Şehevi duygularımı nasıl dizginleyebilirim?

Ali Demirel

Ali Demirel

26 Tem 2019 09:10

  • Soru: “Abi, ben ailesinden üç yıldır uzak, eşi medrese-i Yusufiye’de olan bir kardeşinizim. Yurt dışında yaşıyorum. Özellikle yaz aylarıyla birlikte her şeyin günaha davet ettiği bir ülkede bulunuyorum. 
    Ben ve emsallerimin, yaşadığımız onca buhrana ek olarak günahlar konusunda da ağır imtihan geçirdiğimizi ifade etmek istiyorum. Allah’ın içimize derc ettiği şehvet isteğini nasıl dizginleyeceğimizi bilmiyorum. 
    Siz oruç, beslenme, iffet insanı, sahabe örnekleri diyeceksiniz ama ben nefsime söz geçiremiyorum. Günahların ağında ölüyorum. Morali yeterince bozuk olmanın üzerini bir de kalp hayatının ölmüşlüğü beni tüketti. Yaşayamıyorum. Hayatı sırtımda ağır bir yük olarak taşıyorum. Tavsiyelerinize ve duanıza muhtacım...” (Rumuz: Hamza)

    Kıymetli kardeşim!

    Öncelikle sizi çok iyi anladığımı ifade etmeliyim. Bu satırların yazarı da mailinizde bahsettiğiniz ülkelerden birinde yaşıyor. Yaz mevsiminin getirdiği kıyafet rahatlığıyla beraber sosyal çevrede günaha girmemek zorlardan zor gerçekten.
    Açık saçıklığın hemen her yeri kuşattığı günümüzde, cinsellikle ilgili günahlar bin koldan saldırıyor. Sokaklar, meydanlar, billboard’lar, gazeteler, dergiler, TV’ler, reklamlar, filmler ve internet derken, hemen her alan şehevi duyguları tahrik edici tablolarla dopdolu. 
    Yaşadığımız ortam, bir yanda kadınları metalaştırıp ete ve tene indirgerken, öte yandan erkekleri nefisleri karşısında büyük ölçüde korunmasız bırakıyor. Ve bu genel tablo karşısında mü’minleri ise çoğunlukla bir karamsarlık hali kuşatabiliyor. 
    Soruda da olduğu gibi kendini bu kadar fahiş biçimde açığa vuran günaha karşı içte uyanan meyiller, göz kaymaları, haram bakışlar, mü’minleri Rabbine karşı nisyan veya isyan haline düşmenin acısıyla kıvrandırıyor. 
    Böylesi bir ortamda yaşamak çamurlu bir yolda yürümeye ne kadar da benziyor. Çamurlu bir yoldasın ve bu yolda yürümek zorundasın. Şöyle bir iddiada bulunabilir misin? Ben bu yolda yürüyeceğim ve hiçbir yerime çamur bulaştırmayacağım! 
    Bu, elbette imkansız. Ne kadar dikkatli de olsan en azından paçalarına çamur bulaşır. Bundan kaçınamazsın. Ama çamurun dizine veya beline kadar sıçramasına mani olabilirsin. Tabi bi de Allah korusun direkt o çamurun içine batmak var!
    O yüzden Hamza kardeşim, bir dereceye kadar ne ölçüde dikkatli de olsak günaha girmemiz normal. Anormal olan bunun devam ettirilmesi. Yani kısacası anormalin zamanla normalleşmesi...
    Peki o zaman ne yapabilir, bu girdaptan nasıl kurtulabiliriz?
    İsterseniz gelin her zaman yaptığımız gibi yine öncelikle Kitabımıza bir göz atalım. Bakınız Rabbimiz böylesi durumlarda bize öncelikle ne buyuruyor: “Şeytandan sana bir kışkırtma geldiğinde Allah’a sığın...” (A’râf sûresi, 7/200)
    Evet, varlık gayesi bizi günah sarmalına itmek olan şeytan, malum baş düşmanımız. O, böylesi süreçlerde her zamankinden daha fazla mesai yapar. Bizi günaha, ümitsizliğe, bunalıma sevk eder.
    İşte Rabbimiz’in bu konuda bize bildirdiği çözüm anahtarı, zihindeki ahlaksız kişiliği besleyen şeytana savaş açmak ve ondan Allah’a sığınmaktır. 
