yok” deyince Harun Hoca ve eşi gözyaşları içinde etrafa saçılmış sebzeleri toplayıp tablanın üzerine dizmeye başladılar. Bunu görüp rahatsız olan zabıta ağzını köpürte köpürte bağırıyordu Harun Hocaya. “Hemen burayı terk et yoksa mallarına el koyarım seni de nezarete attırırım” diye tehdit eti. 

    Harun Hoca susmuş ağzından tek kelime çıkmıyordu. Etrafa saçılan sebzeleri toplamaya yardımcı olan Feridun Bey Harun Hoca ve Sûzan Hanıma teselli vermeye çalışıyordu. Dökülen sebzeleri topladıktan sonra Feridun bey Harun Hocaya dönüp “Şimdi söyle bakalım bunları kaç paraya satıyordun” dedi. Harun Hoca susmuş hala konuşmuyordu. Sûzan Hanım ise sessiz sessiz ağlayarak tablayı evlerine doğru sürmeye çalışıyordu. Feridun bey tablanın önüne geçti sorusunu bir kez daha tekrarladı. “Kardeşim bu sebzelere ne istiyorsun. Tart şunları da alayım” dedi. Harun Hoca “Abi ne önemi var al hepsi senin olsun” dedi.

    Feridun Bey Harun Hocanın bu halini hiç beğenmedi. Pazardan tablasını uzaklaştırmaya çalışan Harun Hocanın yanına sokuldu 

    - Hele sen bana bir ismini bağışla kardeşim.
    - Harun.
    - Benimki de Feridun. Harun kardeşim belli ki sen pazarcı değilsin.
    - Evet, abi.
    - Ne iş yapıyordun?
    - 7 ay evveline kadar öğretmendim
    - Ha anlaşıldı. İhraç ettiler, sen de bu işi yapmak zorunda kaldın, öyle mi?
    - Evet abi
    - Bak sana ne söyleyeceğim. Ben de bugün senin gibi ihraç edilip bir de üstüne hapsedilen kardeşlerimizin ailelerine pazar alışverişine çıkmıştım. Uzaktan seni gördüm, uzun uzun süzdüm. Senin her halinden süreç mağduru olduğun anlaşılıyordu. Tam senden alışveriş yapacaktım ki zabıta ortalığı karıştırdı. 
    - Abi nereden anladın benim süreç mağduru olduğumu?
    - Be mübarek sen kendine hiç aynada bakmadın mı? Taşıdığın değer, haline yansımış.
    - Estağfurullah 
    - Sonra senin gibi bir çok arkadaş var bu işi yapan. Ama sen çabuk pes ediyorsun,
    - Ne yapalım abi, aylardır perişanız. Yirmi bir yıldır öğretmenlik yapıyorum. Bir anda sudan çıkmış balığa döndüm. İlk günde böyle bir manzarayla karşılaşınca yıkıldım adeta
    -Yook! Öyle pes etmek yok. Bak, sen dışardasın ve bir şeyler yapabiliyorsun. Haline şükret. Bak, sebzeleri kurtardık. Biz de zabıtanın olamadığı yerde satarız.
    - Abi onların olmadığı yer mi var ki?
    -Var Hocam, var. Bak, mesela ben şimdi bunları alıyorum sen gidip tezgahını yeniden doldurup başka yerde satmaya devam ediyorsun. 
    - Abi olmaz, bunların bir çoğu ezildi.
     -Mübarek, ben razıyım. Götürdüğüm insanlara da izah ederim. Onlar da dünden razı olurlar. Hem senin işin görülür hem o mağdur ailelerin.
    - O zaman fiyatını düşürelim abi.
    - Çok da düşürüp sen de mağdur olma.
    - Sıkıntı yok abi ben hakkımı helal ediyorum. Allah sizden razı olsun. Bana müthiş bir moral verdiniz. Şimdi kendimi daha güçlü hissediyorum.

    Feridun Bey Harun Hocanın tablasını arabasına kadar yaklaştırıp tablanın üzerindeki sebzeleri arabanın bagajına yerleştirdiler. Harun Hoca ve eşi Sûzan Hanım Feridun Beye teşekkürlerini arz edip dualarla uğurladılar. Tablayı beraber evlerine doğru sürerken herşeyi görüp bilen Rezzak-ı Kerim’i yad edip dillerinde dualarla evlerine döndüler. 

    Ercümend PERVER
    13 Nis 2017 13:44
    YAZARIN SON YAZILARI