    Bunun en güzel vakti de gece. Yani teheccüd zamanı. Evet aynen öyle. Lütfen her şeyden önce teheccüde kalkalım. Gecenin zifiri karanlığında Rabbimiz’le buluşalım. O’dan bu konuda yardım dilenelim. 
    Ya Rabbi, beni benden daha iyi tanıyorsun. Şu zorlu süreçte tek başıma kaldım. Günahlar sağanak halde üzerime yağıyor. Senin inayetin olmazsa bunlarla başa çıkamam. N’olursun Rabbim bana yardımcı ol. Beni nefsimle, şeytanımla baş başa bırakma!
    Bu ve buna benzer yakarışlarla Rabbimizle aramızdaki irtibatı kuvvetlendirebiliriz. Bu şekilde zihin dünyamızdaki şeytanî kimliğin cesareti kırılacak, sesi kesilecek ve böylece harama olan arzu ve istekler törpülenecektir.
    Buna rağmen yine de iradi veya gayri iradi gözümüz günaha iliştiğinde asla ümitsizliğe kapılmamalı. Evimize döndüğümüzde yine O’na iltica edip, “Ya Rabbi, sana söz vermiştim. Bakmayacaktım ama kendime hakim olamayıp yine baktım. Senden çok özür diliyorum...” türünden ifadelerle tevbeye sarılmalı.
    Yeri gelmişken burada bir hususun altını çizmek istiyoruz. Gözümüz ile ilgili müptela olduğumuz bir rahatsızlıkta doktorun bize, “Bundan sonra hiç güneşe bakma!” veya “Filanca yemeği yeme.” demesi ve arkasından “Yoksa gözlerinden olursun!” diye tavsiyesini bitirmesi neticesinde ne yaparız? 
    Göz nimetini kaybetmenin verdiği korku ile doktorun tavsiyelerine harfiyyen uymaya çalışırız. Değil mi? 
    Şimdi düşünelim. Rabbimizle olan irtibatımızı olumsuz etkileyecek ve bizi O’ndan uzaklaştıracak manzaralara bakmaktan bizleri men eden bir doktor değil de Rabbimiz ise o zaman ne yapmalıyız? Elbette mecbur kalmadıkça böylesi ortamlara girmekten uzak durmalıyız.
    Bizi günaha davet eden ortamlardan ne kadar kaçınıyoruz?
    Şehevi duyguların insanın iradesini aciz bırakacak seviyeye ulaşması şüphesiz birden bire olmaz. İlk öncesinde meyil oluşur. Önemli olan da bu meyli oluşturan ortamlardan irade kullanılabilir durumdayken kaçınabilmektir. O ortama girdikten sonra “Kendime hakim olamıyorum, ne yapabilirim ki?!” savunmasına kaçmak doğru bir yaklaşım mıdır? 
    Elbette bu konudaki çözüm ve tedbir; harama meylin oluşmaması için haram ortamlardan yılandan-çıyandan kaçar gibi kaçmaya gayret etmek olmalı. Özellikle genç bir insan, kendisini tahrik eden görüntü ve ortamlardan kaçınmaya dikkat etmeli. 
    Bunun dışında başka neler yapabiliriz?
    Bunları birkaç madde halinde şöyle sıralayabiliriz:
    1. Ayakların kolaylıkla kaydığı böylesi zeminlerde, buzlu yollarda yürüyenlerin kol kola girmekle düşmekten korunması gibi biz de istikametli yaşamlarıyla hayrı tavsiye eden kişilerle birlikte olabiliriz. Dışarı çıkma ihtiyacı hissettiğimizde de yine bizi hayra sevk edecek arkadaşlarımızla çıkarız.
    2. Kendimize uygun bir spor dalı seçebilir, o sporu düzenli yapabilir, kültür fizik hareketlerinde bulunabilir ve bu şekilde enerjimizi atabiliriz.
    3. Fındık, fıstık, çikolata, tatlı türü şeyler vs. gibi şehvet arttırıcı gıdaları daha kontrollü tüketebiliriz.
    4. Hak dostları manevi donanım olarak, şehevi duyguları teskin etme adına şu duayı sık sık okumamızı tavsiye ediyorlar:
    “Yâ Hayyü yâ Kayyûm birahmetike esteğisü. Fe eslıhlî şe'nî küllehû ve lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin - Ey Hay ve Kayyum olan Allah’ım! Rahmetinle Sen’den yardımını isterim. Bütün işlerimi, hal ve hareketlerimi düzelt. Beni bir göz kırpması kadar bile olsun nefsimle baş başa bırakma..”
    Son olarak, ne kadar zor bir dönemde yaşadığımızı hepimiz yakinen biliyoruz. Günümüzün üst üste yığılmış dert ve problemlerin çözümü, Cenab-ı Hakk’ın sevgisine mazhar gençleri bekliyor. Kimdir onlar? Vasıfları nedir o bahtiyarların? 
    Efendimiz (s.a.s.) bir nurlu beyanın bu sorunun cevabını şöyle veriyor: “Cenab-ı Allah, eğlencelere ve nefsin isteklerine karşı içindeki arzu ve meyle hâkim olan bir genci pek beğenmekte ve ondan hoşnut olmaktadır.” (Suyuti, Camiu’l-Kebir, 2668)
    Bir kudsî hadis-i şerifte ise, “Nazar (bakış) şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim onu Benim korkumdan dolayı terk ederse, kalbine öyle bir iman neşvesi ve halâveti atarım ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar.” (Kenzü’l-Ummal, 5/329) buyruluyor.
    Peki Hocaefendi ne diyor?
    Hocaefendi, bu hakikati bir sohbetinde kulağımıza küpe olacak şu ifadelerle ne güzel dile getiriyor:
    “Bir insanda olumsuz his, arzu ve temayül ne kadar güçlüyse, bu durum karşısında o, Rabbine sığınıp iradesinin hakkını verirse, Allah (celle celâluhu) o insana, o handikapları aşması istikametinde lütuflarını katlayarak ihsan eder. 
    İnsan, iradesinin hakkını vererek: “Ben hayvaniyet ve cismaniyet zebunu bir varlık değilim. Benim bunların yanında aynı zamanda bir kalbim ve ruhum da var. O yörüngede seyahat yapmam lazım.” diyebiliyor ve iradesinin hakkını vererek bütün o duygulara karşı kahramanca mücadelede bulunuyor ve bir gladyatör gibi onlara karşı koyuyorsa, ona dönen sevap çok farklı olacaktır. 
    İşte böyle bir insanın derecesi, o ölçüde arzu ve temayülü olmayan sıradan bir insana nispeten çok daha âlî olur ve o insanı alır rampadaki füzeye binmiş gibi, amudî (dikey) bir yükselişle velilik ufkuna ulaştırır...”
    *** *** ***
    Kur’an’da Arapça olmayan kelime var mı?
    Soru: Kur’an’da Arapça olmayan kelimeler var mıdır? Varsa bu, Kur’an’ın ayet-i kerimenin ifadesiyle “Apaçık bir Arapça” (Nahl, 16/103; Şuara, 26/195) olmasına ters değil midir? Burada bi çelişki yok mudur? (Necmettin K.)
    Evet ayet-i kerimenin açık ifadesiyle Kur’an kendisini “Apaçık Arapça” bir kitap olarak tanıtır. Dolayısıyla İmam Şâfiî ve Ebû Ubeyde Ma’mer ibn el-Müsenna gibi alimlere göre Kur’an’da Arapça dışında yabancı kelime bulunması imkansızdır. 
    Bazı tefsir alimleri ise Kur’an’da aslı Arapça olmayan yabancı kelimelerin var olduğunu kabul ederler. Ve bunu şöyle izah ederler: 
    Araplar gerek ticaret ve gerekse başka vesilelerle zaman zaman temasta bulundukları yabancılardan bazı kelimeler almış ve bunları Arapçalaştırmış olabilirler. Kur’an da Arapların o gün kullandığı Arapça ile nazil olduğu için aslı başka dilden olup müsta’rebe (Arapça’laşan) kelimeleri kullanmıştır. 
    Özetleyecek olursak, Kur’an’da komşu dillerden geçtiği söylenen bazı kelimeler var ise de bunlar o dönem için yabancı olmaktan çıkmış ve uzun süre kullanıla kullanıla Arapçalaşmıştır. Dolayısıyla bu durumun, Kur’an’ın “Apaçık Arapça” özelliğine bir zarar getirdiğini söyleyemeyiz.

    26 Tem 2019 09:10
    YAZARIN SON YAZILARI